“Her sultanın saltanatı belli bir müddet devam eder. Lâkin lâ ilahe illallah bunun dışındadır. Onun saltanatı ilelebet devam edecektir. Hükmü herkesi kuşatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır İmam Gazali Hazretleri buyurdu ki:
“Kalbin tam manasıyla kelime-i tevhidin hükmü altına girince, senin de sıfatların değişir; kibrin tevazua, malla gururlanma azla kanaat etmeye, varlığın yokluğa, baki olma hevesin fâni olmaya, tüm kötü sıfatların iyiye inkılâp eder. Zahirî üstünlüğün hakiki üstünlüğe döner. Çirkin sıfatların ağacı kökünden kesilir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, teşbih ve temsil kabukları temizlenir; oraya iman ve tevhid tohumu dikilir. Orada Allah’ı tenzih ve tefrîd fidanları yeşerir. Böylece senin güzel sıfatların çoğalır. Allah Teâlâ’nın şu âyeti bu meseleyi veciz şekilde açıklamaktadır: ‘Verimli toprak Rabbinin izniyle iyi ürün verir. Çorak toprak kötü ürün verir. İşte biz, şükreden bir topluluk için âyetleri böyle yerli yerince açıklarız.’
Her sultanın saltanatı ve hükümranlığı belli bir müddet devam eder. Lâkin lâ ilahe illallah bunun dışındadır. Onun saltanatı ilelebet devam edecektir. Hükmü -öncekilerin ve sonrakilerin isteğine bakılmaksızın- herkesi kuşatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de buna işaretle, ‘Göklerde ve yerde bulunan herkes kul olarak Rahman’a gelir’ buyurulmuştur.
Bunların bazısı aşk ve şevkle, itaat etmiş bir halde; bazısı da istemeyerek, zoraki bir şekilde O’nun huzuruna gelirler. ‘Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez sadece Allah’a secde ederler. Gölgeleri de uzayıp kısalarak O’na secde etmektedir’ âyet-i kerimesi bu konuda söylenen şeyleri özetle ifade etmektedir.
Herkesin O’na teslim olduğunu ifade eden bir diğer ayet şudur: ‘Rabbin âdemoğlunun belinden zürriyetlerini almış ve Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye onları kendilerine şahit tutmuştu. Evet, buna şahidiz, dediler. Kıyamet günü, biz bundan habersizdik, dememeniz için sizinle bu anlaşmayı yaptık.’
Bu âyeti şu şekilde tefsir etmek mümkündür: Âlem-i fazl (gerçek mü’minler) isteyerek, âlem-i adi (kâfirler) ise istemeyerek, ‘Evet, Sen bizim Rabbimizsin’ dediler.
Allah Teâlâ, onları Âdem’in (a.s.) belinden çıkardıktan sonra iki fırkaya ayırdı. Âlem-i fazl (cennetlikler) Âdem’in (a.s) sağında, âlem-i adi (cehennemlikler) ise solunda yer aldı. Bunun akabinde Allah Teâlâ her iki gruba da anlama, işitme ve konuşma melekesi verdi. Daha sonra onlara hitap etti ve onları kendilerine şahit tuttu. Onların hepsi Allah’ın bir tek olduğunu ikrar ettiler. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Her insanın amelini boynuna dolarız ve kıyamet günü, onun için açılmış bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter, deriz.’
Allah Teâlâ, seni nefsin üzerine şahit tutarak, verdiğin sözü unuttuğunu, zalim ve cahil olduğunu sana hatırlatır. Böylece sen ikrardan inkâra düştüğünü kabul edersin.”
“Kalbin tam manasıyla kelime-i tevhidin hükmü altına girince, senin de sıfatların değişir; kibrin tevazua, malla gururlanma azla kanaat etmeye, varlığın yokluğa, baki olma hevesin fâni olmaya, tüm kötü sıfatların iyiye inkılâp eder. Zahirî üstünlüğün hakiki üstünlüğe döner. Çirkin sıfatların ağacı kökünden kesilir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, teşbih ve temsil kabukları temizlenir; oraya iman ve tevhid tohumu dikilir. Orada Allah’ı tenzih ve tefrîd fidanları yeşerir. Böylece senin güzel sıfatların çoğalır. Allah Teâlâ’nın şu âyeti bu meseleyi veciz şekilde açıklamaktadır: ‘Verimli toprak Rabbinin izniyle iyi ürün verir. Çorak toprak kötü ürün verir. İşte biz, şükreden bir topluluk için âyetleri böyle yerli yerince açıklarız.’
Her sultanın saltanatı ve hükümranlığı belli bir müddet devam eder. Lâkin lâ ilahe illallah bunun dışındadır. Onun saltanatı ilelebet devam edecektir. Hükmü -öncekilerin ve sonrakilerin isteğine bakılmaksızın- herkesi kuşatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de buna işaretle, ‘Göklerde ve yerde bulunan herkes kul olarak Rahman’a gelir’ buyurulmuştur.
Bunların bazısı aşk ve şevkle, itaat etmiş bir halde; bazısı da istemeyerek, zoraki bir şekilde O’nun huzuruna gelirler. ‘Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez sadece Allah’a secde ederler. Gölgeleri de uzayıp kısalarak O’na secde etmektedir’ âyet-i kerimesi bu konuda söylenen şeyleri özetle ifade etmektedir.
Herkesin O’na teslim olduğunu ifade eden bir diğer ayet şudur: ‘Rabbin âdemoğlunun belinden zürriyetlerini almış ve Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye onları kendilerine şahit tutmuştu. Evet, buna şahidiz, dediler. Kıyamet günü, biz bundan habersizdik, dememeniz için sizinle bu anlaşmayı yaptık.’
Bu âyeti şu şekilde tefsir etmek mümkündür: Âlem-i fazl (gerçek mü’minler) isteyerek, âlem-i adi (kâfirler) ise istemeyerek, ‘Evet, Sen bizim Rabbimizsin’ dediler.
Allah Teâlâ, onları Âdem’in (a.s.) belinden çıkardıktan sonra iki fırkaya ayırdı. Âlem-i fazl (cennetlikler) Âdem’in (a.s) sağında, âlem-i adi (cehennemlikler) ise solunda yer aldı. Bunun akabinde Allah Teâlâ her iki gruba da anlama, işitme ve konuşma melekesi verdi. Daha sonra onlara hitap etti ve onları kendilerine şahit tuttu. Onların hepsi Allah’ın bir tek olduğunu ikrar ettiler. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Her insanın amelini boynuna dolarız ve kıyamet günü, onun için açılmış bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter, deriz.’
Allah Teâlâ, seni nefsin üzerine şahit tutarak, verdiğin sözü unuttuğunu, zalim ve cahil olduğunu sana hatırlatır. Böylece sen ikrardan inkâra düştüğünü kabul edersin.”