Peygamberliğinin onikinci yılı... Allah, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Fahr–i Kâinat Efendimizi (sav) eşsiz bir ikrama davet eder. Bu ihsan, İslâm tarihi boyunca İsrâ ve Mi’rac olarak bilinir. ‘İsra’, gece yürümek, gece yolculuğu yapmak anlamına gelir. ‘Mi’râc’, ise yükseğe çıkış aracı demektir.
Peygamberimiz (sav), bir gece Mescid–i Haram’dan alınarak Mescid–i Aksa’ya kadar götürülüp, oradan göklere çıkarılmış, ilâhî âyetler kendisine gösterildikten sonra alındığı yere, yatağının bile sıcaklığının soğumadığı bir müddet içerisinde, tekrar geri getirilmiştir. Özel olarak Resûlullah’ın Mescid–i Haram’dan Mescid–i Aksa’ya olan yolculuğuna İsra, oradan Sema’ya uruc edişine Mi’râc adı verilir.
Kur’ân–ı Kerim’de bu mucize şöyle anlatılır: “Mümtaz kulunu, âyetlerimizden bazısını kendisine gösterelim diye bir gece Mescid–i Haram’dan alıp, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid–i Aksa’ya kadar götüren Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir, eksikliklerden uzaktır. Herşeyi işiten ve gören O’dur”.
Buharî ve Müslim’in rivayetlerine göre; Hz. Peygamber (sav), Mekke’de hane–i saadetlerinde (bazı rivayetlere göre amcası Ebu Talib’in kızı Ümmühani’nin evinde) iken veya Harem–i Şerif’te bulunurken Cebrail (as) gelmişler, mübarek kalplerini açmışlar, Zemzem ile yıkayarak içini hikmet ve iman nuru ile doldurmuşlardır. İnşirah–ı sadr olarak bilinen bu vakıa daha önce, çocukluk yıllarında da kutlu Nebî’ye uygulanmıştı. Hakikaten rabbanî güzelliklerin galebe çaldığı, beşerî tabiatın kudsiyet aleminin esrarına tâbi olduğu arınmış kalp, Hakk’ın muhatabı olur. Allah sevdiği ve seçtiği insanların kalplerini böylece arındırır, katına layık kılar.
Bir gün Hz. Peygamber’e soruldu: “Şerh–i Sadr nasıl olur, ey Allah’ın Resulü?”. Efendimiz; “İnsanın kalbine öyle bir nur gelir ki, o nur kalbini açar” buyururlar. Ashab–ı Kiram (ra); “Bunun alameti nedir?” diye tekrar bir soru yöneltirler. Resul–i Ekrem şöyle cevap verir: “Onun alâmeti, insanın şu aldatıcı dünyanın gösterişine kapılmayarak câvidani hayatı özlemesi, ölmeden önce ölüme hazırlanmasıdır”.
Ve yüce yolculuk
Allah Resûlünün kalbinin iman ve hikmet nuru ile doldurulmasından sonra Hâlık’a yolculuk başlar. Cebrail (as), Burak’ı hazır bulundurmaktadır. Katırla merkep arası, gemi vurulmuş ve eğerlenmiş bir hayvandır, Burak.
Burak, Allah Elçisini görünce şaha kalkar! Hz. Cebrail bunu itaatsizllik kabul ederek müdahale eder; “Kendine gel ey Burak! Yemin olsun ki, Haşir sabahına kadar Muhammed–Mustafa kadar şerefli bir insan senin sırtına ne binmiştir, ne binecektir”, der. Rivayete göre Burak utanır, tatlı bir mahcubiyetle terler içinde kalır. Burak, maneviyat aleminden de gelmiş olsa, neticede bir hayvandır. Hayvanlar bile ona aşıktır. Bir hayvanın gösterdiği bu edep ve teslimiyete karşılık, Hakk’ın tecelligâhı olan insanın, edepte nasıl bir tavır takınması gerektiğini takdirlerinize bırakıyoruz.
Mescid–i Aksa’da Burak’ın görevi bitmiştir. Bundan sonraki yürüyüş, yine manevî bir vasıta ile olmuştur ki, buna Mi’rac denmektedir. “Şimdiye kadar ondan daha güzel birşey görmedim. Ölünüz, son nefesinde gözlerini ona diker”, buyurmuşlardır.
Peygamberimiz (sav), Cebrail ile “yedi kat göğü geçmiş, bu seyir esnasında birinci kat semâda Hz. âdem, ikinci kat semâda Hz. İsa ve Yahya, üçüncü kat semâda Hz. İdris, beşinci kat semâda Hz. Harun, altıncı kat semâda Hz. Musa ve yedinci kat semâda Hz. İbrahim (as) ile mülakat etmişler, merhabalaşmışlardır.
Öyle bir fezâya çıkarıldı ki Allah Elçisi, orada kaderleri yazan kalemlerin cızırtılarını duyuyordu. Ve nihayet, Allah Resûlünün önüne Sidre–i Münteha sahası açıldı. Allah’tan başkasınca bilinmeyen makamlar gösterildi. Bu, son noktadır. Hiçbir varlık, o noktadan bir adım öteye geçemez. Belki de bu saha, varlıkların yaratılış sebebi olan Hz. Muhammed (sav) için halkedilmiş, sadece peygamberimiz için bir defaya mahsus olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla, bundan öteye geçmek Cebrail’in de haddi değildir. Cebrail (as); “Bu, Sidretü’l–Münteha’dır”, der.
Mirac’ın hediyeleri
Sidre–i Münteha’dan öteye yolculuk Refref’le olmuştur. Esasen, zaman ve mekân kabuğunu delen sır da Refref’de gizlidir. Zira Refref, muhabbetullahtır. O, bu seyirdeki vasıtaların zübdesidir, vuslat aracıdır. Madde planında “yeşil bir perde”ye teşbih olunur. Dost, dostuna vasıl olurken yalnızdır artık; Zât, sıfat ve esmâ tecellilerine muhataptır. Kendi diliyle söylersek; “İbrahim’in (as) halilliğe, Musa’nın (as) kelâma, Muhammed’in (sav) ru’yet’e mazhar olmasına şaşıyor musunuz?!”.
Allah Resûlü, ümmetine hediyelerle döndü. Rabbimizden hediyeler... Dost meclisinde bizden de bahsedildi demek ki! âlemlerin Rabbi, biz kullarını; Alemlerin Efendisi biz ümmetini hiçbir zaman unutur muydu!
Rabbanî hediyelerin başlıcaları şunlardı:
* Bakara sûresinin son âyetleri.
* Beş vakit namaz.
* Muhammed (sav) ümmetinden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayanların bağışlanacağı müjdesi.
Kaynak: Prof.Dr.Haydar Baş, Rahmeten–lil Alemin