Yerli yabancı pek çok sinema yapımcısı özellikle bu tarz günlerde filmlerinin vizyonda olmasını çok ister çünkü bu günler gişe günleridir yani filmlerin en çok izlendiği günlerdir. Yapımcıların en çok önemsediği konuların başında vizyon tarihi, saati ve salon adeti gelir. Zaten gişe yapmanın ikinci büyük sırrı da buralarda yatmaktadır. Hatırlarsanız geçen senenin başında en çok film üreten yerli film yapımcıları ile salonları işleten firmalar arasında bir gelir paylaşımı kavgası olmuş bu kavganın neticesinde beklenen bazı filmler vizyona girememiş daha doğrusu internet üzerinden filmlerini izleyici ile buluşturmuşlardı. Peki, salon işletmecileri ne yaptı; sanatsal hiçbir değeri olmayan hatta popcorn sinemanın bile kötü birer örnekleri olabilecek filmleri vizyona koyup yine para kazanmayı başardı. Kavga da zaten mısır patlağından elde edilen kazancın paylaşımı üzerinden kopmuştu.
Salon sahipliği öyle bir güç ki, en iyi filmlerin bile sektör tabiri ile gişede çakılmasına neden olabilir. Ülkemizde toplam sinema izleyicisinin %70'den fazlasının AVM'lerde film izlediğini ve buralardaki salonların neredeyse tek bir firmanın elinde olduğunu ve bu firmanın da Güney Koreli bir firma olduğunu düşünecek olursak aslında resmi, büyük ölçüde görmüş oluruz.
İş bu noktaya gelmişken sinemanın dijital platformlar üzerinden izleyiciyle buluşmasında aslan payını elinde bulunduran malum firma ile ilgili analizlerimi başka bir zamana bırakarak yazıma devam edeyim.
Hadi biraz da detaylara inelim. Sinema maliyetli bir sanat. En mütevazı filmin bile birkaç yüz bin dolara mal olduğunu düşünecek olursak hiçbir yapımcı bu ölçüde parayı romantik duygularla harcamaz. Yatırımcı yatırdığı paradan daha çok kazanabileceği işe yatırım yapar. Bu durumda, parayı verecek olan yapımcı da gişe yapacak filme para harcar. Ve para kazanmak için her bir denklemi doğru hesaplaması gerekir. Senaryo, oyuncu, vizyon tarihi ve yayınlanacağı salon adeti gibi her bir argüman yapımcının istediği doğrultuda ve kontrolünde olmalıdır. Yani gişe başarısı bir tesadüf değildir. Bu nedenledir ki senelerdir gişe yapan filmler hep aynı yapımcıların elinden çıkıyor. Kısacası yerli film sektörü de kendi içinde bir nevi gişe hegemonyasının etkisi altında. Burada da büyük balık küçük balığı yutuyor. Peki, tüm bunlara rağmen kaliteli güzel filmler mi izliyoruz? Hayır. Birbirinin tekrarı basit senaryolarla üç beş oyuncu ve konu etrafında dönen bir nevi kısır döngü. Ara sıra bu döngüyü kırabilen cesur girişimciler olsa da bu da surda bir gedik açmaya yeterli olmuyor.
Hemen bir tespit yapalım, bir filmin Türkiye'de çekilmesi, senaryosunun Türkçe olması, oyuncularının Türk olması o filmi milli sinemanın bir örneği yapmaz. Bu nedenle bu tarz filmlere yerli film denmektedir.
Milli film; kendi ülkesinin sanat dilini kullanarak, kendi insanının derdini, eğlencesini, ülkesinin kültürünü… beyaz perdeye aktaran filmin adıdır. Emek ister, sabır ister, bu sahada zekâ konuşturacak insanların desteklenmesini ister. Avrupa senelerce kendi sinemacılarına nerdeyse sınırsız destekler akıttı ve akıtmaya da devam ediyor. Rusya bunu yaptı, İran ve Hindistan kendi sinemasını destekleyerek dünya çapında filmler üretti.
Sinema, sermayesi fikir olan bir sektördür. Ancak her fikir finansal destekle hayata geçer. Dahi bilim insanı Nikola Tesla en büyük projesini (kablosuz elektrik) finansal çevrelerden destek bulamadığı için hayata geçirememiş, bu durum karşısında yaşama sevincini yitirip bir otel odasında ölmüştür. Bizim gençlerimiz de fikirlerini hayata geçiremediği için öldürüyor ya da daha kötüsü artık hayal bile kurmuyorlar.
Gelelim meselenin özüne... Sinema sektörü kültürel açıdan özellikle genç kitleler üzerindeki etkisi düşünülecek olursa son derece önemli hatta bana göre stratejik bir sektördür. Küçük bir hatırlatma, Turgut Özal ile baba Bush arasında geçen bir konuşmada Bush, Özal'ı yerli sinemaya destek verirsen ki bu destek salonlara, yerli filmlere pozitif ayrımcılık yapması üzerinden verilecek bir destekti ki o zaman salonların neredeyse tamımı yerli firmaların elindeydi. Türkiye ekonomisinin lokomotiflerinden olan tekstil sektörüne kota koyarım diye tehdit etmiş ve istediğini almıştı. Sırf bu durum bile sinemanın basit bir eğlence aracı olmadığının bir ispatıdır.
Peki, sonuç olarak milli sinema nasıl mümkün olur?
Bu sahada da çözümün adresi tektir. Prof. Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli'nin hayata geçiş sistemi olan Sosyal Devlet projelerinin merkezine insanı her yönüyle almış bir liderdir. Milli Ekonomi Modeli milli bir sinemanın da çözümüdür. Çünkü M.E.M. Her proje sahibine faizsiz uzun vadeli finansal destek vermeyi devletin bir görevi olarak görür. Her sinema filmi bir girişim projesi olduğuna göre her film de öyle birkaç kuruş değil çekilebileceği kadar finansal desteği devlet babasından alacaktır. Ayrıca sinemada bir sektördür tıpkı tarım gibi, tekstil gibi, inşaat, otomotiv gibi. Ve her film bir üretimdir ve M.E.M. emisyonu üretim mukabili arttıran tek ekonomi modelidir. Yani her film ülke için kazançtır, iş fırsatıdır, büyümedir ve tabiî ki ihracattır. Bu noktada da milli paralarla ticaret devreye giriyor ki, bu da her üretilen Türk filmiyle sanatımızın, kültürümüzün, değerlerimizin milyarlarca insana ulaşmasını sağlamış oluyoruz.
Kerim Aktacir
Yeni Mesaj Gazetesi
(Kilis Postası Haber Merkezi)