Ahlakın, izzetin, irfanın, insanlığın, helal kazancın hâkim olduğu
zamanlarda 1 liralık alış veriş yapıldığında bile, “bin bereket versin” denilirdi,
müşteride satıcıya ” bereketini gör” derdi, bu davranış, insanımızın, berekete
olan inancı ve din kardeşine duası idi.
Şimdilerde bu güzel hasleti unuttuğumuz gibi, birbirimize dua
etmeyi de bıraktık.
Peygamber Efendimiz bir
hadiste: Bir zaman gelecek ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini
düşünüp, helalini, haramını düşünmeyeceklerdir.
Bir diğer hadiste de:“Alışverişte
çok yemin etmek, malı sattırır ama, malın bereketini giderir”.
Peygamberimiz, kazancın nasıl olması
gerektiğini anlattığı halde, biz, dünyevi ihtiraslarımız yüzünden, faize dünya gerçeği,
rüşvete ticaretin bir parçası, malımızı fahiş fiyata satmayı ise, ekonominin bir
gereği olarak gördük, yalnızca ve yalnızca çok para kazanmayı düşündük,
velhasıl kazancımıza haram karıştırdığımız gibi, işimizde
de paramızda da, bereketimizi kaybettik!
Yüce Allah’ın “Andolsun ki, şükrederseniz elbette
size nimetimi artırırım” (İbrahim, 14/7) diye, bizi ikaz ettiği halde, biz elimizdekilerle yetinmedik,
hep başkalarının malını, makamını, kazancını, lüksünü kıskandık, bir bakıma
yüce Allah'ın taksimatına da isyan ettik.
“Ben bugün siftah yaptım, komşun henüz siftah yapmadı, alış
verişi komşumdan yaparsanız daha iyi olur ” mantığından,kapitalist mantıkla bencilleştik, “Rabbena,
Hep bana” mantığına büründük.
anlaşılan o ki, Halil İbrahim
bereketi diye anlatılan, güzel misalden, hiç bir hisse kapmamışız!
Vaktiyle birbirini çok sevgi iki kardeş varmış. Büyüğü Halil.
Küçüğü ise İbrahim... Halil, evli ve çocuklu. İbrahim ise bekârmış...
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin... Ne mahsul çıkarsa,
iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar.
İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış: İbrahim kardeşim; Ben gidip
çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, ağabey demiş İbrahim... Ve Halil
gitmiş çuval getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim: Abim evli, çocuklu. Da
ha çok buğday lazım onun evine. Böyle demiş ve Kendi payından iki teneke atmış
onunkine...
Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi! İbrahim, demiş, önce sen
doldur da taşı ambara. Peki ağabey. İbrahim, kendi yığınından bir çuval
doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki Çok şükür, ben
evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para
biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek, Kendi payından iki teneke
atar onunkine...
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur.
Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile.
Allah (c.c) bu hali çok beğenir, Buğdaylarına bir bereket verir,
bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler. Şaşarlar bu
işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.
Bugün bereket denilince,bu kardeşler akla gelir.bu bereketin adı:Halil İbrahim bereketidir.