Artık , yıllarca
gösteriye kapalı bir kale gibi duran
Masmananın ,üzeri küçük kare şeklindeki çelik
çivileri , ortasındaki
kocaman halkasıyla heybetli büyük kapısı iyice açılmıştı.
Sokaktan bakınca
karanlık ve loş hollerin aşınmış duvarlarından oyuklar
ve tavanından irili ufaklı sarkıtlar görünüyordu.
Biz beş küçük komşu çocuğu
Şenay Abi ' nin uyarılarına rağmen
masmananın içine dalmıştık bile.
- Çocuklar dikkat edin, bir yılan önümüze çıkabilir dememe
kalmadan , hol girişinin hemen ilk
kapısında beyaz tülbentli, siyah elbiseli , beyaz tenli bir kadın belirdi.
O kadar korktuk ki Anneeee...diyerek sanki ışınlanmış gibi
oradan kaçtık.. soluğu sokağın sonunda aldık.Hepimizin yüzü kıpkırmızı,
burnumuzdan sık sık solurken ellerimizi yüreğimizin üstüne bastırarak derin nefes almaya çalışıyorduk.
- "Oğlum cin miydi o kadın "
dedi Yılmaz.
- " Ne
cini.. Şeytandı bence " dedi
Emel.
Birden sokağa bir pikap girdi. İçinde tahta bir sedir, bir
döşek , yorgan, yastık Ve bir de tel bir dolap vardı.
Pikap geldi , masmananın önünde durdu. Cin, şeytan
zannettiğimiz o siyah giysili kadın
masmananın kapısında eliyle odayı gösteriyor,
şöföre eşyaları oraya koymasını söylüyordu.
- "Salak şeyler ne
cini , ne şeytanı.. basbayağı yaşlı bir kadıncağız bu. " dedi Ekrem.
-Bakın kadın masmanaya taşınıyor dedim.
- " Hadi ben eve
gidiyorum... Annem kızar şimdi.. zaten abim kızdı. " dedi Nuray.O sırada
annem sokak kapısına çıkmış eve gelmem
için beni çağırıyordu. Sokağa çöken
karanlık gecenin habercisiydi.
Babalarımız o saatte bizi sokakta görürse kızarlardı zaten.
Her akşam eve
girerken söylediğimiz bir tekerleme vardı.
- "Ayağımın
altında üzüm, herkes evine düzüm , düzüm ! " der evlerimize girerdik. Bu
bizim birbirimize bir nevi " iyi
akşamlar " temennilerimizdi .
Eve girer girmez anneme haberi uçurdum hemen. Annem zaten
masmanaya kimsesiz ve yoksul bir kadının bekçilik edeceğini biliyormuş !
O gece sofrada annem ve babam konuşurlarken öğrendim. Meğer o kadın bir zamanlar
masmanada usta başı olarak çalışan Hanifi Usta ' nın kız kardeşi Hamide
Teyzeymiş. Artık Masmanada yaşayacak, oraya göz kulak olacakmış.
Ertesi sabah okula giderken
Masmananın kapısında yine o kadın eline çöp süpürge almış kapının önünü
süpürüyordu. Önünden geçerken başını kaldırıp yüzüme baktı.. hafifçe gülümsedi.
Beyaz kırmızı bir yüzü vardı . Ama ben kadına nedense gülümseyemedim.
Hayalimdeki masmanada yaşayan hayaletin kardeşiydi ne de olsa
! Elimde değildi, korkuyordum...
Okulun bahçesinde öğretmenimiz Gülten Kınoğlu ANT ' ımız töreni için bizi sıraya koyuyordu. Hergün
derse girmeden önce okulun bahçesinde ATATÜRK büstünün önünde ANT ' ımızı içer öyle derse girerdik.
Törenden sonra sınıflarımıza girerken , sokağımızın bir bir sokak arkasında
oturan komşu kızları Figen ve Yıldızı kollarından çekerek ,
- Dün ne oldu biliyor musunuz?
-Ne oldu ? dedi
ikisi de .
Masmanadaki hayaletin bacısı masmanaya taşındı. Artık
orası açık. Kapalı değil.
" Yaaaa ??
dediler. Okuldan çıkınca içine girip bakalım.
"
Artık her okul çıkışında mahalleden arkadaşlarla masmananın
içini geziyor Ve gezerken de artık hiç korkmuyorduk. Çünki ne yılanları ne de
Hanifi Amca ' nın hayaletini görüyorduk.Hame Teyze diyorduk Hamide teyze ' ye.
Becerikli bir kadındı . Harebeye dönen o odayı çiçek gibi yapmıştı Annem ona
odaya açsın diye bir halı vermişti.
Nuray ' ın annesi de kare halinde, siyah demirli penceresini
kapatsın diye bir tül perde vermişti.
Diğer komşularda eksik olan kap kaçaklarını tamamladılar. Oda kapısından bir
kemer ötede bir oda daha vardı . O oda masmananın bahçe girişinde ve
aydınlıktı.
Orayı da mutfak yapmıştı. Bir gaz ocağı ,bir tane çinko mavi renkli çaydanlık ,
içine koyduğu soğan , sarımsak , ekmek ,
peynirden ibaret olan tel dolabı...
Mutfağının önüne arka taraftaki
inşaattan siyah , yıkandıkça parlayan üçgen ve kare taşlar döşemişti . İncir
ağacının her iki tarafına da mis gibi kokan
beyaz mintaks kovalarına reyhanlar ekmişti.
Masmananın bahçesinin sol köşesinde de bir kuyu vardı
ama kuyunun kovaları yoktu. Az
ilerisinde hatmi çiçeklerinin altında
kalın bir boru vardı . Yanında da
yuvarlak bir vana. Vanayı çevirince su akıyordu.
Hame teyze burada
namaz öncesi abdestini alırdı. O
namazını kılarken kokmadan en az 30 tane olan ,
artık sarıya kaçan kesme
taşlarla örülü kemerlerin altından geçerken , labirentlerin içinde saklambaç
oynuyorduk.Oyunlarımızda bu dehlizlerde birbirimizi bulmak pek te kolay
olmuyordu. Bir asırlık zamandan beri bu
duvarlara, kemerlere sinmiş mis gibi sabun kokuları genzimize
doluyordu sanki !
Ya da ben öyle hissediyordum .
Birbirinin içinden geçen odaların bir çoğunda odayı kaplayan büyük , altı isli
kocaman Kazanlar görüyorduk. Zaman
aşımına uğramış aşınmış, yırtılmış Ve çürümüş
kocaman telis çuvallar...
Kazanların yanında
birkaç kırılıp sökülmüş , üstüne çökmüş
, yıllanmış toz, toprak kalıntısından rengi belli olmayan 3 yan yatmış
koltuk...Diğer odalarda pres makinaları
.. kimi kırık, kimi yamulmuş , büyüklü küçüklü boy boy variller vardı .
Üçüncü kemerli oda da
büyük, yamulmuş toz toprak içinde kalmış
bir basikül . Bu basikülde sıkılan zeytin yağlarını o varillerin içine koyarak
tartıyorlarmış. Mahallenin kadınları bu yamulmuş Ve paslanmış basikülde hergün
gelir tartılır. Bir eksik tartsa sevinir, bir fazla tartsa üzülerek
giderlerdi.Diyer odalarda boş , yamulmuş tenekeler .. Yan üç odada üst üste
tavana kadar Zeytin yağı tenekeleri dizilmişti.
Üç odada da sabun pişirmek için 5 tane büyüklü küçüklü
kazanlar. Arka odalardan birinde de bir
tünel vardı. Kurtuluş savaşında kaçıp korunmak için yapılmış. Söylentilere
göre bu tünelin bir ucu Karataş ' a kadar uzanıyormuş. Silahlar ve cephanelik bu tünellerden Halep ' in
köyüne kadar uzanıyormuş.
(DEVAM EDECEK)
AYSEL MASMANACI BEŞOĞLU
Eğitimci şair ve yazar