8 mart 2021’de
yayınlanan köşe yazımızın başlığı “Açık
kapı politikası” idi. Osmanlı’nın yanlış göç politikaları ve sonrasında
Filistin topraklarında İsrail’in kuruluş sürecinden bahsetmiş idik. 19. yy’da
süreç böyle işlemiş idi. İsrail’in kuruluşundaki Osmanlının rolünü merak
edenler o günkü yazımızı tekrar okuyabilirler.
Şimdi 21. yy’dayız.
17 Aralık 2010. Tunuslu bir seyyar satıcının protesto için kendisini yaktığı tarih. Bu
tarih birçok araştırmacı tarafından yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul
edilir. “Büyük Ortadoğu Projesi”nin adı artık “Arap Baharı” idi. Ortadoğu'da
sınırların değişmesi ivme kazanmıştı.
Aralık 2010 Tunus,
Ocak 2011 Mısır,
Şubat 2011 Libya,
Mart 2011 Suriye.
15 Mart 2011. Suriye’nin güneyindeki Dara kentinde bir grup öğrenci okul duvarına şunları
yazdı "Ey Doktor (Beşar Esad) Şimdi
sıra sende!"
Türkiye bu süreçte
Cumhuriyet tarihinde ilk defa komşu bir rejimi devirmek için aleni girişimlerde
bulundu. 28
Temmuz’da kurulan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun kurucu komutanı Albay Riyad
Esad’ın Türkiye’ye sığınması, Ankara’nın artık tamamen Şam rejiminin karşı
cephesinde yer aldığının açık ilanı idi.
Türkiye bu süreçten
karlı çıkmayı tahayyül ederken, hatta başlangıçta “Arap baharı, Türk hasadı” gibi tanımlar kullanılırken beş yılın
sonunda Avrupa’ya yönelen göçmenler için bir dinlenme noktası ve otoyol haline
gelmişti.
Yoğun Suriyeli göçüne, Türkiye resmi kaynaklardan
ilk yapılan açıklamalar, “Açık kapı
politikası izleyeceğiz….” şeklinde idi.
19. yy’daki
Osmanlı’nın uyguladığı “Açık kapı” göç politikası İsrail’in kurulması ile
sonuçlanmıştı. Peki, hedef şimdi ne idi?
Prof. Dr. Haydar Baş
Hocamızın Suriye göçünün başladığı yıllarda açıklamaları her zamanki gibi yol
gösterici idi:
“Suriye’de birçok Kerbela’ların yaşanacağını” belirten Prof. Dr. Haydar
Baş, ”Bunların
hepsi de Esad’a mal edilecek. Esad şu anda Hz. Hüseyin’in rolünde. Bunu hiç
unutmayın. Hz. Hüseyin”in kahramanlık rolüne soyunanlar da Yezid rolünde.
Türkiye”dekiler başta olmak üzere…” ifadesini kullanmıştı.
“Esad’ın iktidardan gitmesini kim istiyor?” diye soran Prof. Dr. Baş,
cevabını da şöyle vermişti:
” ABD,
İsrail… Eğer Esad ABD’ye ve İsrail’e ‘evet’ deseydi, bu belalar başına gelecek
miydi? Gelmeyecekti… O halde ölçü ortada…Onlara karşı dimdik durduğu için sonuç
böyle cereyan etti. İsrail diyor ki, ‘Güneydoğumuz da içinde olmak şartıyla ‘o
topraklar bize ait, sen orada bulunamazsın. Hizbullah’a destek veriyorsun,
Hizbullah bizim başımızın belası kesiliyor.
Filistinlilere destek veriyorsun, onlar da bizim başımızın belası
kesiliyor’.”
Suriye’de iç savaş baş
gösterdiğinde aile içi otoriteyi sağlayan kişiyle çözüm en akıllıca olanı idi. Ama
ne yazık ki, AKP iktidarı, Sayın Baş’ın bu uyarılarını hiç dikkate almadı. Tam
tersi 'Dinlerarası Diyalog' ve 'Medeniyetler İttifakı' projesine hizmet etmeye son
hızla devam etti.
5 Mart 2021. 84 yaşındaki Papa Francis pandemi şartlarına
rağmen gittiği Irak'ta enteresan temaslarda bulundu.
7 Mayıs 2021. Mescid-i Aksa’ya giren İsrail polisi, Kıble Mescidi’nin içinde namaz kılan
cemaate bombalarla saldırdı.
17 Mayıs 2021. Sayın Erdoğan'ın Birleşmiş Milletlere "Kudüs'ün üç dinin temsilcileri
tarafından yönetilmesi günümüz şartlarında en tutarlı yol olacaktır. Aksi
takdirde bu kadim şehirde barışı sağlamak kolay görünmüyor.” şeklinde bir teklif
sundu. Bu çok ciddi bir geri adım idi. Ve belki de büyük fotoğrafın görülmesi
için tarihe geçecek bir açıklama idi.
Büyük fotoğrafa bakınca
hepsi aynı değil mi?
“Dinlerarası Diyalog =
Medeniyetler İttifakı = Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Girişimi =
Büyük Orta Doğu Projesi = Arap Baharı = Büyük İsrail’in kurulması”
Hedef hep aynı! Görene, Köre ne!