Ülkemizin kanayan yaralarından bir tanesi de uygulanan sağlık politikalarıdır. Eğitim sistemimiz gibi sağlık sistemimiz de yap-boz tahtasına çevrilmiş durumdadır. Yanlış yolların doğru sonucu olmayacağı gibi yanlış stratejilerin de doğru taktikleri olmaz. Serbest piyasa ekonomisi içerisinde çözüm adına ne yapılırsa yapılsın, devlet, hasta ve hizmet sunucu arasındaki dengenin temini hiç ama hiç mümkün değildir. Bu dünyada da böyledir, ülkemizde de böyledir. Ülkemizde 2003’te büyük iddialarla uygulamaya konan sağlıkta dönüşüm projesini ana başlıklar halinde değerlendirmek istiyorum.
Performans
Doktorların alması gereken bir maaşa ulaşması için puan sistemi icat edilmiştir. Hekimin hastaya yaptığı her işlemin belli puanı vardır. Ne kadar hastaya, ne kadar çok işlem yaparsa o kadar puan kazanmış olur. Ne kadar çok puan kazanırsa, o kadar çok maaş hak etmiş olur. Adeta doktora her aybaşında fareye peyniri gösterip hadi yakala der gibi, sürekli hedefi yakalaması istenmektedir.
Bu davranış biçimiyle, hastalara daha az zaman ayrılmakta, teşhis ve tedavilerde yanlış ihtimali artmaktadır.
Sağlık hizmetlerindeki nitelik kaybı, hasta hekim arasındaki ücret diyalogu, özellikle hükümet kaynaklı ve basın yayın destekli beyaz gömleklilere dönük aleyhte propaganda, güven ortamını gerilim ortamına taşımıştır.
Günümüz Türkiye’sinde sağlık çalışanları mağduriyetlerini duyurabilmek için Türkiye genelinde iş bırakmakta, nümayiş yapmaktadır.
Performans sistemi hem hastaları hem çalışanları mağdur etmektedir.
9 yıldan beri Sosyal Güvenlik Kurumu hastanelere verdiği ücreti sabit tutmaktadır. Artan maliyetler hastaneleri iflas noktasına getirmiştir.
Hastalar ise sağlık hizmetlerine ulaşabilmek için sosyal devlet prensiplerine aykırı şekilde ücret vermeye mahkûm edilmiştir. Vatandaştan ciddi katılım payları alınıyor. Bir Bağ-Kur emeklisinin 800-900 TL maaşı var. Eşi ve kendisi için bir ayda maaşından yapılan kesinti 150-200 TL. Daha eczanelerde alınan buna dâhil değildir.
Emeklilik yaşı
Dünyadaki trend, emeklilik yaşını geciktirerek devlet bütçesinden tasarruf elde etmeğe çalışmaktır. Ülkemizde emeklilik yaşı kademeli olarak 60 yaşına çıkartılmıştır. Şimdi bununla da yetinmeyip 1 Mayıs 2008 tarihinden sonra işe giren herkes kademeli olarak 65 yaşına doğru emeklilik hakkına kavuşacak.
Türkiye’deki ortalama ömrü 65 yıl kabul edecek olursak, emeklilik ancak mezarda mümkün olacaktır.
Emeklilerin maaşında ciddi anlamda düşüş olmaktadır.
Ortalama rakamlar verecek olursak mühendis ve doktor ise 25 yılın sonunda 1.876 TL emekli aylığı hak ediyor. Normal düz memur ise emekli olduğunda 1.162 TL aylığa hak kazanıyor. Polis memurları ise 1.262 TL emekli aylığı alıyorlar.
Ayrıca, sağlık harcamalarının önüne geçmek için verilen sağlık hizmetlerine kısıtlama getirilmesi planlanmaktadır. Sağlık hizmetlerinin tamamından istifade edebilmek için ülkemizde de batılı devletlerde olduğu gibi Tamamlayıcı Sağlık ve Bireysel Emeklilik Sigortası teşvik edilmektedir. Bu bireye, ayrıca mali bir külfet getirmektedir. Sigortacılığın tamamen yurt dışına endeksli olduğunu belirtirsek, devletin yanında fertler de birer sömürü aracı haline getirilmektedir.
Zaten geçim sıkıntısı çeken vatandaş emekli olduktan sonra da ölümlerden ölüm seçmek zorunda kalmaktadır. Adeta 40 katır mı yoksa 40 satır mı sorusuna muhatap olmaktadır.
Üretim eksenli serbest piyasa ekonomilerinde, emekliler toplumun kamburu olarak görülmektedir. Serbest piyasa ekonomisinde her şey paraya endekslidir. Üretime katma değer sağlayan iyi, tüketici olan her şey kötü kabul edilir.
Burada bir hatıramı sizlerle paylaşmak isterim.
2007 yılında Almanya Heidelberg’de düzenlenen Milli Ekonomi Modeli kongresine İtalya’dan katılan Prof. Dr. Francesko Daveri’nin sunumunu hatırlatmak istiyorum.
Yaptıkları araştırmada yaşlanan insanların verimliliği düştüğü için, işverenler daha çok gençleri tercih etmektedir. Yaşlı nüfus, toplum için bir yük haline gelmektedir. Bu defa yaşlı nüfusun sosyo-ekonomik terk edilmişliği, hem onları korumasız hale getirmekte, hem de sosyal patlamalara zemin hazırlamaktadır. Bu çözülmesi gereken bir sorundur.
Daveri, konuşmasında tek çözümün Tüketim eksenli olan Milli Ekonomi Modeli olduğunu ifade etmiştir.
Yaşlanan Avrupa ve yaşlanmakta olan Türkiye’nin sosyal güvenlik meselesinin tek çözümü ülkemizde de Milli Ekonomi Modelinin uygulanmasıdır.
İşsizlik
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2014 Aralık ayına ilişkin “İşgücü İstatistiklerine göre işsizlik oranı % 10.9’dur. Bu oran gayri resmi hesaplamalara göre % 22’dir.
Aynı dönemde 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlerin oranı yüzde 20.2’ye yükselmiştir.
İşsizlerin sosyal güvenlik sorunları çözülememiştir. Mecburi hale getirilen Genel Sağlık Sigortası kapsamında 2012 yılından beri gelir tespiti yaptırmayan 5 milyon 300 bini aşkın kişinin borcu çok yüksek rakamlara ulaşmıştır ve bu kişiler sigorta kapsamında sağlık hizmeti alamamaktadır.
Sağlık personeli sıkıntısı
Ülkemizde yaşanan bir diğer sorun da sağlık çalışanlarının eksik olmasıdır.
Bir tarafta tıp eğitimi almak isteyen, yardımcı sağlık personeli olmak isteyen gençlerimiz beklerken diğer taraftan bu sahada eleman eksikliği yaşanmaktadır.
Bu yetmezmiş gibi, bakanlık periyodik olarak işbaşındaki sağlıkçıları devlette istihdam ederek eleman dağılımındaki olmayan dengeyi daha da alt üst etmektedir.
Hükümetin ürettiği çözüm, yabancı doktor getirme projesidir. Fakat uzun yıllar içerisinde buna da muvaffak olunamamıştır.
Oysa Milli Ekonomi Modeli’nde ülkemizde var olan eğitici kadro ve altyapının hazırlanması ile sınavsız üniversite yoluyla sağlıkçı ve diğer kadroların yetişmesi mümkün olacaktır.
Devam edecek…