Atatürk bugüne kadar
toplumumuza dinsiz olarak tanıtıldı.Bu birlik beraberliğimizi bozarken
insanımızın içinde de bir ukde olarak kaldı. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın
kaleme aldığı “Hoş geldin Atatürk” eseri bir hakkın teslimi anlamına
gelmektedir. Toplumdaki rahatlamayı hep birlikte görüyoruz. Atatürk tanıdıkça
toplumdaki gerilimin nasıl ortadan kalktığını hep birlikte yaşıyoruz.
Sn. Haydar Baş hocamızın tespitleri,
eserleri ve çalışmaları ile toplumun sırtından kalkan kamburlara bir bir şahit
oluyoruz.
“Hoş geldin Atatürk”
kitabını okuduğumuzda Atatürk, hayatı boyunca Allah lafzını Kuranı ve duayı
eksik etmeyen bir lider olduğunu anlıyoruz. Bu eserden alıntılarla Mustafa
Kemal Atatürk’ün dini kimliğini öğrenmek hususunda eserin nasıl bir tarihi
boşluğu doldurduğunu görelim.
…
Mustafa Kemal için özel
hafızının olması bir kıvanç vesilesidir.
İran Şahı Pehlevi'nin
ziyaretinde bunu görürüz "İran Şahı Pehlevi, 16. Haziran. 1934 tarihinde
Atamızı ziyarete gelmişlerdi. İki kardeş milletin devlet reisleri birbirlerini
çok sevmişlerdi. Aralarında resmî protokolün haricinde, kardeşçesine bir
samimiyet havası esiyordu.
Gazi, Şah şerefine
Beylerbeyi Sarayında bir ziyafet tertip etti. İki yüz kişilik davetli arasında
hafız Kemal Gürses de vardır.Bir yanda Riyaset-i Cumhur orkestra heyeti
çalıyordu.
Atatürk Şehinşah
Hazretleri ile salonun yüksek bir locasında oturuyorlardı. Bir aralık seryaver
vasıtasıyla beni huzurlarına çağırdılar. Şah hazretlerine, 'Benim hafızımdır'
diye takdim ettiler
Atatürk hafız Kemal beye
'Şah hazretlerine Kerbela şehadetine ait bir mersiye okuyunuz' derler.Emirleri
üzerine mersiyeyi Isfahan makamından okur.
“Kurretü'l-ayni habib-i
kibriyasın ya Hüseyin
Nur-u çeşm-i şah-ı merdan
Mürtezasın ya Hüseyin
Hem ciğer pare-i Zehra
Fâtıma hayrünnisa
Ehl-i Beyt-i mücteba âl-i
abasın ya Hüseyin
Sana gülle dokunan mü'min
eder mi mağfiret
Gonca-i gülşen sarayı
Mustafa'sın ya Hüseyin
Ehl-İ mahşer dest-i
Hayder'den içerken Kevser'i
Sen susuzlukla şehid-i
Kerbela'sın ya Hüseyin.”
Hafız Beyitleri okurken
Şah hazretleri dinî bir vecd içinde sağ elini göğsüne koymuş olduğu halde
dinliyordu. Gözlerinin yaşardığına da şahit oldum. Mersiye bitince Atatürk,
şaha 'Nasıl efendim?' diye sordular. 'Güzel okuyor mu benim hafızım?' Pehlevi
hazretleri kendilerine has o Azeri şivesiyle, 'Hub hub. Teşekkür ederim ' diye
mukabelede bulundular. Sonra Atatürk misafirine dönerek, 'Bir de bizim Türkçe
Mevlid'imiz vardır. Dinlemek arzu eder misiniz?' dediler. Şah'ın gösterdiği
arzu üzerine Mi'rac Bahri'ni bilhassa ısfahan makamından okudum:
“Söyleşirken Cebrail İle
kelam
Geldi Refref önüne verdi
selam. …”
Mi'rac Bahri bitince, Şah
mevlüdden çok hoşlanır ve hafızı Atatürk'ün müsaadesiyle İran'a davet eder.
…
Abdülkerim Paşa 'ya
yazdığı bir mektupta, Fetih Sûresinin 10. ayetini kullanmıştır:
... En güzel ve yakın olan
Hüda emrinin tecellisi ile bedbaht ve mazlum asil milletimizin kurtuluş ve
selamete mazhar olmasını derya-yı rahmet-i izzetten yalvararak bekleriz.
(... ) Azizim! 'Yedullahi
fevka eydihim/AIIah'ın eli her elden üstündür'
fakat bununla beraber müşkülatı ve meseleleri halle girişenlerin
kararlaştırılmış bir hedefi olmak gerekir.
Millet İlahi azamete ve
hilafet penahinin hakiki emellerine dayanarak ve sığınarak maksadına ulaşacak ve
taleplerini temin eyleyecekti).
Yine Cemal Sait'in
Kur'an-ı Kerim tercümesini okurken Bakara süresinin şu ayetlerini
işaretlemiştir:
11- Onlara yeryüzünde
fesat çıkarmayın denildiği zaman, 'hayır biz ıslah ediyoruz' derler.
12- Bozgunculuk yaparlar
fakat anlamazlar.
13- Kendilerine, herkes
gibi iman ediniz denildiği zaman 'biz aptallar gibi mi inanacağız' derler. Hâlbuki
kendileri aptaldır ve fakat bilmezler.
Atatürk, önemli görerek bu
ayetlerin altını boydan boya çizmiştir.
Dinsiz iftirasına uğrayan
Atatürk'ün anılarında Kur'an-ı Kerim'den süreler okuttuğu ve tefsirini
bilmeyenlere kendi açıkladığı pek çok örnek vardır.
…
Eylül 1924'te Trabzon'a
ilk ziyaretlerinde, din öğretmenlerinin yetersizliği hakkında tespitlerde
bulunduktan sonra, Türkçe meal konusuna ağırlık vermiştir:
"İlk olarak
öğretmenler odasına giden Mustafa Kemal, orada bulunan bütün öğretmenlerle
birer birer tanışıp bir süre sohbet ettikten sonra sorular sormaya başlıyordu.
Sıra din dersi öğretmeni
Ahmet Hamdi Efendi'ye gelmişti. Ondan da, 'Ve't-tini ve'z-zeytun' ayetinin
açıklamasını yapmasını istemiş, öğretmenin soruyu cevaplamak için yarım saat
süre
istemesi üzerine, 'Kaç
yıldan beri öğretmenlik yapıyorsunuz?' diye sormuştu.
Öğretmenin, 'On beş yıldan
beri' diye cevap vermesi üzerine, onbeş yıldan beri bu ayetin açıklamasını
okumadınız mı?' diye soran Mustafa Kemal'e öğretmen, 'Kendisine haksızlık
yapıldığını ve öğretim Yönteminden dolayı Rize iline atandığını anlatarak
mazeret beyan ediyor.
Atatürk Trabzon Lisesi'nde
din dersi öğretmenine sorduğu ayet açıklamasına gerekli yanıtı alamadığını, bu
durumun genç kuşakların eğitimi açısından önemli bir olumsuzluk olduğunu,
bu eksikliğin süratle
giderilerek anlaşılabilir bir Türkçe ile eğitim yapılması gerektiğini Trabzon
gezisi dönüşü uğradığı Samsun'da istiklal Ticaret Lisesi'nde yaptığı konuşmada
açıklamıştır.
…
Kılıç Ali anlatıyor:
Soğuk bir kış günü Cuma
namazı için hazırlık yaptıktan sonra biraz erken Üç Şerefeli Cami'ye gittim.
Cami avlusu Cuma namazı için hareketlenmiş, cemaat camiye girmeye başlamıştı.
İçimden camiye girip
Kur'an okumak arzusu uyandı.
Doğruca müezzin mahfilinde
yer almış bulunan müezzinlere yaklaşarak hafız olduğumu ve Kur'an okumak
İstediğimi söyleyip izin istedim.
'Bir subay, hem de hafız'
diyerek çok sevindiler ve 'Tabii lutfedersiniz, buyurunuz okuyunuz efendim'
dediler. Mahfile çıktım, aralarında yer açtılar. Oturdum ve Kur'an
okumaya başladım. Kısa
zamanda cami tamamen doldu. Cemaat huşû içinde sessizce beni dinliyordu. Cuma
saati geldi, ezan okundu ve ilk sünnet kılındı. Müezzin başı iç ezanı da benim
okumamı işaret etti. Bütün vücudumu dini bir heyecan sarmıştı, Namaz bittikten
sonra cemaatin büyük ilgi ve sevgi gösterisi arasında kalmışken bir er bana
yaklaşarak, 'Efendim, kumandanım sizi İstiyor' deyince, 'Eyvah, resmi elbise
ile ezan okuduğum için usule aykırı bir iş yaptık' diye endişe ve korkuya
kapıldım.
Maiyeti ile avluda
bekleyen kumandana yaklaştım. Bu, Anafartalar'da savaşın akışını değiştiren
dahi, efsane kumandan Albay Mustafa Kemal idi. 'Oğlum, terbiye görmüş güzel bir
sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim '
deyince biraz rahatladım.
'İsmin?'
'Kemal, efendim. '
"Adaşmışız. Hangi
kıtada bulunuyorsun?'
'Efendim, 16. Telgraf
Bölüğü'nün hesap memuru olarak tayin
edildim. '
Yaverine, 'İsmini ve
kıtasını yaz' dedi.
Sonra bana dönerek,
'Oğlum, Edirne'de kaldığımız süre içinde ben Cuma namazına hangi camiye
gidersem sen de o camiye gelecek iç ezanı okuyacaksın' dedi.
'Baş üstüne efendim'
diyerek kumandanı selamladım.
Hafta içinde yaveri Ali
Rıza Bey beni arayarak Mustafa Kemal 'in Cuma namazı için Selimiye Camii'ne
gideceğini ve benim de orada hazır bulunmamı Kur'an ve ezan okumamı, ayrıca
durumun cami görevlilerine de bildirildiğini söyledi.
Namaz çıkışı etrafımı
saran meraklı, takdir ve hayranlıklarını ifade eden cemaatin arasından yine
avluda maiyeti ile beni bekleyen Mustafa Kemal'e selam verdim. Elini uzattı,
hemen
öptüm. 'Oğlum, bugün yine
bizi yaktın. Gelecek haftaya hangi camiye gidersem, sen de oraya geleceksin'
dedi. Ertesi hafta Eski Cami'ye gitmem emredildi. Orada da Kur'an
ve ezan okudum.
…
Cumhuriyetin ilk Diyanet
İşleri Başkanı Rıfat Börekçi'den dealarca dinledik. Börekçi bize şöyle demişti:
Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür,
'Paşam beni mahcub ediyorsunuz' dediğim zaman 'din adamlarına saygı göstermek
Müslümanlığın icaplarındandır' buyururlardı.
"Atatürk için dinsiz
diyenler oldu. Bunu bir moda imiş gibi yayanlar oldu. Onun laik anlayışını
dinsiz gibi göstermekte fayda umanlar oldu fakat hakikat hiç de böyle değildi.
"Atatürk, laikti ve
yobaz aleyhtarıydı.
"Bizim dinimiz en
makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur”
diyor 1923 senesinde; "Atatürk'ün huzurunda bulunan birisi Türklerin millî
dininin
Şamanlık olduğunu söyler.
Atatürk buna
hiddetlenerek, 'Ahmak! Müslümanlık, Türkün millî dinidir. Müslümanlığı Türkler
yaymışlar ve Türkler kendilerine göre en geniş mânâsıyla anlamışlar ve
benimsemişlerdir'
demiştir.”
"Ey millet! Allah
birdir, şanı büyüktür. Allah'ın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.
Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî
gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir.
…
"Atatürk,
Kütahya-Eskişehir savaşlarından sonraki buhranlı günlerde Ankara Tren
İstasyonu'ndaki binada kalırken, bir sabah erken kalkmış ve Ali Metin Çavuş'a 'Acele
olarak Fevzi Paşa'yı ara bul ve hemen buraya gelmesini söyle' demiştir. Ali
Metin Çavuş, Fevzi Paşa'ya ulaştığında Fevzi Paşa da Atatürk'ün yanına gelmek
üzere evden çıkmıştı. Fevzi Paşa, Atatürk'ün yanına gelince Atatürk ona bir
kâğıt, kalem uzatarak, 'Dün gece gördüğün rüyayı yaz ve bana ver' demiştir.
Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde dün gece gördüğü rüyayı yazmıştır.
Yazma işi bitince paşalar karşılıklı olarak kâğıtları değişmişler ve yazdıkları
rüyaları okumuşlardır. Her iki paşa da gülümsemeye başlamıştır. Daha sonra her
iki kâğıdı da görüp okuyan Ali Metin Çavuş, kâğıtlarda aynı rüyanın yazılı
olduğunu görmüştür.
(Rüya şöyledir): Hz.
Muhammed, Hacı Bayram-ı Veli'ye diyor ki: Mustafa'ya söyle korkmasın, sonunda
zafer onların olacaktır ”
…
Atatürk'ün bazı
yazılarında veya icraatlerinde dindar gözükenlere karşı takındığı tavır aslında
İslam dininin muhafazası içindir. Bu konuda Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın Hoş
geldin Atatürk eserinden bir iki alıntı daha yapmak istiyorum.
Bakınız, 1909 'da, 10
numaralı not defterine, 31 Mart vakası olduğunda, dini alet edenler için
Atatürk'ün yazdıklarına bakalım:
Sarık saran hafiyelerin
din perdesi altındaki icraatları menfaatten başka bir şey değildir. Faziletli
din heyeti başımızın tacı, yüceltilmeye ve saygıya değerdir fakat melanet
sağlamak,
adi menfaat maksadıyla din
kisvesine bürünerek, Hz. Muhammed'in mübarek dinini karalayıp, küçük
düşürmekten çekinmeyen birtakım menfaatçiler...
Prof. Dr. Haydar Baş
hocamız kitabında şu tespite yer vermiştir.
Mustafa Kemal'in hayatı
incelendiğinde, gerek gençlik yıllarında, gerek harp döneminde ve sonrasında
genç Cumhuriyetle beraber gelişen süreçte dine aykırı bir tek sözü yoktur.
İslam dini için söylenmiş övgü dolu sözler O'na aittir:
"Din insanların gıdasıdır.
Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye
inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu elbette en mükemmelidir. İslam dini
hepsinden üstündür.”
Mustafa Kemal, gerçek din
âlimleri ile din istismarcılarını, dini siyasete alet eden dincileri
ayırmaktadır.
Bu
konuda son söz Atatürk’ün olsun.
"Tarihimizi okuyunuz,
dinleyiniz... Görürsünüz ki; milleti mahveden, esir eden fenalıklar hep din
kisvesi altında, küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle
karıştırırlar.
Halbuki Elhamdülillah
hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.”
Kaynak: Hoş geldin Atatürk
Prof. Dr. Haydar Baş