Kıbrıstaki yönetimle, Türkiyedeki yönetim iyi bir uyum halinde. Dış politik yaklaşımları, hemen hemen aynı. Talat öncesi dönemde, Denktaş döneminde, dönem dönem uyuşmazlıklar yaşanıyordu. Bazen bu uyumsuzluk kamuoyuna bile yansıyordu. Talatın Cumhurbaşkanı olmasından sonra Kıbrıs davası bir kazanım sağlayabildi mi acaba? Cevap çok açık. Dün KKTCyi dünyada kaç devlet tanıyordu, bu gün kaç devlet tanıyor. Dünden bugüne bu rakam, bir tane bile artmadı.
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyasla el sıkışıp "tek egemenlik, tek vatandaşlık" derken, acaba hangi mesajı vermek istemişti. 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı'nın 34'üncü yıldönümü Cumhurbaşkanı Talat'ın BRTde, Avrupa Birliği'ne, dünyayla bütünleşmeye koşma çağrısı yaparken ABnin KKTCnin lağvedilmesi demek olduğunu; ABnin tek millet tek devlet yani Kıbrıs Devleti adıyla, Türkü azınlık bile kabul etmeden Rumu muhatap almak olduğunu niçin ifade etmedi. Gerçi Sayın Talat, daha işin başında "tek egemenlik, tek vatandaşlık" açıklamasıyla bunu ifade etmişti.
Güya çözüm adına, ne istendiyse verildi. Uyum adına, diyalog adına, barış arayışı adına taviz üstüne taviz verildi de ne oldu. Sayın Erdoğanın "Kıbrıs konusunda hep bir adım öndeyiz" sözünün diplomaside geçersiz olduğu kadar teslimiyetçi bir yaklaşım olduğu da, bu zaman zarfında görülmüş oldu.
Kıbrıs Barış Harekâtının 34. yıl dönümü kutlamalarında konuşan Başbakan Erdoğanın uyguladıkları politikanın yanlış olduğu kamuoyunca anlaşıldıktan sonra Adada kimin çözüm istediğini, kimin uzlaşmaz taraf olduğunu ortaya koyduk. Siyasî kararlılığımız sayesinde dünyanın ezberini bozduk demekle yetiniyor. Şu kadar yıllık geçmişi ve devlet geleneği olan bir ülkenin başbakanının, dünyanın bize bakışını ve nasıl davranacağını bilmesi gerekmez mi?
AKP iktidarı döneminde Yunanistanla yalancı bahar yaşandı. Sayın Erdoğan ailece samimi görüntüler verdi, basının önünde. Sonuçta ne değişti. Şunun iyi bilinmesi gerekir; her devlet Türkiye gibi geçmişinin üzerine bir çizgi çekip, üzerine bir bardak su içmez. Dış politikadaki kırmızı çizgiler, kalemle çizilmemiş ki silinip süpürülsün. Yunanistan diplomatik olarak görüntüde samimi de davransa, esasta devlet politikasını uygulamaktan bir adım geri gitmemiştir. İspat mı istiyorsunuz, işte Selanikte açılan Pontus Rum anıtı. Bu anıt, Yunanistan Parlamentosunun, 1994 yılında, 19 Mayıs gününü sözde Pontus Rum soykırımını anma günü ilan etmelerinin devamı niteliğinde. Yani bundan sonra olacakları bekleyin anlamına da geliyor. Yalnız Kıbrıs değil, sırada İstanbul var, sırada Karadeniz var; yani sırada Türkiye var mesajı veriliyor. Bir başka ifade ile önce Kıbrısın Yunanistana ilhakı olan ENOSİS tutkusu, ardından MEGALO İDEA Büyük Yunanistan hevesi.
Daha yeni doğmuşken, daha annesini bile tanıyamadan doğumunun haftasında katledilen bebeklerin, yürümeye takati olmayan yaşlıların toplu olarak soykırım girişimine tabi tutulmasının üzerinden çok zaman bile geçmedi daha. Rumlar ilk defa katliam girişiminde bulunmuyordu. Daha önce de Türklere yönelik Giritte katliam yapmışlardı. O zaman da binlerce Türk katledilmişti. O zaman da batılı kör olmuştu, sağır olmuştu, dilsiz olmuştu. Dünyanın neresinde Türklere karşı Müslümanlara karşı bir katliam yapılsa, hep aynı tavrı takınırlardı, zaten. Sayın Başbakan bunları da mı bilmiyordu. Bir zamanlar Türk adası olan Giritin entrikalarla elimizden çıkışı ne de çabuk unutuldu. Oysa devlet adamının hafızasının unutma lüksü yoktur.
İnşallah Sayın Erdoğan bu kadar gelişmeden sonra ayıkmıştır. AB sürecinde istenen diyetlerden birisi olan Kıbrıs konusunda, bu güne kadar milli bir politika ortaya konmamış iken, şimdiden sonra milli davamız olan Kıbrısa ve Kıbrıslıya sahip çıkılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, bu gün Giritte bir tane bile Türk yaşamamaktadır.