Avrupa Birliği kuruluş olarak tüm üye ülkelerin insan, eşya, hizmet ve sermaye dolaşımının serbest olduğu ortak bir pazarı temin etmek için kurulmuştur. Uygulamada ise, AB globalleşme pastasından pay almak üzere konumlanmıştır. Birlik üyeleri kendi içinde dengeli bir ekonomik yapıya sahip değildir. Birlik dışı devletlerin yanında, birlik içinde ki küçük ve gelişmekte olan ülkeler de, üretici ve satıcı konumundaki Almanya ve Fransanın pazarı olmuşlardır. Birlik kendi içinde üretenler ve satanlar; tüketenler ve pazar olanlar şeklinde tasnif edilebilir. Özellikle Sovyet bloğundan kopup, ABye katılanlar pazar konumundadır ve yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır. Ekonomisi sıkıntıda olan bu devletler globalizmin büyüsü ile oyalanmakta ve iflasın eşiğine doğru sürüklenmektedir.
Danimarka, İsveç ve İngiltere gibi üye ülkeler para birliği Avroya geçmemişlerdir. Almanya örneğinde görüldüğü gibi Avroya geçen ülkelerde halkın alım gücü azalmış ve fakirleşmeye başlamıştır. İşsizlik artık bir sorun olarak ülkenin gündemine gelmiş, sanayici maliyeti düşürme adına fabrikalarını ülke dışına taşımaya başlamıştır. Buna paralel olarak Almanyanın bütçe açığı ve borcu her geçen gün artmaktadır. Bütçe açığını aldığı dış borçlarla kapatmaya çalışmaktadır. Avrupa devletlerinde işler sarpa sarmış vaziyette. Yunanistan iflasın eşiğine gelmiştir. Yunanistan rekor dış borç ve bütçe açığıyla başı çekerken, diğer AB devletlerinin durumu da iç açıcı değil. İspanya da işsizlik oranı % 17,9a tırmandı; Almanyanın 5 trilyon dolar dış borcu var; İtalyanın kamu yatırımları süratle azalıyor; İngilteredeki yüksek enflasyon korkusu her tarafı sarmış durumdadır. İnsanı yaşlanmış ve pörsümüş, yer altı kaynakları tükenmiş olan Avrupanın gelecek adına bir umudu bulunmamaktadır. Almanyadan örnek verecek olursak nüfus sorununu ülkesinde yaşayan yabancıları asimile ederek çözmeye çalışsa da bunda da istediği sonucu alamayacağı ayan beyandır. Bu durum toplum içindeki huzursuzluk ve güvensizliği de arttırmaktadır. Yunanistana destek konusunda Şansölye Merkelin her koyunun kendi bacağından asılacağını ifade etmesi ABnin içine düştüğü durumu göstermektedir.
Batı'nın bizi ABye almasının hiç mümkün olmadığını 25 yıldan beri her fırsatta ifade eden hatta haykıran tek lider var o da Prof. Dr. Haydar Baştır. Sayın Baş Bizi bu birliğe almazlar. Batı bizi içine sindiremez. Bizim onlarla kan uyuşmazlığımız var. Batıyla medeniyet farklılığımız var vurgularını sıkça kamuoyunun gündemine getirmiştir. Sayın Baş, bizi ABye almazlar sözünden sonra ABnin yapay bir birlik olduğunu ve dağılmaya mahkûm olduğunu bilimsel olarak ekonomik, sosyal ve siyasi verilere dayanarak yıllardan beri ifade etmektedir. 19 Aralık 2004 tarihinde Ankarada tertip edilen Bağımsız Türkiye Partisi İkinci Olağan Kongresinde bir konuşma yapan Prof. Dr. Haydar Baş, Avrupa Birliği süratle çöküşe gidiyor demiş ve bunun sebeplerini şöyle sıralamıştı: Ben ilim adamı olarak konuşuyorum. Avrupa Birliği süratle çöküşe gidiyor. Bunun birinci sebebi Avrupa yer altı kaynaklarını bitirmiştir. İkincisi, Avrupanın nüfusu ihtiyarlamıştır. Üçüncüsü ve en önemlisi birliğe geçtikten sonra Avrupa, emisyonunu genişletme kabiliyetini kaybetmiştir. Bundan sonra Avrupa her geçen gün daha büyük bir para darlığına girecek. Şu an Türkiyenin yaşadığı kaderi Avrupa ülkeleri tek tek daha fazlasını yaşayacak. demiştir.
Bugün diğer dünya devletleri gibi AB de onun sözlerini dinleme noktasına geldi. 30 31 Mart 2007 Almanyada (Heidelberg) Prof. Dr. Haydar Başın insanlığa sunduğu Milli Ekonomi Modeli 25 ülkeden gelen 100ü aşkın ilim adamı tarafından müzakere edildi. Bu Uluslararası Milli Ekonomi Modeli Kongresinde, HollandaAmsderdam Üniversitesinden Prof. Dr. Cornelia Versteegh Prof. Dr. Haydar Başın beni çarpan -AB 15 yılda dağılacak- sözü oldu. Bu nasıl olacak. Sayın Haydar Baş beye ait olan Milli Ekonomi Modeli kitabını okuduktan sonra bunu gördüm. Ben bu kitabın AB tarafından incelenmesini ve istifade edilmesini teklif ediyorum.demiştir.
ABnin gerçek anlamda bir olması için Avrupa Birliği Anayasasının üye ülkeler tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Avrupa Birliği anayasası taslağı imzalanmıştır. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 29 Ekim 2004te İtalyanın başkenti Romada, AB Anayasasına Hıristiyanlık dünyası için tarihi öneme sahip Campidolioda Papa X. Innocenizonun heykeli önünde imza atanlar arasındaydı. İşin ilginç tarafı, hazırlanan anayasa taslağı Avrupa devletlerinde yapılan halk oylamasında onaylanmamasına rağmen Türk hükümet yetkilileri imza atmış, Türk halkına ise ne düşündüğü bile sorulmamıştır.
Avrupa Birliği'nin temelleri, 1951 yılında altı ülkenin katılımıyla oluşturulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile atılmıştır. Türkiye birliğe katılmak için 1959 yılında şimdiki adı AB olan AET'ye ortaklık başvurusu yapmıştır. 51 yıllık adaylık serüveni, iktidarlar değişse de birliğin kapısında bekleme süreci değişmemiştir. AB ülkemize sürekli havuç göstermiş, ülkemiz siyasetçileri de gerek sağdan olsun gerek soldan olsun bu havucun peşinde ömür geçirmişlerdir. Bir başka ifade ile geçen AB adı altında ülkemiz prangalara bağlanmıştır. Geçtiğimiz 51 yıl içerisinde siyaset yapanların hepsi kaybetti. Bu siyasilerin devlet adamlığı sıfatlarını tartışmak gerekir. Tutum ve davranışlarıyla milletin birliğini ve devletin bekasını tehlikeye attılar. Karakolda doğru söyler mahkeme de şaşar misali, muhalefette doğru söyleyenlerde iktidarda şaşmışlardır.
ABnin dağılma sürecine girmesine rağmen bir iman gibi devam ediyor. AB kavramı arkasına saklanarak verilen tavizler, ABye uyum adı altında yapılınca suç olmaktan çıkıyor. Kod adı: AB olan bu işgal süreci karşısında milletimiz ne yapacağını şaşırmış vaziyettedir. Gelişmeler basın, STÖ, siyaset marifetiyle sansür edilmekte her şey tozpembe olarak gösterilmektedir.
ABye uyum adı altında bir takım kriterler ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Kopenhag kriterleri zaman içerisinde en sık karşımıza çıkan kriterlerden olmuştur. Siyasi kriterler adı altında kulağa hoş gelen demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi kavramlar kullanılarak azınlıklara Tanzimat benzeri haklar verilmekte adeta milletin varlığı ve birliği ortadan kaldırılmaktadır. En üst seviyelerde bile egemenliğin tanımı değiştirilmekte yasama, yürütme ve yargı erkleri ABnin gölgesi altında ikinci plana atılmaktadır. Ekonomik olarak kapitalizmin dişlileri arasında ezilen Türkiyeye pazar muamelesi yapılmaktadır. AB müktesebatının kabulü adı altında ABden gelen her şey hoştur senden gelen duruşuyla kabullenmektedir.
Böylesi bir tarihi dönemeçten geçilmektedir. Global güçlerin oyununda oyuncu mu olunacak yoksa millet olarak ayağa dimdik kalkılacak mı; buna karar vermenin zamanı gelmiş hatta geçmektedir. Hareket noktası ulusalcılık, milliyetçilik, halkçılık olanların yapması gereken global gücün etkisi ve esareti altında kalmadan bağımsız bir duruş ortaya koymasıdır. Bunun da yolu Prof. Dr. Haydar Baş beyle birlikte olmaktır.