Son günlerde kamuoyunu meşgul eden iki gündem maddesiyle yatıp kalkıyoruz. Bunlardan birisi Ergenekon, diğeri ise AKPnin kapatılma davası. Bu dönem, içinde yaşadığımız bölgede sorunların ayyuka çıktığı bir dönem, aynı zamanda. Siyasi dengelerin, coğrafi sınırların sürekli değiştiği; adeta kan gölüne dönen Ortadoğuda, neredeyse bütün dünyanın hesapları var. Ortadoğunun yanında, Kafkasya, Balkanlar, Kuzey Afrikada da batılı devletlerin hesapları var. Bu devletler enerji ve su kaynaklarını, ya içinde barındıran veya bu kaynakların aktarım yolu üzerinde bulunan coğrafyada bulunuyorlar. Burada şu noktaya dikkat çekmek isteriz. Bütün bu devletler üzerinde nüfuzu olan tek ülke Türkiyedir. O halde Türkiye hem batının işini zorlaştırabilir, hem de kolaylaştırabilir. Türkiye kendi milli politikasını uyguladığı takdirde, elbette batının işi bozulacaktır. İran devletini de bu kapsamda düşünmek gerekir. Türkiye ve İran, gerek tarihi geçmişi gerekse gelişmişliği bakımından bölgenin stratejik öneme haiz iki ülkesidir. Batıya göre her iki ülkenin de kendi milli politikaları adına devre dışı kalmaları gerekmektedir. Eğer coğrafyamızda ve ülkemizdeki gelişmeleri doğru okumak istiyorsak bu temel tespit doğrultusunda hareket etmemiz gerekir.
Başbakan Erdoğanın dönem dönem tekrarladığı iki ifade, değişim ve satış sözleridir. AKP iktidarını da esasında bu iki kelime ile özetlememiz mümkündür. Yalnız kendi şahsi çizgisinde değişim değil, devlet politikasında da olabildiğince değişim ve elde avuçta ne varsa hepsinin pul parasına satılması. Kırmızı çizgilerin ortadan kaldırılması, dış işlerinin pozisyonunun tamamen değiştirilmesi. AKP iktidarının ilk döneminde, Irak tezkeresi geçmemişken, şimdilerde sanki ABDye bağlı bir bakanlık gibi çalıştığına şahit oluyoruz dışişlerinin. Cengiz Çandar köşesinde son dönemdeki dış politik gelişmeleri şu satırlarla ifade ediyor. - Türkiye-Irak "dış politika-ekonomi-enerji" zeminli "bütünleşme projesi", Körfez-Avrupa jeopolitiğine oturduğu ve Körfez enerji kaynaklarının Batı'ya aktarımını potansiyel "İran tehdidi"nden arındırdığı için, ABD ve AB tarafından "sponsor" edilebilecek bir gelecek tasavvuru. Bu arada, Türkiye, dış politika ve "enerji güvenliği" bakımından, Ortadoğu-Körfez ile Avrupa arasındaki "işlevselliği" ile Amerika-İran arasında da "işlevsel" bir rol kazanmaya başlamış görünüyor.
Böylesi bir Türkiyenin batının menfaatleri açısından kendine gelmemesi gerekmektedir.
Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanmadan, bu dava ile ilgili mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlanmaya devam edilmektedir. Milletin enerjisi sürekli olarak iç çekişmelerle bitirilmektedir. Halk mantığı ile değil de, tepkileriyle karar verir hale getirilmiştir. İletişimdeki gelişmişlik kullanılarak bilgi kirliliği oluşturulmaktadır. Maalesef kanunlar müsaade etmediği halde bu cürüm açıkça işlenmektedir. Perşembe akşamı 32. GÜN de canlı yayına katılan Tuncay Güney ısrarla bir konunun altını çizdi. Yeni Şafak gazetesinden isim de vererek açıklama yapması için kendisine sürekli belgeler gönderildiğini ifade etti. Soruşturmanın ilk gününden beri ismi geçen bir kişinin yapacağı açıklama elbette daha çok dikkat çekecekti. O yüzden Tuncay Güney yönlendirilmek isteniyordu.
Ergenekon davasında gün geçmesin ki bu kadar yoğun olarak ortaya konan bilgi kirliliği, niçin bu denli teşvik edilmektedir. İddianame aşamasından itibaren bu denli yoğun bilgi akışı kim veya kimler tarafından teşvik edilmektedir. Toz duman olan bu ortamdan kimler etkilenmektedir.
Mahkemenin sonucu ne olur bilinmez. Ancak şunu net olarak ifade edebiliriz ki, meselenin şuyuu vukuundan beter sonuç vermiştir. Devletin kurumlarının güvenirliliği, kamuoyu nezdinde zarar görmüştür. Vatandaşın zihni bulandırılarak, duygu ve düşünceleri etki altına alınmıştır. Ordu, adalet mekanizması, aile, devlet, gazete sayfalarında, TV ekranlarında boy boy tartışılarak hedef tahtasına oturtulmuştur.
Suçlu ve taşeronlar ortadadır.