Tanzimatın gereği uygulanan serbest ticaret sonucu, Avrupaya karşı rekabet edemeyen ekonomi çöküntü içine girmiştir. Ekonomiyi bir işgal aracı olarak kullanan batı, devlet olarak başımıza şartları ağırlaşan kapitülasyonlar ile musallat olmuştur. Bırakınız eşit koşullarda rekabeti, yabancılara tanınan ayrıcalıklar sonucu, yabancılar mallarını istedikleri şekilde bize satabiliyor; biz ise aynı koşullarda onlara mal satamıyorduk. İthalatla, sanayimiz de geriye gitmiş, böylece ekonomi yabancıların eline geçmişti. Onlar tüccar, biz ise pazar olmuştuk. Hemen belirtmekte fayda var. Bugün Avrupa ile ticari münasebetler bundan farklı değildir, hatta bizim aleyhimize daha ağır şartlar söz konusudur. Bugün yine aynı noktaya gelinmiş, onlar tüccar biz pazar olgusu yine gerçekleşmiştir.
Tanzimatın azınlıklara sağladığı ayrıcalıklarla, milletimiz geri plana itiliyor, batı hayranlığı Osmanlı devletinin çöküşünü hızlandırıyordu. Neticede milleti millet yapan iç dinamiklerini hareke geçiremeyen Osmanlı Devleti, işgalden ve yıkılmaktan kurtulamadı.
Ortaya konan Kuvay-ı Milliye, Mustafa Kemal Atatürkün Türk milleti ile bütünleşmesi ve verilen Milli Mücadeleyle genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş senedi hükmündeki Lozan Antlaşması ile azınlıklara tanınan haklar iptal edilmiştir. Fakat batılı, Şark Projesi ile topraklarımızı ele geçirme hedefinden vazgeçmemiştir. Lozandaki görüşmeler sırasında, İngiliz dışişleri bakanı Lord Coursonun İnönüye hitaben söylediği Siz tüm isteklerimi red ediyorsunuz, fakat ben bunları cebime atıyorum, yarın bunları tek tek çıkaracağım
sözü batılının hedeflerine ve günümüzde yaşanan gelişmelere ışık tutması açısından önemlidir.
Gelelim günümüze, Avrupa Birliğine üyelik adı altında batılı devletler hedeflerine ulaşmak için ülkemize karşı soyut harp uygulamaktadır. Gerek nüfus üzerindeki ayrılıkçı çalışmalar, gerek ulusal ekonomiyi çökertmeye yönelik uygulamalar; gerek eğitim ve kültürü yozlaştırılarak, gerekse dil ve din başta olmak üzere milleti millet yapan unsurlar tahrip edilerek, milletimiz ve devletimiz çökertilmek istenmektedir. Bir devletin dikey büyüklüğü olan siyasi, ekonomik ve kültürel değerlerin yıkılmasından sonra, yatay büyüklüğü olan topraklarının işgali ve ele geçirilmesi sürecine gelinebilecektir. Genel çerçeve itibarıyla ülkemizde yaşanan bu tablodur.
Ülkemizde yaşanan etnisite sorunu ve kardeşin kardeşe düşman edilmesi, ulusal ekonominin çökertilmesi, eğitim ve kültürümüzün yozlaştırılması ile yaşanan ahlaki bunalım, dilde yozlaşma ile nesilden nesile aktarılan değerlerin kaybedilmesi, yapılan Dinlerarası Diyalog çalışmaları, ılımlı İslam adıyla dinde yapılmak istenen reform çalışmaları ve bu çalışmaların yurt dışı mihraklarca desteklenmesi ve yönlendirilmesi, üstüne üstlük devletin değişik kademelerinde bulunanlarca bu çalışmaların yürütülmesi, ülkemize yöneltilen soyut savaşta gelinen seviyenin ne kadar kritik olduğunu göstermektedir.
AB devletlerini memnun edebilme adına, AKP hükümeti tarafından kabul edilen Vakıflar Yasası ile Lozan delinmiş, azınlıklara yeniden abartılı haklar verilmiştir. Üstelik uluslar arası hukukta genel kabul gören mütekabiliyet esasları göz ardı edilmiştir. Örnek verecek olursak batı Trakyadaki bizim vakıflarımıza ve soydaşlarımıza tanınmayan haklar, ülkemizde yaşayan azınlıklara ve vakıflarına tanınmıştır. Millete ait olan mallar sanki siyasi iktidara aitmiş gibi irade kullanılmıştır. Osmanlının son döneminde yıkıcı faaliyetlerde bulunan vakıflara verilen siyasi, kültürel ve ekonomik hakların benzerlerinin bu günkülere sağlanması sonucunda misyonerlik faaliyetleri artacak kısa süre içerisinde geçmişteki fonksiyonlarına devam edebileceklerdir.
Sanki savaş kaybetmiş bir ülke gibi, ABye üyelik sürecinde devlet ve millet adına verilen bu kadar tavize rağmen, Avrupa devletleri Türkiyeyi üyeliğe kabul edecekler mi?
01.01.2006 tarihinden itibaren Müslüman ülkelerden gelen Alman vatandaşlığına aday şahısların, Baden-Württemberg Eyaleti'nde zihniyet ve anayasaya sadakatleri ile cevaplaması gereken sorulara bakıldığında bu sorunun cevabına dair fikir verecektir.
- Kızınızın başka inançtan birisiyle evlenmesi ya da istemediğiniz bir mesleği seçmesi durumunda ne yaparsınız?
- Kızınız ya da eşiniz Almanlar gibi giyinmek istediği zaman ne yaparsınız? Engeller misiniz? Engellerseniz nasıl?
- Kızınız ya da kız kardeşiniz eve geldi ve cinsel tacize uğradığını söyledi. Anne/baba/kardeş olarak ne yaparsınız?
- Oğlunuz eşcinsel olduğunu ve başka bir erkekle birlikte yaşamak istediğini söylediğinizde tepkiniz nasıl olur?
(bak: http://www.gencer-coll.de/basin/pdf/30_soru_baden_wuerttemberg_vicdan_testi.pdf)
Yukarda birkaçını örnek verdiğimiz sorulara nasıl cevap verilmesi gerekiyor. Birinci soruya katiyen kabul etmem derseniz, ikinci soruya giyinmesine müsaade etmem derseniz, üçüncü soruya taciz edene gereken cezanın verilmesi için gayret ederim, dördüncü soruya kahrolurum, engellemek için harekete geçerim derseniz Alman vatandaşı olmanız mümkün değil. Alman zihniyet ve anayasalarına sadakat sorularını sormanın sebebi bir Müslüman-Türk gibi düşünüp yaşıyor musunuz? Milli mana ve ruh sizde refleks seviyesinde bile kalmış ise Alman vatandaşı olmanız mümkün değil. AB üyelik sürecinde de bahsedilen hazmetme kapasitesi Türklükten ve Müslümanlıktan eser kalmayacak şekilde değişim geçirmek demektir. Değişimin de ötesinde bir Hıristiyan-Alman gibi düşünmek gerekmektedir.
Son günlerde Avrupada Türklere ait evlerin yakıldığına şahit oluyoruz. Almanya'nın Solingen kentinde 1993 tarihinde meydana gelen bir Türk ailesinin evinin kundaklanması sonucu aynı aileden 5 Türk'ün ölümüyle sonuçlanan yangın hala hafızalarımızda canlılığını koruyor. Ludwigshafende Türklere ait bir binada çıkan ve 5'i çocuk 9 kişinin ölümü, ikisi ağır, 20 kardeşimizin yaralanması Avrupalının kendisi gibi düşünmeyen ve kendisi gibi yaşamayan insanlarla birlikte olmak istemediğini göstermektedir. Avrupalı her fırsatta Türkleri kendi memleketlerinde kabul etmediklerini ifade ediyor. Bu ifade tarzı değişik biçimlerde de olabiliyor. Türkler Alman vatandaşı olmuş da olsalar Almanların gözünde yine tehdit olarak algılanmaktadır. Batı da, gerek Türklere gerekse diğer Müslüman ülke vatandaşlarına karşı bir antipati söz konusu. Bu şahıs planında böyle olduğu gibi toplum ve devlet planında da böyledir. Avrupada her geçen gün Türk ve Müslüman aleyhtarlığı artmaktadır.
Türkiyenin yıllanmış AB üyelik süreci boyunca neredeyse taviz verilmedik bir konu kalmamasına rağmen Türkiye sürekli Avrupanın dış kapısında bekletilmektedir. Uzun süreden beri Avrupada yaşamalarına rağmen insanımız hala hor ve hakir görülmeye devam edilmektedir. Avrupalı niçin Türk Milletini kabul etmemektedir? Onun kabul etmediği Türkün dilidir, ırkıdır, dinidir, milliyetidir. İşte tam da bütün bu gelişmeler yaşanırken, Sayın Tayyip Erdoğanın Almanyada yaptığı konuşma, AKP hükümetinin duruşunun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne serdi. Almanya da yaşayan Türklere bakın ne diyor sayın başbakan:
Dili, ırkı, dini, milliyeti bir tarafa bırakıp insanlık ortak paydasında entegre olunuz
Buradaki huzurunuz Alman vatandaşlığına entegre olmakla mümkündür
Bir insan düşünün ki, dilini bir tarafa bıraksın,
Bir insan düşünün ki, dinini bir tarafa bıraksın,
Bir insan düşünün ki, ırkını bir tarafa bıraksın,
Bir insan düşünün ki, milliyetini bir tarafa bıraksın.
İnsanı insan yapan değerler dili, dini, ırkı, milliyeti değil mi... Bunlardan başka hangi unsurlar insanı insan yapar. Kazandığı para mı, yediği yemek mi, yaşadığı ev mi
Sayın Başbakana göre Alman vatandaşı olmak için bütün bu değerleri bir tarafa bırakmak gerekiyor. Dikkat edilirse, Almanyanın vatandaşlık için istedikleri de bunlar. Bu değerler kaybedildiği zaman ortada ne Müslümanlık kalacak ne de Türklük kalacaktır. Ortaya çıkacak olan ancak batının istediği KÖLE tıynetli insan tipidir. Batılı efendilerine hizmet edecek onun adına hareket edecek bir insan siluetinde bir yaratık. Eşbaşkanlığını Tayyip Erdoğanın yaptığı Büyük Ortadoğu Projesi ve Medeniyetler İttifakı işte bu insan tipinin ortaya çıkması için batılıların ortaya koyduğu çalışmalardan iki tanesidir.
Türkiye yol ayrımında; Türk milleti de yol ayrımında. Gelinen nokta son derece kritik bir noktadır. Burada devletin de milletin de duruşu hayati öneme haiz. Yıllardan beri ülkemiz üzerinde, milletimiz üzerinde uygulanan değişik mücadele ve harp taktikleri artık son safhasına gelmiş durumda. Tanzimatla başlanan Avrupa yolculuğu hezimetle sonuçlanmıştır. Yanlışta ısrarın kimseye faydası yoktur. Bu gündem bağlantısız ve bağımsız bütün düşünürler, akademisyenler, yetkililer ve ilgililer tarafından masaya yatırılmalıdır. Bizi biz yapan milli değerler yeniden analiz edilmeli ve ihya edilmelidir.
Dr. Ahmet
İCMAL