Haydar Baş Hoca hayatı boyunca birçok eser ortaya koyan bir
sanatçı idi. Çok ciddi tezler, fikirler, modeller, projeler ortaya koydu. Hepsinin
özünde hep insan vardı. Hayatını en zor olan şeye, insan yetiştirmeye
adamıştı. Biz Allah sevgisini, Peygamber sevgisini, Ehl-i Beyt sevgisini,
Atatürk sevgisini, vatan sevgisini, millet sevgisini, kısacası “insan” olmayı
O’ndan öğrendik. Bence O’nun en büyük eseri insandı. Kadrosundaki her ferdi büyük
bir itina ile yetiştirmişti.
BTP Genel Başkanı
Hüseyin Baş, hafta başı manifesto niteliğinde bir makale kaleme aldı. O da aynı
Haydar Baş Hocam gibi, kadrosuna sahip çıkarak; kutlu kaderler yaşamak için çıktığı
kutlu yolculukta “önce insan” ölçüsünü düstur edindiğini gösterdi.
Hüseyin Baş’ın ifadesi
ile Haydar Hocam kadrosunu hep evlatları olarak gördü, hem de “candan”
evlatları olarak.
Bir insan hayatta en
çok neyi sever? Hiç şüphesiz evladını. Dolayısıyla, Haydar Hoca ile kadrosu
arasındaki sevgi bağını anlatacak bundan daha güzel bir kelime olamazdı.
Ben şahidim, Hüseyin
Baş; tam böyle bir evlat idi, hem “kandan” hem “candan”.
Hocam hep bizleri
“candan” evlatları olarak gördü, babalık yaptı. Maddi
olsun, manevi olsun tüm sorunlarımızla bire bir ilgilendi. En basit meselemizden,
en karmaşık meselelerimize zaman harcadı,
yoğunlaştı, çözüm üretti. Hep babalar fedakardır, evlatlarından hiçbir karşılık
beklemeden onları kuşatırlar. Haydar Hocam da öyle yaptı. Yani tam bir “baba”
idi, hem de “candan”. Ben O’nun babalığını yaşantımın her aşamasında yaşadım.
Bu çok net. Acaba ben de O’na “evlat” olmayı başarabildim mi? Ah, ah bir
bilebilsem!
Makalesinin ikinci kısmında kadrosuna sesleniyor, Hüseyin Baş.
Ve kadrosunu “dava arkadaşları” olarak tanımlıyor.
Kadroya evlat ya da dava
arkadaşı gözü ile bakmak, “Baba Devlet”i yönetmeye talip liderin bakış
açısıdır. Bu bakış açısı, liderin kendini vatanına, milletine adadığının da
ilanıdır. Aynen bir babanın, hayatını evladına adaması gibi.
Kadro olarak, millet
olarak bu anlayışa sahip lidere sahip olduğumuz için çok şanslıyız.
Böyle bir liderin dava
arkadaşı olmak onur vericidir.
Hüseyin Baş, kadrosuna
bu yaklaşımı ile büyük bir erdemlik göstermiştir.
Bakınız insan
vücudunda farklı fonksiyonları olan birçok organ ve hücre vardır. Göz görür, kulak işitir… vs. Bu organ ve hücreler birbirleriyle uyum içinde çalışır. Bu uyumun ve
sorunsuz çalışmanın denetleyicisi ve düzenleyicisi sistem sinir sistemidir. Bu
sistemin de başında beyin vardır. Beyin adeta vücudun merkezidir.
Şöyle bir
çevrenize bakın. Sağır bir insan duymaz ama yaşar, âma bir insan görmez ama
yaşar, kolsuz bir insan kolunu kullanamaz ama yaşar, dilsiz bir insan konuşamaz
ama yaşar. Hatta engelliler, diğer organlarını geliştirerek bu engelini
azaltır. Mesela iki kolu olmadığı halde ayaklarıyla resim yapan sanatçılarımız
gibi.
Yukarıda
saydığımız organ ya da organeller adını saymadıklarımız gibi çok önemlidirler,
değerlidirler. Ama nereye kadar? Beyin ile uyumlu çalıştıkları sürece. Organa
düşen, diğer organlarla ve beyinle uyumlu çalışmaktır. Kanser, vücuttaki organ
veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp kontrolsüz çoğalmasıyla
beliren hastalık grubudur. Hücre vücuda aittir, ama düzensizdir, tertipsizdir,
diğer hücrelerle uyum içerisinde değildir, esas fonksiyonundan uzaklaşmıştır.
Yani uyumsuz, başıboş hücre çok da çalışsa olacağı kanser hücresi olmaktır.
O zaman
vücuttaki organa düşen, vücudun fonksiyonlarına uygun olarak, beyinle ve diğer
organlarla uyumlu bir şekilde çalışmak, üzerine düşen görevi en muntazam
şekilde yapmaktır.
İşte bir davada
liderin rolü, beyin gibidir. Kadronun da görevi bir organ ya da hücre olmaktır.
Bakınız
Rauf Orbay Mustafa Kemal Atatürk için söylediği sözle liderin davadaki rolünü
ne güzel özetlemiş:
"Hiçbirimiz
olmasaydık Kurtuluş Savaşını, Atatürk gene başarırdı. Ama o olmasaydı hiç
birimiz, onun yaptığını yapamazdık."
Kutlu kaderler yaşama
yolunda Haydar Hocaya evlat, Hüseyin Baş’a yoldaş olabilmek dilek ve arzusu
ile…