Eşref-i mahluk olarak yaratılan insanın dünyadaki hayatiyetini devam ettirebilmesi için gerekli olan bütün kaynaklar dünyada vardır ve sınırsızdır. Fakat insanın bütün bu kaynaklardan istifade edeceği ihtiyaçları ise sınırlıdır. İşte sınırsız olan bu kaynaklardan sınırlı ihtiyaçları karşılanan insanın tek gayesi olmalıdır, oda Allaha kul olup, ebedi hayat olan ahirete kendini hazırlamak. Bu manada Müslümanın geçim diye bir derdinin olmaması gerekmektedir.
İslamdan önce toplum asiller (zenginler), fakirler ve köleler olarak sınıflara ayrılmıştı. İnsanlar mal gibi alınıp satılıyor, fakirler hor ve hakir görülüp bir parça ekmeğe muhtaç hale getirilerek sömürü neticesinde süründürülüyordu, insanın hiçbir değeri ve kıymeti yoktu, insanlık cahil-iye dönemini en vahşi bir şekilde yaşıyordu. İşte böyle bir dönemde Hz. Muhammet (sav) İslam dini ile bu sınıfsal ayırıma son vererek insanların eşit yaratıldığını, helal haram sınırını ortaya koyarak sömürüye son verdiğini bütün insanlığa haykırmıştır. Çünkü fakirlik ve kölelik sömürü neticesinde ortaya çıkan bir olgudur.
İslam da helal haram ölçülerine riayet edilip meşru yollardan bilgi ve yetenekler kullanılarak çalışıp zengin olmak vardır. Ancak bu zenginlik hiçbir zaman devletin zenginliğinin üzerine çıkamaz.Bizim inancımızda kültürümüzde devlet babadır ve çok zengindir, devlet bu zenginliğini vatandaşın hizmetinde kullanır ve fakirlik ortadan kalkar. Nasıl ki zengin bir babanın çocukları fakir olmazsa, zengin devletin vatandaşları fakir olmaz. Bütün vatandaşların canı, malı, namusu, geçimi, eğitimi, sağlığı ve inancı devletin teminatı altındadır. İşte bütün bu mukaddes değerlerimizi koruyup emniyet altına aldığı için bizde devlet mukaddestir. Böyle bir devletin varlığını devam ettirebilmesi için seve seve canı feda etmek ise şehitlik ile ödüllendirilmiştir.
Devlet bütün varlığını milletine hizmet için kullandığından devletin malını yemek yetim malını yemekle eş tutulmuş ve haram kabul edilmiştir. Çünkü devletin malı beytül maldır ve millete aittir ve o malda tüyü bitmedik yetimlerin hakkı vardır. Bizde devletin malı deniz, yemeyen domuz diye bir anlayış yoktur, bu anlayış bize batı kültüründen ithal edilmiştir.Tam tersi bizde devletin malı denizdir ama o malı yemek domuzluk olarak değerlendirilir, çünkü o mal, bütün milletin hakkıdır, kul hakkıdır. Kul hakkıyla ölen insanın yeri cehennemde Esfel-i Safilindir.
Devleti idare edenler şunu çok iyi bilmelidirler devletin malını ne kendileri yemelidirler ne de başkasına yedirmemelidirler, hele hele yabancılara hiç yedirmemelidirler aksi halde bunun hesabını ne dünyada nede ahrette Allaha veremezler. Şimdi özelleştirilme adı altında devletin ve milletin malını yabancılara satmanın mantığı ne olabilir. Yabancı sermayeyi Türkiye ye çekerek yeraltı ve yerüstü kaynaklarını peşkeş çekmek beytül malı talan etmekten başka bir şey değildir ve kul hakkıdır. Yabancı sermayeye özeleştirmeyi parti programlarına alan devleti yönetmeye talip siyasilerin birbirlerinden hiçbir farkı yoktur.
Unutulmamalıdır ki siyasilerin amacı devleti yaşatmak olmalıdır.Devletin yaşaması için Milli bir Ekonomi Modeli ile ekonomi yabancıların tahakkümünden ve talanından kurtarılmalıdır. Buna bağlı olarak ekonomik rahatlığa kavuşan devletin sosyal devlet, milli devlet ve hukuk devleti olup adil olması sağlanmalıdır. Adalet haklıya hakkını vermek haksıza da haddini bildirmek olarak tarif edilir, ancak böyle bir devlet yapısı içinde millet huzurlu olur güvenli olur ve yaşar, insanın yaşatıldığı toplumda ise devletin ömrü uzun olur Devlet-i ebed-i müddet işte budur. Osmanlı devletinin manevi mimarı şeyh Edebali Osman beye nasihatinin sonunda şunu söylemiştir Ey oğul insanı yaşat ki devlet yaşasın.
Mehmet İNEKÇİOĞLU