Hz. Peygamber’in oğlum dediği Hz. Hüseyin Kerbela’da, Tarih Muharrem ayının dokuzu, günlerden Perşembe. Yezit’in 30 bin leşkelerleri İmam Hüseyin’in karşısında, kufe valisi Ubeydullah bin Ziyad’tan gelen emirle, İmam Hüseyin’le birlikte yetmiş kişi olan Muhsinlere karşı savaş hazırlığındalar. Ordunun komutanı Ömer bin saad diğer komutanlar Şebes, Şimir ve Ribi.
Savaş hazırlığı haberini alan İmam Hüseyin kardeşi Hz. Abbas’ı elçi olarak Yezit’in komutanlarından olan Ömer bin Saad’a gönderir. Hz. Abbas komutana bir gün mühlet verilerek savaşın yarına, yani cuma gününe ertelenmesini ister, komutanlar arasında uzun tartışmalardan sonra istek kabul edilir.
İmam Hüseyin savaş hazırlığına başlar, akşamına da (Cuma akşamı) Muhsinlerini etrafına toplar yatsı namazını kıldıktan sonra sohbet eder sohbetin ardından sesli olarak başlarlar Zikrullah’a.
Lailahe illallah, “Allahtan başka ilah yoktur” sözü tekrarlandıkça, Muhsinler aldıkları bu nefeslerle ciğerlerini yıkıyorlar, kendilerine dönen aynı sesle duyuşlarını temize çekiyorlardı. Hançerlerden boşalan “la ilahe” ile semanın ve arzın ilahlığına soyunanları teker teker reddediyorlar, “illallah” ile kimin terbiyesinde olduklarını, tevekküllerinin sahibini ve dönüşün yerini bir bir ikrar ediyorlardı.
“Lailahe illallah… Lailahe illalah…”
İmam Hüseyin’in gözleri kapalıydı hala, bir an Kelime-i Tevhit’i yüksek perdeden yeniledikten sonra, bu kez, “la mahbube illallah…” deyiverdi. Artık “Allahtan başka sevgili yoktur” sözünün ikrarındaydılar.
“La mahbube illallah… La mahbube illallah…”
O’ydu sevip sevilen. Kendisinden başka Sevda gâh olmayan…
O’ydu yarattığı tüm sevgileri Kendinde birleyen…
Âlemlerin Rabbi Vedud olan Allah’tı. Sevip sevilen Rab her bir kulunun nankörlüğüne aldırmaksızın sevgi üzere var edendi.
“La mahbube illallah… La mahbube illallah…”
Habibullah’ın- ismiyle ve manasıyla- Güzel oğlu ezkarı değiştirecekti artık. Evvelkilerden daha gür nidalarla, “La mevcude İllallah…” ikrarınaydı… Allahtan gayrisi yoktur. Var olan O’dur ve bizler sadece vehimleriz. Mevcut O, bizlerse hiç…”
La mevcude İllallah… La mevcude İllallah…”
İmam Hüseyin İllallah deyiverdi ve kıyama durdu bunu gören yoldaşları da ona uymuşlardı. Müsanna’nın ve Ali Ekber’in kollarından tutup kendisine çekti. Omuz omzaydılar. Diğer Muhsinlerin de kolları yanı başlarındaki refiklerininkiyle iç içeydi. Birbirlerine zincirlenmişlercesine halka halindeydiler, yekvücut olarak tavafa hazırdılar.
Kısa süren sessizliğin ardınca İmam Hüseyin gözlerini kapayıp “Hay!” demeye başladı… “Ey her dem diri olan Rabbim! Yokluktaki kuluna Aşkınla Dirilik ver!”
“Hay!” diyordu Muhsinler.” Ey Rabbimiz! Resulünle ve Onun Al-i Beyti’yle yakınlıkta bizlere Dirilik lütfet!”
“Hay Allah, Hay Allah…”
Kerbela arzından Muharrem semasına yükselen, sonra arştan yeryüzüne inen bu sese tüm kâinat iştirakteydi. Ciğerlerindeki nefesleri “Hay! Diyerek dışarı atan Muhsinler altı yönden kendilerine dönen “Abdulhayy” hitabını yüreklerinde hissediyorlardı. Onlar ki, her dem diri olanın kullarıydılar. Ölümlülerin eliyle ölüm yoktu onlara.
İmam Hüseyin halkadan ayrılıp refiklerinin ortasına geçmişti. Olduğu yerde dönüyordu. Kalbin dili “Hay! Zikrindeydi ya,”Hay!” diyenler ayaklarının altındaki toprağın sallandığını, mehtabı süsleyen ay ve yıldızların titreştiklerini hissediyorlardı.
Arş ezkarla dolup taşarken, kimi sadırlar gayrı Hay istivagahıydı. Âlemlerin Rabbinde dirilik bulan Abdulhayylar farkındaydılar ölüm tadılacaktı. Bu acının tenlere ulaşacağı mutlaktı. Ama Allah bakiydi ve O’ndan bir nefha olan ruh, ten kafesinden azat olarak Rabbin diriliğine uzanacaktı.
Gecenin son üçte birine değin tekrarlanan zikrullah nihayet bulurken, İmam Hüseyin yüzünü kıbleye dönüp secdeye kapanı verdi ve kendisini anmayı nasip eden Rabbine şükreyledi. Alnı topraktan doğrulduğunda, bir süre sessiz kalıp sonra kollarını iki yanına açarak, “Hatırlayın! diye seslendi. “Dedem Resulullah bu ayın onuncu gününü önceki ümmetler gibi oruçla geçirirdi. Evvelkilere benzememek içinse kâh dokuzuncu günden başlardı tutmaya, kâh on birine dek bunu devam ettirirdi. AŞKIN ŞEHİDİ İMAM HÜSEYİN
Mehmet İNEKÇİOĞLU
[email protected]