Çok büyük bir acı yaşıyoruz. Prof. Dr. Haydar Baş'ı kaybetmenin üzüntüsü çok büyük ve dayanılmaz. Onun yeri hiçbir anlamda asla dolmayacak. Ne bir siyaset adamı olarak ne bir ilim adamı olarak ne de bir eğitimci olarak, ne de mana insanı, çözüm insanı olarak. Ancak elbette ki eserleri ilelebet yaşayacak, yaşatacağız.
Onu bugüne kadar fikirleriyle çok anlattım. Ama özel hayatımdaki yerinden hiç bahsetmedim bugüne kadar. Onu niye bu kadar çok sevdim? İlk tanıdığım günden beri 27 yıldır niye yanından hiç ayrılmadım? Ve inşaallah en büyük duam odur ki ahirette de onunla beraber olayım.
Prof. Dr. Haydar Baş, kelimenin tam anlamıyla babaydı. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki insanlar yeri geliyor öz anasına babasına bile güvenemiyor. Ama o güven demekti benim için. Ben bilirdim ki başıma bir şey gelse ve ona müracaat etsem mutlaka yardım eder, yol gösterir, korur, kollar, gözetir. Kötü günde de iyi günde de asla yalnız bırakmaz. Bir konuda aklıma bir şey takılsa bilirdim ki onda mutlaka cevabı vardır. Yanlışa düşecek olsam bilirdim ki müsaade etmez, hemen düzeltir. Kızdı mı celalli olurdu ama sizin samimiyetinizi, üzüldüğünüzü gördüğünde de öyle merhametli olurdu ki... Bilirdim ki kızması da iltifat etmesi de yerindedir ve benim iyiliğim içindir.
Ne zaman birinin hastası ya da cenazesi olsa ordadır. Hem de gerekiyorsa maddi desteğiyle, duasıyla, defin işlemlerini yerine getirmekten tutun da aklınıza ne geliyorsa. İnsan cenazeye özenir mi? Onun defnettiği cenazeye bile özendim ben. Hep isterdim ki o benden sonraya kalsın da benim arkamdan da cenaze işlemlerimi duamı o yapsın. Ama takdir-i İlahi böyleymiş. Ne zaman birinin düğünü olsa o yine ordadır. Takısını alır gelir. Şarkılara katılır söyler, horona kalkar oynar. Düğünün neşesi olurdu da o salonu terk edince düğün bitmiş gibi olurdu. Hep isterdim ki benim çocuklarımın düğünlerinin neşesi de o olsun ama artık bu mümkün olamayacak, kısmet değilmiş.
Hayatımda ondan daha misafirperver, daha cömert bir insan tanımadım. Yedirmeyi içirmeyi bu kadar seven, misafir ağırlamaktan bu kadar zevk alan biri olamaz. İstişare toplantılarımız olup, Trabzon'daki evine gideceğimizde toplantı gündeminden önce ikram edeceği yemek menüsünün haberi gelirdi. Daha gider gitmez 'Hoş geldiniz. Size döner yaptırdım, güveç yaptırdım' diye saymaya başlardı. Bundan sonra güveç yiyebilir miyim bilmiyorum. Gittiğimizde hiç bırakmak istemez, dönmek için izin istediğimizde hep yüzü düşerdi. 'Sabah namazına da kalın, haşlama yiyelim' deyiverirdi hemen. Keşke daha uzun kalsaydım yanında, keşke onunla geçen her bir anın tadını daha çok çıkarsaydım. Nereden bilirdim ayrılığın bu kadar çabuk, böyle zamansız geleceğini?
Kadına onun kadar değer veren kimseyi de görmedim. O toplantılarda biz birkaç bayan olurduk ve bize hep pozitif ayrımcılık yapardı. Çaylarımız, meyvelerimiz önümüze gelir, masaya önce bizi oturtur, önce bize söz hakkı verirdi.
Çocukları da öyle severdi ki... Torunlarıyla şakalaştığı, onları kucağına alıp sevdiği anlar izlemeye doyamayacağınız muhabbetli anlar olurdu. Onları ağlarken görse hiç dayanamazdı. İstişareye çok önem verirdi. O ortamdaki herkesin fikrini mutlaka alırdı. 8-10 yaşında bir çocuk bile olsa bize davrandığı gibi davranırdı. Onlar bile şaşırırlardı kendilerine söz verilmesine.
Her davranışı ile örnekti. İnsana değer verirdi ve yatırım yapardı. Nerede yeni biriyle tanışsa hemen başlardı anlatmaya. Gençleri çok desteklerdi. Yüzlerce öğrenciye burs verdi, yetiştirdi, öyle güvendi ki daha yirmili yaşlarında televizyon programlarını onlara emanet etti.
Onun için saat, zaman kavramı yoktu. Doğru dürüst uyumazdı. Gece 12'de 'bir şey görüşeceğim gelsin' deyip çağırtır, uzun uzun sohbet ederdi. Bir anda telefon çalar, 'Hemen filanca kanalı aç. Şu konu hakkında konuşuyorlar. Zannımca öyle olmaması lazım. Hemen araştır bana rapor ver' der kapatırdı. Sonra gece 2'de aratır, 'Yarın televizyonda bu konuda şöyle şöyle konuşsun, anlatsın, millet doğru bilgilensin' derdi.
Ömrü hep milletini düşünmekle onlara nasıl daha yararlı olurum, kadromu nasıl eğitirim de milletimize onlarla beraber hizmet ederim diye didinir dururdu. Artık gece yarısı aniden telefonum çalmayacak. Ya da dinleyici olduğum bir programda bir anda sunucu arkadaş arayıp 'Sizi anons edeceğim. Genel başkan sizin de konuşmanızı istiyor' dediği için heyecanlanmayacağım.
Artık birlikte seyahat edemeyeceğiz. Halbuki birlikte hac yapacağız diye konuşmuştuk. Olamayacak... Birlikte gittiğimiz Necef ziyaretimizin anılarıyla avunacağım. Hz. Ali'nin türbesini ziyaret ettiğimiz anı nasıl unuturum? Birlikte yaptığımız Urfa, Elazığ gezilerini ve nicelerini unutmak mümkün mü? Hani atalarımız der ya insan insanı yolculukta tanırmış diye. Beraber hareket ettiği herkesi düşünen, yediğini doyduğunu soran, konvoy halinde gezerken herkesi tek tek araçlara bindiler mi diye kontrol eden, hız yapmama konusunda uyaran, ziyaret ettiklerine elleri kolları hediyelerle giden, davetlere icabet etmeye özen gösteren başka böyle bir kimse var mıdır acaba? Bir seferinde Bursa'dan birlikte dönerken ben kendi aracımı kullanıyorum diye endişelenmiş, kendi aracını arkasından takip etmemi istemiş, yolda da kaç kere aratmıştı. İnsanların kendi öz çocuklarına göstermediği ilgiyi, özeni o bizim her birimize ayrı ayrı gösterirdi. Onsuz hayat öyle boş ve eksik olacak ki nasıl geçecek bilemiyorum.
Artık kimse bana bir anda 'Asude, sen konuş' demeyecek. Kimse benimle tabağındaki bıldırcınları paylaşmayacak, 'O öyle yenmez, bak böyle çıtır çıtır kemikleriyle yiyeceksin' diye öğretmeyecek. Artık kimse 'Genel Başkan İstanbul'a gelmiş' diye beni aramayacak ve ben onu görmek için koşa koşa gitmeyeceğim. Artık evinde uzun toplantılardan çıkmış olmasına rağmen gecenin bir yarısı 'hadi bir çay koyun da içelim' deyip bizi sevindirmeyecek. Artık onu bu dünyada iken bir daha göremeyeceğiz...
Ama onun varlığını hep yanımızdaymış gibi hissedeceğiz. Onun bize öğrettiklerini uygulamaya, fikirlerini yaşatmaya ve ona layık olmaya devam edeceğiz. Çok özleyeceğiz ve tekrar kavuşacağımız ana kadar hasretle bekleyeceğiz...
Asude Havuzlu