İktidarın hukuk devletini yok sayan uygulamalarını kabul etmek mümkün değildir. Hukuk devleti, zor kullanma gücüne sahip devlet aygıtının hukuk kuralları ile bağlı olması, vatandaşların hukuk güvenliğine sahip olmasını ifade eder. İktidar, keyfi değil hukuk dediğimiz kurallarla bağlıdır. Anayasa Mahkemesi 12 Kasım 1991 tarihli kararında hukuk devleti ilkesini Yönetilenlere en güçlü, en etkin ve en kapsamlı biçimde hukuksal güvencenin sağlanması, tüm devlet organlarının eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması olarak tanımlamıştı. Hukuk devletinin zıddı, kendini hukuk kurallarıyla bağlı saymayan keyfi devlet anlayışıdır. Tarihsel deneyimlerde iktidar sahiplerinin kendini hukuk kuralları ile bağlı saymayarak, keyfi davranmasına dair pek çok örnek vardır. Bu tür ülkelerde anayasa, yasa gibi metinler olmasına rağmen keyfi devlet uygulamaları ortaya çıkmıştır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında olması gereken kuvvetler ayrımının teminatı, hukuk devletinin olmazsa olmaz öğesi, hukuku uygulayacak olan bağımsız ve güçlü bir yargının var olmasıdır. Ana haber bültenlerinde, gazete, internet, toplantılarda Hukuk tan çok söz edilir oldu. Bir yerde hukuktan çok söz ediliyorsa bilin ki orada hukuk değil keyfilik var demektir. Çünkü olan şeyden değil yokluğu hissedilenden-arzu edilenden çok bahsedilir. İktidarın büyük olmasıyla övündüğü devasa adliyelerimizin varlığı esasında adaletsizliğin çok olduğunu gösterdiği gibi. Bugün olduğu gibi bağımsız yargının olmadığı Türkiyemizde hukuk devleti sadece kulakta hoş bir nağmedir.
Adaleti gerçekleştirecek olan yargı sistemi, iddia, savunma, hükümden oluşan üçlü sacayağı üzerine oturmaktadır. Demokrasilerde hukuk üstünlüğünün sağlanması, yargı bağımsızlığı ile mümkündür. Anayasamızın 9uncu maddesine göre, yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Anayasadaki bağımsız mahkeme vurgusu çok önemlidir; yargı demek bağımsız mahkemeler demektir. Maalesef günümüzde bağımsız yargıdan bahsedebilmek mümkün değildir. Mevcut iktidar tek başına hazırladığı anayasa değişikliklerini 12 Eylül 2010 tarihinde referandum ile halkın oyuna sunmuştu. Anayasa Mahkemesi ile HSYKnın oluşum şekli ve yapısı ciddi anlamda yürütme lehine değiştirilmiştir. HSYK, yargıda çok önemli bir kurumdur. Çünkü HSYK hâkim ve savcılarını mesleğe kabulü, atanması, yükselmesi ve birinci sınıfa ayrılması,meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapan anayasal bir kuruldur ve başkanı Adalet Bakanıdır. HSYK üyeleri, referandum sonrası Adalet Bakanlığının gayri resmi listesindeki hâkimlerden seçilerek iktidarın etkisi altına girmiştir. Anayasa değişikliği evetçiler ile yetmez ama evetçilerin destekleriyle gerçekleşmiş olup bugün yargı üzerindeki iktidar baskısının sorumlusudurlar.
Günümüzde yargı, maalesef iktidara muhalif olanların baskı altına alındığı, sindirme amaçlı psikolojik harekatın merkezi haline getirilmiştir. Hâkimler baskı altındadır. Savcılar baskı altındadır. Avukatlar baskı altındadır. İktidarın adına çözüm dediği süreçte, hukukun askıya alınarak suç işleyen PKKlılara müdahale edilemediği, müdahale edilmesi halinde savcılara gözdağı verildiği bir süreci birlikte izliyoruz. Savcılar Adalet Bakanının baskısı altındadır. 27 Mart 2013 tarihinde sayın Adalet Bakanı, Cumhuriyet Savcılarına Bir savcı çıkıp 'Siz niye Türkiye'ye barışı getirmeye çalışıyorsunuz?' diye mi hesap soracak? Suçsa ben bu suçu işliyorum burada diyerek kendini çözüm sürecinin kefili yapıp Cumhuriyetin savcılarına soruşturma yapmamaları için gözdağı verebilmiştir. Terör örgütü üyeleri serbestçe gezerken, isminde Adalet olan Bakanlığın Cumhuriyetin savcısına gözdağı verdiği bir süreci yaşıyoruz. Bu uygulamaya hiçbir vicdan sahibi evet diyemez. Bu anlayışı, iktidara destek verenler dahil hiç kimse kabul edemez, etmemelidir.
Başka bir örnekte MİT Müsteşarının Savcılığa ifade vermeye çağrıldığı anda iktidarın devam eden hukuki süreçte yasa değişikliğine gitmiş ve müsteşarı cezadan kurtarmıştı. Bunun anlamı; iktidarın yargıya emir ve talimat vermesi, yargıya müdahalesidir. Hâlbuki Anayasamızın 138inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz Hukukun ne olduğu belki tanımlanamaz ama bugün hukuksuzluk gün gibi açıktır, Anayasanın 138. maddesi hükmü iktidar tarafından çiğnenmiş, hukuk hiçe sayılmıştır.
Hakim ve savcı üzerinde baskı yaratan iktidarın avukatları es geçmesi mümkün mü ! Yargının üç kurucu unsurundan savunmayı temsil eden avukatların meslek birliği olan Barolar üzerinde de iktidar baskı kurmaktadır. İstanbul Barosunun stajını bitiren avukat adaylarına verdiği avukatlık ruhsatnameleri Adalet Bakanlığı tarafından içinde bulunduğumuz Nisan ayında baro yönetiminin düştüğü gerekçesiyle iade edilmiştir. Yine İstanbul Barosu Başkanı, avukatlara yönelik haksız müdahaleleri yerinde görmek, hak ihlallerinin önüne geçmek için mahkeme salonuna gitmişti. Teröristleri elini kolunu sallayarak gezmesine seyirci kalanlar hakkında soruşturma açamayan Cumhuriyet Savcılığı sıra baro başkanına gelince adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçundan kamu davası açabilmiştir. Bu olaylar iktidar baskısının savcı,hakim ve avukat üzerindeki somut göstergeleridir.
Yukarıdaki örnekler göstermektedir ki, iktidarın hukuk devleti ilkesine zerre kadar saygısı yoktur, maalesef buna dur diyecek yargının da bağımsız olmadığı görülmektedir. Olağanüstü dönemlerde hukukun teminatı olan savunma, aktif görev alarak, tarihi bir sorumluluğu yerine getirmektedir.
Kendimize şu soruyu sormak gerekir. Yargının iktidar tarafından etki altına alındığı bir ülkede vatandaş kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz ? Bu noktada akla 2. şu soru gelmektedir Devletin gücü, silahlı teröre, teröriste değil de devletine güvenen halkına mı yetmektedir ? Aslında bu uygulamalar Eflatuna ait Kanunlar örümcek ağına benzer; küçük sinekler takılır, büyük sinekler deler geçer sözünü haklı çıkarmaktadır. Durum bu kadar vahim ise toplum huzuru, adalete olan güven yani mülk temelinden sarsılmış; kanunlar zayıfın takıldığı güçlünün delip geçtiği örümcek ağına dönmüş demektir. Halbuki halkın huzur içinde olması için yasaların eksiksiz uygulanması gerekir. İktidarın baskısını güzel ifade eden Meşhur bir sözdür Her yerde (iktidarın eli gücü olan) polis var ama hiçbir yerde adalet yok
Unutmamak gerekir ki, hukuk hava gibi, su gibi değeri ancak yokluğunda anlaşılan sezilmez bir gerçekliktir ve bugünkü iktidara da herkese olduğu gibi bir gün lazım olacaktır. Bugünlerde hukuk devletine, hukuk devleti anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Son söz olarak Hz.Alinin dediği gibi Haksızlıklara karşı gelmeyenler, yalnız haklarını değil onur ve şereflerini de kaybederler
Av. Tevrat DURAN