19.Şubat.2007 tarihli gazeteler, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin uluslararası bir şirkete verildiğini ve arazilerin 49 yıllık kiralanması karşılığında mayınlardan temizlenmeye başlandığını haber veriyor.
Aynı gazeteler, ihalenin hangi ülke şirketine verildiği hakkında bilgi vermiyor. Bu durum Yoksa bu bir İsrail şirketi mi? sorusunu akla getiriyor.
Kasım 2005te yazdığım, Sınırımızda Yeni Gazze Şeridi mi Yaratılmak İsteniyor? başlıklı yazımda bu kararın sakıncalarını dile getirmiştim.
Bilindiği gibi söz konusu mayınlı araziler, milli mücadele de şehit kanı ile sulanmış, dedelerimizin, babalarımızın öpülesi elleri ile zeytin ağaçları, bağ fideleri, altın başaklı buğday tarlaları ile bezenmiş, 1950li yıllarda mayınlanmak üzere istimlak yoluyla kamulaştırılmıştı.
AKP iktidarının, bu toprakları asıl sahipleri olan yöre halkına iade etme yerine, elaleme vermeye kararlı olduğu anlaşılmaktadır.
Beni asıl düşündüren, bu durum karşısında ilgili kurum, kuruluş ve kişilerin sesiz kalıp, yeterince tepki göstermemeleridir.
AKPnin bu kararı, mili mücadele yıllarında Mustafa Kemalin Erzurum yollarında yaşadığı bir olayı anımsatıyor.
Bu olayı başta AKP vekilleri olmak üzere, tüm halkımızın ve kurumların bir kez daha okuyup hatırlaması için dikkatlerine sunuyorum.
************************
BU MİLLETLE NELER YAPILMAZ!..
Atatürk, milletin ruhundaki o sönmez meşaleyi tutuşturmak için Anadolu'yu adım adım dolaştığı 1919 yılıydı. Büyük asker, Erzurum yolundadır. Ilıca'da tunç yüzlü bir ihtiyarla yaptığı enteresan bir görüşmeyi söyle anlatmaktadır:
"20-30 kişilik bir göçmen kafilesi başında bulunan bu ihtiyar, omuzlarına kartal kanadı attığı paltosu ve elindeki asası ile bir yolcudan çok doğu mitolojisindeki kabile reislerine benziyordu. Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak onları selamladı.
Mustafa Kemal, ta yanı başına kadar geldiği halde heybetliliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, oda gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu. Bu kısa hoş-beşten sonra Paşa ihtiyara:
-Ağa, dedi. Böyle nereden geliyorsun?
---- Paşam, Rus gelirken göçmen olmuştuk. Çukurova' daydım. Şimdi köyüme dönüyorum.
Buralara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekileceğini anlatmak istedi. Sonra da ekledi.
----- Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?
---- Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz alıyor. Son günlerde işittim ki, İstanbuldaki "irz kırıkları" bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki ne göreyim, bu namertler KİMİN MALINI KİMLERE VERİYORLAR?..
Tunç çehreli, beyaz sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç yüzlü askerin gözlerini yaşarttı.
Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamı, yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü:
---- Bu milletle neler yapılmaz!..dedi ve sonra ihtiyarla Vedalaştı. (*)
**********************************
Erzurum, Ilıca, nasıl vatan toprağı ise, Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep, Mardin ve Hatay ili sınırları içersinde kalan mayınlı araziler de vatan toprağıdır.
Vatan aynı vatan, insan aynı insan.
Fazla söze hacet yok.
Tarih tekerrür mü ediyor?
Ecz. İbrahim Beşe
Şubat.2007
Kaynak: (*) (Banoğlu, Niyazi, Ahmet, Nükte ve Fikralarla Atatürk, İstanbul, İnkilap Kitapevi, 1981, sh.371-372)