Türkiye Cumhuriyeti'nde Atatürk'e yönelik saldırılar ve iftiralar daha Atatürk'ün sağlığında başlamıştır. Bu iftiraları 3 sebepte sıralayabiliriz; Düşmanlık, bağnazlık ve cahillik...
Bu iftiraların hedefi sadece Atatürk değil aynı zamanda doğrudan Atatürk'ün şahsında Türkiye Cumhuriyeti’dir. Atatürk’e düşman olanların asıl amacı, onun kurmuş olduğu Cumhuriyet'i yıkmak ve hizmet ettikleri emperyalist güçlerin onlara vermiş olduğu görevleri yerine getirmektir. Saf ve temiz Türk halkını yalan ve iftiralarıyla zehirleyenlerle yeterince mücadele edilmemesi, Atatürk’e yönelik iftiraların Maalesef toplumun hafızasında yer ederek, zamanla doğruymuş gibi algılanmasına neden olmuştur.
Türkiye'de Atatürk'e yönelik saldırıların iki önemli kaynağı vardır. Bu kaynaklar şunlardır:1.Rıza Nur, 2.Said-i Nursi.
Şimdi sırasıyla ''Atatürk düşmanlığının'' bu temel kaynaklarını inceleyelim.
RIZA NUR:
Atatürk'e yönelik iftira ve saldırın ana kaynağı Rıza Nur'dur.
Rıza Nur tıp doktorudur. 1.dönem ve 2. dönem TBMM'de iki dönem milletvekilliği yapmıştır. İsmet İnönü'yle birlikte Lozan Konferansı'na giden ekipte yer almıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 14 ciltlik ''Türk Tarihi'' adlı bir eser yazmıştır.1926 yılında Fransa'ya yerleşmiştir.
Rıza Nur ''Hayat ve Hatıratım'' adlı kitabında Atatürk'e ağzına geleni söylemiştir. Atatürk düşmanı çevrelerde onun saçma sapan iddialarını kaynak olarak kullanıp Atatürk'e iftira atmışlardır.
Atatürk hakkındaki iddialarının ''uydurmaca'' olduğunu bilen Rıza Nur, anılarını Atatürk'ün sağlığında yayınlatma cesaretini gösterememiştir.Anılarını 1935 yılında British Museum'a 1960 yılında kadar yayınlanmamak üzere göndermiştir.Yani Atatürk'ün ölmesini beklemiştir.
Peki, Rıza Nur'u bu kadar öfkelendiren nedir? Neden Atatürk'e çok çirkin iftiralar atmıştır?
Atatürk 1927 yılında Nutuk'ta, Rıza Nur'un Balkan Savaşı sırasında ''vatana ihanet etmiş olduğunu'' belirtmiştir; herkes vatanı kurtarmaya çalışırken, Rıza Nur'un Arnavutlar'ı isyan ettirmeye çalıştırdığını açıklamıştır. Rıza Nur,1928 yılında Paris'te Nutuk'u okuduktan sonra aynı yıl ''Hayat ve Hatıratım'' adlı anılarını yazmaya başlamıştır. Amacı anlatılanları yalanlamak ve kendisini vatan hainliğiyle suçlayan Atatürk'ten intikam almaktır.
Amacına da ulaşmıştır!
Rıza Nur'un 1967-1968 yılında dört cilt halinde Türkiye'de yayımlanmıştır. İşte bundan sonra Atatürk ve Türkiye düşmanları Rıza Nur'un anılarına dayanarak Atatürk'e saldırmaya başlamamıştır.
Rıza Nur'un Atatürk'e attığı iftiralar tam anlamıyla ''Ahlak ve Vicdan'' dışıdır.
Örnek olarak Rıza Nur, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ıın ''Genelev kadını'' olduğunu iddia etmiştir.
Müslüman olmaktan dem vuran, fakat içlerinde zerre kadar Allah korkusu olmayan bu çevreler, Atatürk'ün mübarek annesi Zübeyde Hanım'ın adını kirletmeye çalışmışlardır. Ki o Zübeyde Hanım,tam bir Allah dostu,gerçek bir mümin ve mübarek bir anadır.Zübeyde Hanım 5 vakit namazını kılan ''sofu'' bir kadındır.Ömründe defalarca Kur'anı hıfzetmiş gerçek bir Kur'an dostudur.Ve Zübeyde Hanım oğlu Mustafa Kemal'e Allah sevgisini aşılamış ilk kişidir.En önemlisi Zübeyde Hanım'ın doğurduğu evlat bir ulusu esir ve köle olmaktan kurtarmıştır.
Atatürk'ün annesine ''genelev kadını'' diyen Rıza Nur ve yandaşları Osmanlı'da genelev ve benzeri kurumların olmadığını bilmeyecek kadar cahillerdir.
Rıza Nur Atatürk'ün babasının belli olmadığını, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi'nin üvey oğlu olduğu iftirasını atacak kadar çirkinleşmiştir. Bu kadar iftiralara ve yalanlara başvurup çirkinleşen bir kişinin ''Akıl hastası'' olduğu zaten kesinleşmiştir.
SAİD-İ NURSİ:
Atatürk düşmanlarına göre, yüce İslam âlimi(!) Said-i Nursi (Kürdi)'nin Atatürk hakkında söyledikleri çok önemlidir! Atatürk düşmanları-Dr.Rıza Nur'un yöntemini kullanarak-sözüm ona ''Said-i Nursi'nin Atatürk'ü çok iyi tanıdığını'' iddia etmişlerdir.
Ve Said-i Nursi'yi ''yüce bir varlık'',''evliya'' derecesinde üstün bir kişilik olarak gösterip hatta Allah'ın en sevgili kullarından biridir! O bir Allah dostudur! Onun söyledikleri adet ilahi bir emirdir! Noktasına getirmişlerdir.
Said-i Nursi'nin yolundan giden ve kendilerine ''Nurcu'' adını verenlerin onun söylediklerine inanmamaları ya da onun düşüncelerini sorgulamaları olanaksızdır. Nurculara göre Said-i Nursi'nin söylediği herşey doğru olduğuna göre, Atatürk hakkında söyledikleri de doğrudur!
Said-i Nursi'nin Atatürk'e yönelik saçma sapan iddialarını dillerine dolayan ''din bezirganları'' yine Atatürk'e saldırmışlardır.
Peki, ama kim bu Said-i Nursi?
Hayatı
Said-i Nursi ''Nurculuğun'' kurucusudur. Bitlis'in Hazan ilçesinin Nurs köyünde 1873 yılında doğmuştur. Göbek adı Rıza olan Said-i Nursi'nin asıl adı Said-i Kürdi'dir.
Kendisi, köklerinin Hz.Muhammed (s.a.v) 'e dayandığını ileri sürmüştür.
Daha çocuk yaşlarda bölgede etkili olan Nakşibendi tarikatına girmiştir. Mahalle mektebinde okumuştur. Gençliği Medreseliler arasında geçmiştir. Düzenli bir eğitim öğretim hayatı olmamıştır.
İstanbul'a ikinci gelişinde tutuklanmıştır (1907).Bir süre akıl hastanesinde tedavi görmüştür.
31 Mart mürteci isyanının fitilini ateşleyen Derviş Vahdedi'nin Volkan gazetesinde ve Kürdistan dergisinde yazılar yazmıştır.31 Mart isyanına karıştığı iddiasıyla yargılanarak beraat etmiştir.
Bezmi Nusret Kaygusuz,Meşrutiyet yıllarına ilişkin anılarında Said-i Nursi'den şöyle söz etmektedir:
''İttihatçılar bu adamı çok şımartmışlardı. İptidada (önceleri) Said-i Kürdi'ye büyük bir paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi. Halbuki gösterilen saygıyı o kendi hakkı zannetti. Ve yükseklerden ötmeye başladı. Zamanın kutbu ve mehdisi tavrı takında. Maaza seneler sonra da aklı başına gelmemiştir. Yeni bir tarikat iddiasına ve onun piri olmaya çalıştığı işitilmektedir. Halen Nurcu diye bilinmektedir.''
Nursi Nakşibendi tarikatına mensup,İngiliz yanlısı Derviş Vahdedi ile birlikte siyasal İslamcı ''İttihad-i Muhammedi Cemiyeti''ni kurmuştur.Sonra da Kürdistan Teali Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer almıştır.Aynı dönemde kürt hakları davasının propagandasını yapmak için kurulan ''Kürt Neşriyat Cemiyeti''nin kurucuları arasında da adı vardır.
Said-i Kürdi hem eski Almancı yeni Amerikancı, hem İslam birliği yandaşı, hem Osmanlıcı, hem Kürt,hem hilafetçi olması bakımından Amerika'nın Bullit tarafından kurallaştırılan Soğuk savaş stratejisinin Türkiye'deki kanaat önderi ve ruhani lideri olup çıkmıştır. Nursi 24 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da ölmüştür. Mezarının yeri belli değildir.
Said-i Nursi, kendisinin ''dini dokunulmazlık zırhıyla'' kaplayıncaya kadar Said-i Kürdi' olarak tanınmıştır. Fakat zaman içinde,''Nors'' köyünde doğmuş olmasından ve Kur'an' daki Nur Suresi'nden istifade ederek adını Said-i Nursi'ye dönüştürmüştür.Kur'an'daki Nur Suresi'yle ''Nursi'' adı arasında bir özdeşlik kurarak cahil halk kitlelerini,adının Kur'an da geçtiğine inandırmaya başarmıştır.Said Nursi,bu ''Yapmacık isme'' bir de karizmatik bir sıfat eklemiş ve böylece namı değer Said-i Kürdi,bir anda Bediüzzaman Said Nursi olup çıkmıştır.
Kurtuluş Savaşı ve Said-i Nursi
1920'li yıllarda Anadolu işgal altındadır. Mustafa Kemal Paşa bir taraftan kelle koltukta halkı örgütlemeye çalışırken diğer taraftan İstanbul kaynaklı bfak hareketlerini etkisizleştirmeye çalışmaktadır. İngiliz destekli şeyhülislam fetvalarıyla Mustafa Kemal ve silah arkadaşları idama mahkum edilirken, padişahında onayıyla kurulan ve işgalci İngiliz istihbaratının desteğiyle eğitilen,ulusalcı güçlere acımasızca saldıran Kuva-i İnzibati'ye karşı mücadele edilmektedir.
Siad-i Nursi nu dönemde İstanbul'da Kuvayı milliye ile alakası olmayan örgütlere katılmıştır. Kürt Teali Cemiyeti, Müderrisler Cemiyeti, Yeşilay Cemiyeti, Darül Hikmet'ül İslam gibi örgütlerde yer almıştır. Ancak bu örgütlerin çoğu, Mondros sonrasında, işgalcilere yardım etmek amacıyla kurulan zararlı cemiyetlerdir.
Said-i Nursi'nin Kurtuluş savaşının hazırlık döneminde toplanan ve bağımsızlık için neler yapılması gerektiğini kararlaştıran Erzurum ve Sivas Kongrelerini destekleyici hiçbir girişimi yoktur. Ancak bilindiği gibi o günlerde çok sayıda gerçek din adamı bu kongrelerin başarısı için canla başla çalışmışlar; kongrelere delege olarak katılmışlar ve dahası Kurtuluş savaşı boyunca hep Atatürk'ün yanında yer almışlardır.
Said-i Nursi'nin Kurtuluş savaşı karşısındaki tavrı bu kadar nettir. Said-i Nursi'yi ve bitmeyen iftiralarını bir kenara bırakmadan öncede herkes kendisine şu soruyu sorsun; Atatürk’ün etrafında ömrü boyunca pek çok din adamı bulund uğu halde, acaba neden Atatürk Said-i Nursi'yi Ankara'ya gelmesine rağmen yanına sokmamıştır?(Kaynak:Sinan Meydan:Atatürk ile Allah Arasında-Syf.1001-1026)
Furkan Talay