Devleti değil de cebini düşünen toplum haline getirilmeye çalışıyoruz bunu yapmaya çalışan da bizzat bizleri yönetenler.Amaç;Önce halkı fakirleştir,sonra fakirliğinden faydalan
.
Son zamanlarda, özellikle 22 Temmuz seçimlerinden önce bunu fazlasıyla yaşadık. Bu şunu verdi, o niye vermiyordu.O böyle yapmıyordu, bu böyle yapıyor, Ben cebime girene bakarımgibi laflar. Ama verenin nasıl ve nereden verdiğini, kaynağını hiç kimse sormuyordu, kaynak iç ve dış borçlar mı-kar eden kuruluşlarımızın yok pahasına her önüne gelene satılması mı? Niye sorsun ki diğerleri vermiyordu bu veriyor ya, tek düşünce benim cebime girsin de nereden alınırsa alınsın.
Halkımızın,nereden gelirse gelsin gibi aslında çok tehlikeli olan bu düşünceye yönelmesinin sebep ve sonuçlarını irdeleyelim.
Dünyada, yabancı sermayeye en fazla faiz veren ülkelerden biri olduğumuzu söyleyen ekonomistler var. Övündüğümüz bu yabancı sermaye girişi dolayısıyla faizlerin düşmesi, ücretli çalışanların bankalara borçlanması sonucu para dolaşımdan çekilmiştir. Ücretlinin aldığı maaşın büyük bir kısmının bankalara kesilmesi nedeniyle elinde karnını doyurmaya yetecek parası kalmamıştır. Ücretlinin tüketim malzemelerini alamaması sonucu alıcı bulamayan üreticinin malımı satayım da ne olursa olsun mantığı ile hareket edip ürettiği malı maliyetinin de altında bir fiyata satmasına sebep olmuştur. Taban fiyatı hükümetçe tespit edilen mallara taban fiyatın gayet düşük tutulmasıyla beraber nihai tüketicinin bu ürünleri ucuza alması sağlanmıştır. Bakın bu mevsimde şu sebzeyi-meyveyi şu fiyattan alabiliyorsunuz, ürünlerdeki fiyatlar 5 yıl öncekiyle hemen hemen aynı mesajıyla tüketicinin gönlü kazanılmaktadır. Ürününe para vermeyerek üretimden vazgeçirdiği ve fakirleştirdiği çiftçiye ve üreticiye de kömür, gıda paketleri, sosyal yardımlar ve yeşil kartlar dağıtarak gönülleri hoş tutulmaktadır.
Çiftçi ne yapsın ürettiği para etmiyor nasıl olsa, üretimden vazgeçiyor. Üretimden vazgeçen çiftçi fakirleştiği için ne yapacak: Tabi ki hükümetin dağıttığı kömür ve gıda paketleri, sosyal yardımlar ve yeşil kart, oh gel keyfim gel. Çalışmaya üretmeye gerek yok, hoş üretse emeğini, masrafını kurtaramıyor en iyisi üretmeden vazgeçip hazıra konmak.
Tembelliğe alışan üretici seçim zamanı geldiğinde ise aman ha bunlar iktidardan uzaklaşmasın kömür, gıda paketleri, desteklemeler kesilmesin (durum kötüleştiği için aldığı) yeşil kart iptal olmasın düşüncesine kapılmaktadır.
Bilindiği üzere yeşil kart sahibi olmak için bir takım olumsuz şartlara sahip olmak gerekir. Bunlardan bazıları; Herhangi bir Sosyal Güvenlik Kurumuna tabi olmamak, adına gayrimenkul ile ekecek toprağının olmaması, vergiye tabi bir gelirinin bulunmaması ve en önemlisi hane reisinin gelirinin aile fertlerinin toplamına bölümünde fert başına düşen gelirin asgari ücretin üçte birine eşit olması v.s
Haziran ayında dağıtılmaya başlanılan meşhur kömür dağıtımı ile yapılan diğer sosyal yardımlar da aynı durumda irdelenebilir. Kömür dağıtılan insanlarımızın seçiminde de yeşil kartla yaklaşık aynı kriterler ölçü alınmaktadır.
Sön dönemde, yeşil kart ve kömür dağıtılan insanlarımızın sayısını, yapılan sosyal yardımları böbürlenerek anlatanlar, aslında halkımızı hangi duruma düşürdüklerini de gözler önüne sermekte bununla da övünmektedirler. Mayıs 2007den Aralık 2007ye kadar 771.000 adet yeşil kart verilmişse, demek oluyor ki son sekiz ayda 771.000 insanımızın daha yaşam şartları yeşil karta muhtaç olacak kadar bozulmuş. Övünç mü, yoksa utanç kaynağı mı karar sizin.
Hükümete göre her şey tıkırında durumdan memnun. İktidar kendine bağlı sapasağlam bir değil iki kitle oluşturdu. Biri ürünü ucuz alan tüketici diğeri de fakirleştirilerek hükümetin vereceği kömür, gıda paketleri ve sosyal yardıma muhtaç üretici.
Burada asıl amaç, kaynağı ne olursa olsun elde edilen paranın fakirleştirilen halka dağıtılmasıyla gizli ve gerçek amaç için halktan siyasi destek almak.
Halkımızın bu durumu Hükümetle beraber, hükümetten nemalanan, bazı boyalı ve görsel basın ile ülkemiz üzerinde gizli emelleri olan ve bu hükümetin tekrar iktidar olması için çaba gösteren ABD, AB, Barzani ve Talabani Kardeşler, Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistanın ve de dinler arası diyalog (medeniyetler arası ittifak) misyonunu kendine gaye edinmiş Vatikan merkezli modern misyonerlerin işine geliyor.
Çalışmayan, üretmeyen, fakirleştirilmiş ve dolayısıyla hazıra alışmış, alışılmışın dışında,
Avrupa Birliği sevdasına Türklüğüne hakaret edilmesini, hatta terörist başına sayın şehitlerine kelle denilmesini bile makul karşılayacak bir Türk Halkı,
Verginin dışında bütçeye para aktaran ve kar eden bir tane kuruluşu kalmamış, borsasının %70i,Bankacılık sektörünün %60ı Avrupalı dostlarının! Eline geçmiş, sıcak parayı çektiklerinde ekonomisi kolayca çökertilecek bir Türkiye.
Bu güçler, kendi menfaatleri için mi yoksa Türkiye Cumhuriyetinin menfaatleri için mi bu desteklerini esirgemediler!
ABD, AB, Barzani ve Talabani ile Papodopulosun Türkiyenin menfaatini düşünmedikleri ve düşünmeyecekleri açık ve seçik ortada iken, bunların destekleri ve yoğun çabalarıyla % 46 ile iktidara getirdiğimiz hükümetin bunların isteklerinin karşısında durabilmeleri mümkün mü?
Ülkemizin dünya devi olmasını isteyen yukarıda sayılan dostlarımız! İçin bundan daha iyi bir Türkiye düşünülebilir mi?
Bu kadim dostlarımızın! Elbette ülkemiz için düşündükleri iyi şeyler mutlaka vardır, bunların sonsuz desteğiyle iktidara gelenlerinde!
Ama unutulmaması gereken iki önemli nokta var. Birincisi borç aldığımız sürece emir alacağımız, diğeri ise bunun bedelinin kaybedeceğimiz egemenliğimiz ve ülke bütünlüğümüz olacağıdır.
Durmak yok, yola devam
Alınacak daha çok borç, satılacak kadar çok toprağımız, kâr eden birçok kuruluşumuz, Avrupa Birliği uğruna verilecek tavizlerimiz var.
HOŞÇAKALIN
M.KARACAN