Bir süredir dünyevi işlerden fırsat bulup ziyaret edemediğim şehrimi ziyaret etmek, büyüklerin ellerinden öpmek, dostlarla hoşbeş etmek, kabristan ziyaretinde bulunmak üzere Ramazan Bayramında Kilis’teydim. “Keşke Kilis’e gelmişken çocuk olsaydım da, bayram yerine gidip, naarbaya, salıngaca binip, haytayla, tulumbada yapılmış dondurma yiyip, sofdağ gazozundan içebilseydim!” Demekten kendini alamıyor insan.
Büyük şehrin koşturmacalı ortamından uzaklaşmak, bir süreliğine de olsa beton yığınlarından kurtulmak, doğup büyüdüğümüz şehri dolaşmak, anıları tazelemek, Kilis Müzesini gezmek, restore edilen tarihi eserleri görmek, çocukluğumuzdan beri avlusunda koşup oynadığımız Tekye Camisinde namaz kılmak, yeni ve modern yerleşim alanlarını dolaşmak, Şeyh Muhammed, Resul Osman ve Şörahbil tepelerine çıkıp şehri temaşa etmek, fotoğraflar çekmek ve tabii ki katmerinin, tava kebabının, incirin, üzümün tadına bakmak insana huzur veren duygular. Ancak, Suriye’de ortaya çıkan savaşla birlikte, Kilis’te endişe verici olumsuz gelişmelere tanık oluyoruz.
Bu olumsuzlukları Kilis’e gidip gelen dostlarımdan duyuyor, ancak inanmakta güçlük çekiyordum. Belki de göz görmeyince gönül katlanıyordu. Tekye camii, Ulu cami, Karakadı camii, Mevlevihane, eski Hükümet Binası, kasteller, tarihi hamamlar karşısında, kabristanda, bağlarda, zeytinliklerde vs dolaşıp, eski dostlarla sohbet edip, “tamam Kilis’teyim” diye düşünürken, birden yanınızdan alışık olmadığımız, kimisi Arap kıyafetleri, kimisi sakallı kamuflaj elbiseleri ile yüksek sesle Arapça konuşan çok sayıda insanlar geçiyor. Trafik kurallarını tanımayan Suriye plakalı arabalar, eksoz denetimi görmemiş aşırı gürültü kirliliğine neden olan irili ufaklı motosikletler karşısında neye uğradığımızı şaşırıp, nereye geldim? Burası Kilis mi? Demekten kendimizi alamıyoruz.
Aklımıza dünyaca tanınmış dil bilimcisi, Türkolog, Divan’ül Lügat’it Türk’ü düzenleyen hemşerimiz Kilisli Muallim Rıf’at Bilge’nin; Kilis Türkmen ilidir. Dili Oğuz dilidir. Suyu ab-ı hayattır. Yeli cennet yelidir. Dizeleri geliyor. Kilis’te, parklarda derme çatma bezlerden oluşturulmaya çalışılmış çadırlarda, cami avlularında, virane misali mekânlarda barınmaya çalışan binlerce Suriyeliyi görünce endişelerimiz daha da artıyor. Bu insanlar savaşın o korkunç yüzünü görmüş ve can havliyle Türkiye’ye sığınmışlar. Çocuklar, en çokta ezilen, geleceklerinden habersiz, dünyanın her yerinde olduğu gibi koşup oynayan masum çocuklar. Sokak kenarlarında çamaşır, bulaşık yıkayan kadınlar, ev hizmetlerini bu koşullarda yerine getirmeye çalışan kadınlar. Evlenip bir yuva kurma hayalleri yerine, kendisini bu bez parçalarının altında bulan genç kızlar.
Elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin önceden gerekli tedbirleri alması şatıyla, bu din kardeşlerimize kapılarını açmaktan başka çaresi kalmamıştı. Suriyelilere Gaziantep’te de rastlanıyor. Ancak Gaziantep büyük nüfusu, güçlü ekonomisi sayesinde sorunların üstesinden gelmiş görünüyor. Zaten fakir, mesleksiz Suriyeliler Kilis ve benzeri şehirlere, yatırım yapabilen, meslek sahibi, kendine yeten Suriyeliler ise Gaziantep ve benzeri şehirlere yerleşmiş.
Tarihe dönüp baktığımızda, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile önce İngilizlerin, sonra da Fransızların işgaline uğrayan, 20 Ekim 1921 tarihli anlaşma ile Anadolu’dan koparılan Suriye, 1936 Eylül’ünde bağımsızlık verilmesine kadar emperyalistler tarafından sömürüldü. Böylece emperyalizmin çirkin yüzü bir kez daha açıkça ortaya çıkmış oldu. Emperyalizm sömürmeye gelince ortaya çıkar, insanlık, yardım, ahlak söz konusu olunca ortadan kaybolur.
Biz yine Kilis’te ki Suriyeli mültecilerin dramına dönelim. Kilis Belediyesi, Valilik, sivil toplum kuruluşları, ancak 80 bin kişiye hizmet verebilecek kapasiteye göre organize olmuş kuruluşlardır. En iyimser tahminle şehirdeki toplam nüfus iki katına çıkarsa, öncelikle sağlık alanında sıkıntılar, dramlar yaşanmaya başlanır. Örnek olarak; Kilis kanalizasyon sistemi artan nüfusun atığını çekemez. Buna bir de parklarda, çadır misali yerlerde yaşayan insanların, camilerin kısıtlı tuvaletlerinden başka, açık yerlere ihtiyaç giderme zorunda kaldıklarını ve belediyenin tüm iyi niyetli çalışmalarına rağmen çöplerini tam anlamıyla toplayamayacağını ilave ederseniz, bulaşıcı hastalıklarla yüz yüze kalınması kaçınılmaz olur.
Hele bir de açıkta satılan, hiçbir sağlık denetiminin olmadığı, savaşın korkunç yüzü ile yaşayan Suriye şehir ve köylerinden kaçak yollarla getirilerek satılan, tüketilen gıda maddelerini eklerseniz, toplumun sağlık riskinin baş edilemeyecek boyutlara ulaşmasının an meselesi olduğunu tahmin etmek güç olmaz. Bir diğer çok önemli sorun da güvenlik alanında görülmektedir. Kültürlerimizin farklı, dilimizin farklı, özellikle devlet ve demokrasi anlayışımızın farklı olduğu Suriyelilerle, Kilisliler arasında her an büyük sorunlar yaşanabilir.
Temizlik anlayışları, yüksek sesle gürültülü konuşma adetleri, trafik kurallarına uyum sorunları, kız alıp-verme kültürleri (çok eşlilik), bir ikametgâhta haddinden fazla ferdin barınma zorunlulukları, geçim ve barınma dertleri vs vs sebeplerle bireysel, toplumsal sorunlar, hatta çatışmalar yaşanabilir. Kilis halkı ile birlikte yaşamak zorunda bırakılmış Suriyelilerin, hiçbir denetime tabii tutulmadan, yasal olmayan yollarla sınırı geçerek Kilis’e yerleşmeleri başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçoğunun kayıt dışı olması, yaşam koşullarının zorluğu, ülkelerinde yaşanan savaş, bu insanları daha da hırçın, suça meyyal yapacağı halk arasında söylenmekte ve tedirginlik yaratmaktadır. Kilislilerin bir diğer şikâyeti de özellikle sağlık hizmetlerinden, devlet hastanesinden Suriyelilerin öncelikle yararlanması olmaktadır.
Yıllar önce bir Türk vatandaşı Kilisli ile evlenip, hem Türkiye Cumhuriyeti, hem de Suriye kimliğine sahip bir hanımefendi, sağlık sorunu için devlet hastanesine başvurduğunda, önce Türkiye Cumhuriyeti kimliğini gösterdiği için tedavi olamadığını, ancak Suriye kimliği ile tedavisine başlandığını anlatıyor. Ziyaret ettiğim Kilis Devlet Hastanesinde, başta doktorlar olmak üzere, tüm sağlık personelinin insanüstü bir gayretle çalıştığına, ettikleri Hipokrat yeminine sonuna kadar nasıl sadık kaldıklarına bizzat şahit oldum. Hepsini candan kutluyorum. Bir diğer sorunda adliye koridorlarında yaşanmaktadır.
Devlete ve yetkililerine saygıya, kanunlara uymaya alışık olmayan bu insanlarla büyük adli sorunlar yaşandığını Kilisli avukat hemşerilerimden öğreniyorum. 31. Ekim. 2002 tarihinde, 24980 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren kanunun, yasaklar bölümün 12. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında; “18 yaşından küçüklere hiçbir şekilde tütün mamulleri satışı yapılamaz” der. Kilis’te her köşe başında 8-10 yaşındaki çocuklar kutularda karton karton yabancı menşeli sigara satmaktadırlar.
Bütün bu gördüğüm ve fotoğraflarla tespit etmeye çalıştığım ahval karşısında, şehrim adına, hemşerilerim adına, ülkem adına, Suriyeli vatandaşlar adına, insanlık adına derin bir üzüntü içersindeyim. Özet olarak, Kilis’te sosyal ve sağlık sorunları yaşanmaktadır. Kilis halkı ve Suriyeli mülteciler risk altındadır. Yetkililerin bir an önce bu sorunlara çözüm bulmak mecburiyeti vardır. Kilis’teki siyasi parti temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, aydınlar, Kilis’te yaşayan, Kilis dışında yaşayan bütün Kilisli hemşerilerim, siyasi partilere, ilgililere, yetkililere, Ankara’ya, hatta bütün dünyaya yardım çağrısı sesinizi duyurun. Yarın çok geç olabilir!
20. Ağustos. 2103 Ecz. İbrahim Beşe