Yemende bulunduğum zamanlar, Fevzi Paşayla aramızda geçen hatıralarıma ilerde Yemen hatıra¬larımı anlatırken daha çok temas edeceğim.
Askeri Rüştiyesinde çok kıymetli muallimler vardı. Onları bu hatıralarımda ismen dahi anmak benim için iyi bir yetkidir.
Dahiliye Zabitanlarımızdan biri, Kilisli Ab- düsselâmlardan Nafi beydi. Nafi bey, ciddi bir asker, o zamanın prensiplerine göre değerli bir yüzbaşıydı.
Arabi hocamız Urfalı Şeyh Hüseyin efendiydi. Bu hocamın, kuşağı arasında taşıdığı caminin koca anahtariyle çok dayak yedim. Ne vakit iri bir anahtar görsem, o cami anahtarının acısı hatırıma gelir ve ben arabi hocamızı hatırlarım.
Farsi hocamızda, Kilisli Haşim efendiydi. Haşim efendi, şimdi aramızda bulunan emekli Kaymakam, Kilisli AbdallaIif beyin pederidir. O muhterem hocam o kadar güzel farsi bilirdi ki ders anlatır¬ken, bütün konuşmalarını manzum ve kafiyeli ola¬rak süslerdi. Buda çok kulağımı uzatmıştı.
Türkçe hocalarımız sık sık değişirdi. Yalnız en çok tanıdığım Maraşlı Muhittin hoca ve kar¬deşiydi. Muhittin hoca, aramızda çok az bulunma¬sına rağmen, uygunsuz bir vaziyetimden dolayı be¬lime bir tekme vurdu ve bana,
— Ya ismini değiştir veya terbiyeni, diyerek Lokmanpesândâne bir nasihat etmişti Onu bu na¬sihatiyle anarım.
Coğrafya hocamız Bağdatlı Yüzbaşı Hamdi beydi. Hamdi beyi hatırlarımda bir Coğrafya der¬sinin üzerimde bıraktığı ilgiyle daima anarım.
Ders Coğrafya dersi. Muallim Hamdi bey ve ben tahtadayım.
• Muallim Hamdi bey:
— Anlat bakalım, dedi
Ben başladım, küreyi ve güneşi anlatmaya.
— Hayır, dedi. Benim gözlerim fark etmiyor... Yakma gittim.
— Kulağım duymuyor, dedi. Bana sağır ve gözleri fark etmeyen bir insana nasıl an-latman gerekiyorsa, öyle anlatmalısın,
— Ortaya buyurun, dedim, boş olan sınıfın ortasına geldi. Bende elime küreyi arzı çevirerek aldım ve hoca efendinin etrafında dönmeye baş¬ladım.