Millî varlığımızın ve ebedî hayatımızın
sarsılmaz teminatıdır gençliğimiz.
Vatanımızı, bayrağımızı, namus ve şerefimizi,
dinimizi, geleceğimizi gençlerimize emanet ederiz.
Allah'a layık bir kul, Peygamberimize yaraşır
bir ümmet, Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve inkılaplarına bağlı hayırlı bir
evlatlar yetiştirebilmek hep dualarımızın ilk sırasında gelir.
Bir genç, ilerleyen yaşı ile beraber herhangi
bir meslek sahibi olabilir. Burada önemli olan mesleğinin ne olduğu değil;
işinin ne kadar ehli olduğudur.
Ben hep öğrencilerime; "hepiniz mesleğinizi bir şekilde
öğreneceksiniz ve icra edeceksiniz. Geleceğimiz sizlersiniz. Ama unutmayın
"dikkatli, titiz, sorumluluk sahibi" iseniz bu meslekte ilerleyin,
değilseniz lütfen yol yakın iken eğitim alanınızı değiştirin. Çünkü sağlığın
şakası olmaz." diyorum.
Aslında bu özellikler ideal her insanda olması
gereken özelliklerdir.
Hep diyoruz ya; "geleceğimizin teminatı gençliktir." Tamam, bence de öyle.
Ama acaba kaçımız, emeklilikte rahat etmek için
tasarruf oluştururken gösterdiğimiz hassasiyeti gençlerimizi, çocuklarımızı
yetiştirirken gösteriyoruz?
Kaçımız gelecek kaygısıyla daha çok para
kazanmak için harcadığımız zamanı, evlatlarımıza ayırıyoruz?
Gençliğin eğitimi önemli. Ne ekersek onu biçeriz.
Şöyle bir bakıyorum da. Eğitimde belki birçok konuya değinebiliriz. Ben son
günlerde dikkatimi çeken bir noktanın altına çizmek istedim.
Gerek eğitim sistemi, gerekse internet çağı
başta benim çocuklarım olmak üzere, gençlerimizi hazıra konma, bir başarıya az
bir gayret göstererek ulaşma isteği oluşturmuş. Kolaycı olmuş gençliğimiz.
İstiyorlar ki; çok az bir gayretle, çok başarı elde etsinler. Dediğim gibi bu
herhalde internet çağının bir sonucu.
Yazımı hazırlarken; bir kıssa çarptı gözüme
bakınız bu konuyu ne güzel ortaya koyuyor.
Ulu bir kavak
ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak
ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş
bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün
dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak
üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye
başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay
kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.
Gençliğe uzun mesafe koşucusu olmayı
öğretmeliyiz.
Sabırsız ve örnek şahsiyetler dikkate alınmadan
yetişen bir gençlik geleceğimizi kaybetmek demektir.
Yrd. Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi 31.01.2017
e-posta: [email protected]