Kurtuluş Savaşı sonunda verilen diplomatik çabalar sonucunda Hatay’ın önce bağımsızlık, sonra da Anavatan’a katılımı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir yer tutar. Başından sonuna kadar bu olayın baş aktörleri şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk ve Tayfur Sökmen’dir. Kilis ve Hatay’ın komşu iller olması, aynı tarih ve kültürü paylaşmaları sebebiyle söz konusu olayda zaman zaman Kilislilerde rol almışlardır.
Hatay’ın ilk ve tek cumhurbaşkanı rahmetli Tayfur Sökmen’in anılarını yazdığı, “Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar” isimli, Nurer Uğurlu başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanan kitaptan yararlanarak hazırlamaya çalıştığım bu özet yazı, o günleri yeniden hatırlamak, tarihten dersler çıkarark Suriye ve çevresinde yaşanan krizi kavrama kolaylığı sağlama amacı taşımaktadır.TAYFUR SÖKMEN BEYDedesi Reyhanlı Aşiretinin reisi Karamürselzade Ahmet Paşa, babası Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa’dır. Tayfur Sökmen 1892 yılında Adana’da doğmuştur. Millet Cemiyeti’nin 19 Mayıs 1937'de Hatay için kabul ettiği anayasadan sonra kurulan Hatay Cumhuriyeti'nin ilk ve tek cumhurbaşkanıdır. Babası bir dönem Kilis Kaymakamlığında bulunmuştur. İlk tahsilini babasının Kırıkhan’da yaptırdığı rüştiye mektebinde yapmıştır. Gençlik yılları milli mücadele günlerine rastlar ki; 2. Kolordu emrinde Kuva-i Milliye komutanlığı, Hatay Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilciliği, İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruculuğu ve başkanlığı, Antakya-İskenderun Muaveneti İçtimaiye Cemiyeti başkanlığı, Hatay Erkimlik Cemiyeti reisliği yapmıştır. Hatay Cumhurbaşkanlığı görevini, Hatay’ın 29 Haziran 1939'da Millet Meclisi'nin kararıyla Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı alınıncaya kadar sürdürmüştür. TBMM V., VI., VII., VIII. dönem Antalya ve IX. dönem Hatay milletvekilliği ile Cumhuriyet Senatosu üyelik görevini 07 Haziran 1968’den 02 Haziran 1974 yılına kadar yapmıştır. 03 Mart 1980 yılında İstanbul’da hakkın rahmetine kavuşmuştur.TAYFUR SÖKMEN BEY MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KİLİS’TE30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesini takip eden günlerde Maraş, Antep, Urfa, İskenderun, Antakya ve Kilis’in önce İngilizler ve daha sonra Fransızların işgaline uğramasıyla birlikte geniş bir çevresi olan Tayfur Sökmen Bey’de, akrabaları, hemşerileri, arkadaşları ile birlikte işgale karşı mücadeleye başlar. Bu amaçla Kilis’e gelişini şöyle anlatmaktadır;
“Gece Ahmet ve Ali ağalarla beraber Kazıklı'dan ayrıldık ve ertesi gün ikametgâhımda kendi aramızda yaptığımız toplantıda, ya bizzat işin başına geçelim veya Fransızlarla mücadeleyi bırakalım görüşlerinin tartışması sonunda işin başına geçip mücadeleyi bizzat yürütelim kararına vardık.
Bir süre sonra durumu incelemek üzere halazadelerim Mürselzade Abdullah, Bahadırlı Mehmet beylerle, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Hamit Öcal ve daha birkaç kişi ile Kilis'e hareket ettik. Afrin Köprüsü'nden ve Kürtdağı'nın Asikibar köyünden geçerek, Katma'nın güneyine yetiştiğimiz zaman tepenin üzerinden 5−6 Fransız süvarisi göründü. Bizi fark edip süratle üzerimize gelirken arkadaşımız Hamit Öcal Efendi silahına davranıp ateş etmek isteyince, silah sesi etraftan duyulup başkalarını da üzerimize getirir düşüncesiyle mani oldum. Süvariler gelip önümüzü çevirdiklerinde, Cezayir ve Tunuslu Müslüman asker olduklarını görünce, önde olduğum için bunlara Şerif’in (Faysal Hükümeti) jandarması olduğumuzu ifade etmek istedim. Arapça bilmediğim için anlatamayacağımı anlayınca, arkamdaki Arapça bilen halazadem Bahadırlı Mehmet Bey'e ''Çete olmayıp, Şerif’in jandarması olduğumuzu ve tahsilata çıktığımızı'' anlatmasını söyledim. Anlattı. Kaybettikleri hayvanlarını arıyorlarmış, sözümüze inanarak bizden ayrıldılar. Biz de yolumuza devam ederek Azez kazasından geçip, aksam Kilis'e yetiştik. Geceyi Dağlı Ahmet Bey'in evinde geçirdik. Ertesi günü Kilisli Avukat Reşit Bey'i bulduk. O gün, sonradan lağvedilen Mevlevi tekkesinde toplanan Maarif−i İslami’ye Cemiyeti'yle Eşraf-ı Beldenin toplantısına katıldık. Bu toplantıda Kürtdağı'na gelmiş olan Kuva-ı Milliye kumandanı Yüzbaşı Kâmil Bey, (namı müstearı Polat Paşa) ile temas etmek için bir heyetin seçimi görüşülüyordu. Neticede Kilis'i temsilen Akif, Müslüman, İslam ve Hacı Ahmet efendiler temasa memur edildiler; toplantı dağıldı. Ertesi günü bu heyetle hep beraber Kilis'ten hareket ederek, Kürtdağı'nın Meydanki köyünde Şıh Abdi'nin evinde misafir olan Polat Paşa’nın yanına geldik. Tanıştık. Görüştüğümüzde, Kilis Kuva-ı Milli'ye karargâhının, Kilis'in kuzeyindeki Cercik köyünde yerleşmesini kabul ettiler. Bizim yardım isteklerimize; ''Beraberimde kuvvetim olmadığı için size yardımda bulunamayacağım,'' dedi. Fakat bu durum karşısında Fransızlarla fiilen muhasama ve müsademe icap ettiğine göre, Maraş’tan talimat almak ve noksanlarımızı tamamlamak üzere anlaşmaya varılarak, Polat Paşa’dan ayrıldık. Ve ertesi gün Katma'da Mennenzade Niyazi Bey'de gene misafir olduk. İkinci günü erken saatte oradan ayrılıp Katma'nın güneyindeki Hannan ve Mennan türbesinin yanında iken, karsımızdan Fransız süvari kolunun geçmekte olduğunu görünce dağıldık. Çeşitli yerlerden geçerek, Afrin nehri civarında, Umuzade Hasan Ağa’nın köyünde arkadaşlarla tekrar birleşerek Reyhaniye'ye gelip, ertesi günü buluşmak üzere ayrılarak köylerimize gittik. İkinci günü diğer akraba ve hemşerilerimizle buluşup, toplanarak temasımızı anlattım.Bir taraftan teşkilatlanmaya başlanırken diğer taraftan da Polat Paşa ile ilgiyi kesmedim, hatta haberleşme ve temasımızı sıklaştırdık. Bu arada aldığım bir haberle Polat Paşa’yı Kilis Kuva-ı Milliye Kumandanlığı’ndan alıp, yerine Kilis Askerlik Şubesi Reisi Binbaşı Mahmut Bey'i atadıklarını öğrendim. Haziran sonuna doğru Binbaşı Mahmut Bey ile görüşmek üzere amcazadem Mürselzade Halil Bey, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin ve 5−6 arkadaşı ile Kürtdağı'na geçtim. Kilis Kuva-i Milliye karargâhı Cercik köyünden Cengin köyüne nakledilmiş. Cengin köyüne geldiğimizde Binbaşı Mahmut Bey efrat toplamak üzere civar köylere gitmiş, görüşemedik. Kilis Kaymakamlığı vazifesini görmekte olan Cemal Bey'le görüştüğümüzde Antep mutasarrıfını görmeye gideceğini örgenince, Antep mıntıka kumandanı Recep Bey'le görüşmek üzere Cemal Bey'le beraber gitmeye karar verdik. Geceyi orada geçirip, ertesi gün Cengin'den hareket ederek Mülk köyüne geldik.”KURTULUŞTAN SONRAFransız Hükümeti, Suriye’de bir “Manda” yönetimi kumuşsa da, Suriyeliler buna her zaman silahlı mücadele de dahil olmak üzere çeşitli tepkiler göstererek Fransa’yı rahatsız ve huzursuz etmeye devam etmişlerdir. Fransa'yı Suriyelilerle anlaşmaya zorlayan en önemli olaylar ise, Mart 1936'da Hitler'in Versay Antlaşması'nı çiğneyerek, askerlerini Ren Irmağı’nın batısına geçirerek, silahtan arındırılmış bölgeyi işgal etti. İtalyanlar mayıs ayında Habeşistan'ın başkentini ele geçirdi. Bu gelişmeler Avrupa’yı sarstı. Fransa uzun görüşmelerden sonra 09 Eylül 1936'da Suriye ile bir dostluk antlaşması yaptı. Türkiye Cumhuriyet’i Hükümeti, Fransız Hükümetinin, İskenderun Sancağı halkı ile de, Suriyelilerle yaptığı antlaşmaya paralel bir antlaşma yapmasını istedi. Bu konuda Fransa ile Türkiye arasındaki görüş ayrılığı devam etti. Bunun üzerine Atatürk, 01 Kasım 1936'da TBMM'nin 5. Dönem 2. Toplanma yılını açarken şu konuşmayı yaptı: ''Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan 'İskenderun−Antakya' ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler.''Bu tarihlerde Avrupa iyice karışmış, Fransa yaklaşan büyük savaşın sıcaklığını iyiden iyiye hissetmeye başlamış, Türkiye ise Lozan’da, Montreux Konferansı'nda Boğazlar meselesi dahil (22 Haziran−20 Temmuz 1936) istediğini almıştı. Atatürk’ün bütün dikkatini İskenderun Sancağı’na vereceği bir ortam buluyordu.
Fransa Hükümeti, Suriye ile yaptığı antlaşmaya gereğince, 1936 Kasımında Suriye’de seçim yaptırma kararı aldı ve 30 Kasım 1936'da İskenderun Sancağı’nda ikinci derece seçimler yapıldı. Türklerin bu seçimlere itirazları olaylara, ölümlere, yaralanmalara ve birçok Türk’ün tutuklanmasına sebep olur. Olaylar karşısında, 08 Aralık 1936’da, Türk Hükümeti ile Fransız Hükümeti anlaşarak konuyu Milletler Cemiyeti Konseyi'ne götürürler. Konseyin 14 Aralık 1936 günlü toplantısında Türkiye, İskenderun Sancağında öncelikle asayişin ve huzurun sağlanılması için Fransız askerlerinin çekilmesini, yerine Milletler Cemiyeti Komiseri'ne bağlı jandarmanın gönderilmesini ve Fransa'nın Suriye ve Lübnan'da yapmış olduğu gibi Hatay halkıyla da bir antlaşma yapmasını ister. Fransa bunu reddeder. Konsey, Fransa'nın isteğine uyarak, Hatay için yalnız üç gözlemci göndermeyi önerir. Türkiye - Fransa görüşmelerinden bir sonuç alınamaz. Bunun üzerine Atatürk, Fransızlara ve bütün dünyaya Hatay meselesine verdiği önemi göstermesi bakımından, İstanbul’dan, Eskişehir ve Konya seyahatine çıkar. Başbakan İsmet İnönü ile Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı, dış ve içişleri bakanlarını acele Eskişehir'e çağırır. Anadolu Ajansı ve gazeteler, Hatay'ın son durumuna dikkat çekerek Türk halkının olaya olan ilgisini ve heyecanı belirtirler.Atatürk'ün Hatay meselesine verdiği önemi belirtmesi bakımından, Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak'a 1937'de söylediği şu sözler önemlidir: ''Hatay benim şahsi meselemdir. Keyfiyeti Fransız büyükelçisine tâ bidayette açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında müsellâh (silah) bir ihtilâfa müncer olması katiyen varid değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta bu yolda binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhuriyeti Reisliği’nden ve hatta Büyük Millet Meclisi azalığından da çekileceğim. Ve bir fert olarak bana iltihak edecek birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.'' Atatürk'ün kararlı davranışı üzerine 18 Ocak 1937'de Fransa Başbakanı Léon Blum, Türk büyükelçisine bir mektup yazarak, özetle şu düşünceleri ortaya koyar: ''Sırf hukuk alanında anlaşmamız güçtür. Milletler Cemiyeti ise bizde olmayan tam özgürlüğe sahiptir. Fransız hükümeti şunu açıklayabilir ki, cemiyetin bu sorun için seçeceği sözcünün görevini en geniş biçimde anlamasına hiçbir engel görmemektedir ve konseyin kararına önceden razıdır... O, şimdiden sancağı ayrı bir varlık gibi ele alabilir... Tek bir kaygım vardır, anlaşmazlığımızın gerçek nedenlerini kavrayıp onlara çare bulmak ve bu dikenli sorunu ülkelerimiz arasında daha da dostçasına bir yakınlaşmayı sağlamak için bir vasıta yapmak...'' 27 Ocak 1937’de Türk ve Fransız hükümetlerinin ilke bakımından anlaşmış oldukları bir metin, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin onayına sunulur. Bu metne göre Hatay’ın ayrı bir varlık sayılacağı ve içişlerinde tam bir özgürlüğe sahip olacağı ile Türkiye'ye İskenderun limanında transit kolaylığı için birtakım hak ve üstünlük tanınacak, Türkçe ve Arapça resmi dil olacaktır. Metin 29 Mayıs 1937'de Türkiye ve Fransa'da imzalanır. Konsey bunun 27 Kasım 1937'de uygulanmasına karar verir. Türkiye ve Fransa'nın anlaşması üzerine, Milletler Cemiyeti Konseyi Hatay'da yapılacak ve bir plebisit niteliğinde olacak olan ilk seçimi düzenlemek ve denetlemekle görevli komisyonun üyelerini seçer.
Atatürk, 01 Kasım 1937'de TBMM'nin 5. dönem 3. toplanma yılını açarken Hatay konusuna ve Milletler Cemiyeti'nin kararlarına değinerek şöyle demiştir: ''Büyük bir milli davamız olan Hatay işinin geçirdiği safhalar malûmunuzdur. Milletler Cemiyeti yüksek idaresi altında cereyan etmiş olan müzakereler, Hatay halkını lâyık olduğu mesut ve müstakil idareye kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi temin edecek vesikaların kabul ve imzasıyla neticelenmiştir. ''Yeni Hatay rejiminin mer'iyete (yürürlüğe) girmesine, kısa bir zaman kaldı. 'Bu rejimi kendileriyle en dostane bir zihniyetle emek birliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve amaçla gayeyi temin edebilecek şekilde tatbike başlayacaklarına şüphe edilmemelidir. Yarınki Türk−Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda inkişafına, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve âmil olacaktır kanaatindeyim.''
Milletler Meclisi Komisyonu Suriye’de ve Hatay’da durumu kavramakta güçlük çeker ve seçim işlerinde yanlış uygulamalara koyulur. Hazırlanacak olan listelerde, her seçmenin doğuşundan mensup olduğu cemaate yazılmasını ister. O zamanki sınıflandırmaya göre cemaatlerin başlıcaları, Türk, Arap, Alevi, Ermeni, Rum−Ortodoks cemaatleri idi. Bunun sonucunda bir cemaatin kaç mebusu olacağı saptanacaktı. Türk görüşü ise herkesin istediği cemaate yazılmakta özgür olmasıydı. Çünkü manda süresinde yapılmış yoklama ve kayıtlarda Türk unsurunun sayısını düşük göstermek için birtakım baskı ve yolsuzluklara başvurulmuştu.ATATÜRK, TARİH ve KİLİSLİ NECİP ASIM YAZIKSIZTayfur Sökmen bey yapılacak seçimler konusunda görülen olumsuzlukları gidermek amacıyla harcanan çabaları şu ifadelerle anlatıyor; “Ankara itilaf namesinin İskenderun ve havalisinde tatbiki için, hükümetimizin Fransızlar nezdinde yaptığı her türlü teşebbüs semeresiz kalmış olduğu cihetle ve Suriyelileri, Fransızlarla anlaşarak genel seçim yapmaları dolayısıyla, 1936 senesinin Meclis açılış nutkunda aziz Atatürk; ''Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir'' buyurdular. Ferdası günü aziz Atatürk, Başyaver Celâl Bey aracılığıyla beni emretmişlerdi. Gittim. ''Bizleri ihya ettiniz ulu önder,'' dediğimde, ''Sökmen bugünden itibaren davaya resmen el kondu. Antakya−İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Hatay'dır, cemiyetinizin adını ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' olarak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün, Cemiyet merkezi yine İstanbul’da kalmak üzere, Mersin, Dörtyol, Hassa, Kilis'te şube açın; fakat denizden, karadan hatta dağdan Hatay'a gidip gelinmesi daha kolay olacağı için faaliyet merkeziniz Dörtyol şubeniz olsun. Bu şube açıldığı zaman Antakya'daki Cemiyetin adı da değişerek Hatay Egemenlik Cemiyeti adını alsın'' buyurdular ve ''Gazamız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve muvaffak etsin'' diye ilave ettiler.Teşekkür ederek huzurlarından şevkle ayrıldım. Yine Atatürk'ün emirleriyle Dahiliye Vekili Sükrü Kaya Bey Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumî Reisi, Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer bey de cemiyetin kâtibi umumisi oldular. Cemiyetin fahrî umumi başkanı olarak, cemiyetin adını değiştirdim. Mersin, Dörtyol, Hassa ve Kilis'teki Hatay Egemenlik cemiyetlerini açtım. Bu arada Antakya'daki cemiyetin adı da ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' oldu. Cemiyetler açıldıktan sonra İstanbul’a döndüm.
Cemiyetimizin İstanbul merkezinde çalışmalar sıkı bir vaziyette devam ediyordu. Kaldığım birkaç gün içinde hemen her gün cemiyete uğruyordum. Dörtyol'a hareketimden bir gün önce arkadaşlara veda etmek için Cemiyet'e uğradığımda, Antakya şubemizden namıma gelen bir mektup aldım. Mektupta, Fransızlar, Lazkiye'de bulunan Alevilere ''Siz ne Türk, ne Arap ve ne de Müslümansınız, sizler Ehlisalip bakayası olduğunuzdan Türkler ve Araplar sizlere fena muamele yapmaktadır'' propagandası ile tahrik etmektedirler. Bunu haber alan Suriyeliler, ''Siz Arap ve Müslümansınız, Fransızlara inanmayın'' diyerek Alevileri kazanmaya çalışıyorlar. Bizden de Alevilerin Türk ve Müslüman olduklarını ispat ederek Fransız ve Arapların tahriklerini çürütmek için, bir vesika bulabilir misiniz? diye soruyorlardı. Öteden beri Alevilik−Sünnilik sözünü hoş görmeyen Atatürk'ü durumdan haberdar etmek üzere Dolmabahçe'ye, ziyarete gittim. Kabul buyurduklarında durumu arz ettim. ''Kilisli tarihçi Necip Asım1 Bey'le temas ederek hakikat ortaya çıkarılmalıdır'' buyurdular.
Moda caddesinde Ağa Bey sokak 9 numarada ikamet eden Necip Asım Bey'le, Kilisli hemşerisi dostum Avukat Reşit Bey aracılığı ile yaptığım temasta durumu anlatınca; bana ilk sözü şu oldu, ''Anan, bacın, kızın var mı?'' Bu soru karşısında hayretle Reşit Bey'in yüzüne baktım. Bunu gören tarihçi Necip Asım Bey; ''Hayretle bakmakta haklısın, çünkü; benden istediğin tarihi bilgi ve vesika ile sana sorduğum sual başka görülüyorsa da, istediğin bilgi benim sualimin muhtevasındadır. Zira kız alıp vermezsiniz, camilerine gitmez, caminize sokmazsınız; kestiği eti yemez, Alevi, Fellah diye tahkir edersiniz, sonra da kalkıp tarihi vesika istersiniz. İptida (önce) siz şimdiye kadar tatbik etmediğiniz insanı muameleyi tatbik edin, sonra ben size tarihi vesika vereyim'' dedi. Cevaben; ''Beyanatınız tamamen bir hakikattir. Atatürk vatandaşlar arasında devam ede gelen ve cereyan eden bu fena duruma son verecektir. Lütfen tarihi vesikayı verin'' dedim. Bunun üzere kütüphanenin üst kat rafından indirdiği kitabın yanılmıyorsam 149'uncu sahifesinde şunları okudu;
''Aleviler Hasan Sabbah'ın müritleridir, tamamen Türk ırkından olup, Doğu’dakiler Kürtleşmiş, ortada, Anadolu'da kalanlar Türklüklerini muhafaza etmiş, güneye gidenler ise Araplaşmışlardır. Lazkiye'den ötede bir tek Alevi bulamazsınız. Atatürk'e tazimlerimle (saygılarımla) arz ederim'' dedi. Teşekkür ederek yanından ayrıldık. Gidip bu tarihi malumatı Atatürk'e arz ettikten sonra Atatürk; ''Aleviler Arap değildir. Eti Türkleridir'' buyurdular. Veda ederek huzurlarından ayrıldım. Atatürk bu inancını, Adana mebusu İbrahim Dıblan riyasetinde bir cemiyet kurdurup faaliyete geçirerek ispat ettiler. Dolmabahçe'den ayrılarak cemiyete gidip, Atatürk'ün Alevi vatandaşlar için Eti Türk'ü dediğini Antakya'daki Hatay Egemenlik Cemiyeti'ne bildirerek Fransız ve Arapların propagandalarına karsı oradaki Alevi vatandaşlarımızın aldanmamalarını, Eti Türk'ü olduklarını bilmelerini yazdım. Ertesi gün Dörtyol'a hareket ettim. Dörtyol'da Antakya'daki cemiyetimizle temasa başlayarak, faaliyete geçip çalışmaları sıklaştırdım.”
Burada Atatürk’ün tarihi bir konuyu önce bilim insanına havale edip, konu hakkında kendi fikrini daha sonra açıklaması, O’nun bilime ve bilim insanlarına verdiği değeri göstermektedir. Yakın tarihimiz, her konuyu yalnız ve en iyi kendisinin bildiğini zanneden sözde politikacılara derslerle doludur.-------------------------------------------------------
1) Necip Asım Yazıksız, (1861 Kilis-1935 İstanbul); 1861 yılında Kilis’te doğmuş, Balhasan Oğulları isimli Sipahi ailesindendir. Soyadı kanunu çıkınca kendine “Yazıksız” soyadını seçmiştir. Öğrenim hayatına Şam’da başlamış ve 5. Ordu Askerî İdadisine girmiştir. Kilis’te özel dersler almaya başlamış ve öğrenim yaşamı boyunca bu derslere devam etmiştir. 1880’de Harbiye’den Piyade Mülazımı (Teğmen) çıkmış, Askerî Rüştiyelerde ve sonra Harbiye’de Türkçe, Fransızca ve tarih gibi dersler okutmuş ve askerlik hayatını öğretmenliklerde geçirerek Miralaylıktan (Albay) emekli olmuştur. 1908 inkılabından sonra İstanbul Darü’l-fünunu Türk Tarihi ve Türk Dili Tarihi Müderrisliliği yapmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisine IIIncü dönem Erzurum milletvekili seçilmiştir. 12 Aralık 1935’te Kadıköy’deki evinde vefat etmiştir. Henüz Askerî Rüştiyesinde hoca iken bir çok gramer, okuma, coğrafya ve tarih kitapları yayınlamıştır. Bunlardan başka, Medrese-i Edep, Medeniyete Hizmet, Sitler, gibi çeşitli eser ve tercümeleri, Fransızca, hatta fizik ve resim derslerine ait risaleleri basılmıştır. Türk idealine ve tarihine ait makalelerini ise İkdam gazetesinde yayınlanmıştır. Eserlerinin çoğu küçük risalelerden ibaret olmak üzere, 40 civarındadır. Yazdığı makaleler 1000 kadardır. II. Abdülhamit devrinde koyu Osmanlılık davası içinde Türk tarihi ve Türk idealiyle uğraşan nadir aydınlardandır. Gök Bayrak’ı da ilk defa o tercüme etmiştir. Necip Asım, Türk dili hakkındaki eserlerinden dolayı 1892 Şikago Sergisinden bir madalya ve bir şahadetname almış, Paris’teki Societe Asiatique, 1895’te onu üyeliğe seçmiştir. 1908 inkılabından sonra Türk Yurdu, Bilgi, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Türk Tarih Cemiyeti Mecmuası gibi birçok mecmualarda makaleler yazmıştır. Aynı zamanda İstanbul Darülfünununda Türk Tarihi ve Türk Dili Tarihi dersleri vermiştir. Necip Asım, rahmetli Arif Bey’le birlikte büyük bir Türk Tarihi hazırlamaya başlamış, bu eserin Osmanlılardan önceki Türklere ait olan I. cildi Tarih Encümeni tarafından yayınlanmıştır. Milattan sonraki ilk yıllarda, Orta Asya Türklerinin kullandıkları Orhun diline ait küçük bir broşürü ve Yeniçay kıyılarında VIII. yüzyılda dikilmiş olan Orhun Kitabeleri hakkındaki incelemelerini kapsayan eseri vardır. Bunlardan başka XII. yüzyılda Yuknak şehrinde yetişmiş olan Mahmut oğlu Ahmet isimli Türk şairinin Hakaniye lehçesiyle yazdığı Aybetül-Hakayık isimli manzum eserin Uygur harfleriyle yazılmış olan nüshasını Ayasofya Kütüphanesi’nde keşfetmiş, okumaya muvaffak olmuş, gerek bu eserin fotoğrafını, gerek lehçemize tercümesini iki kısımlık bir kitap halinde yayınlayarak edebiyat tarihimize büyük bir hizmette bulunmuştur. Doğu musikisinin millîleştirilmesi için uğraşmış, bundan da önemlisi Osmanlı dilinin Türkçeleşmesi için çalışmıştır.En önemli hizmeti Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş” adlı eserini doğu kökenli bilgileri ile genişleterek tercüme etmesidir. Necip Asım, Fransızca, Arapça, Uygurca ve Çağatayca bilmekteydi.SONUÇNihayet iki dereceli seçim işlerine 15 Mayıs 1938'de başlanılır. Milletler Cemiyeti 19 Mayıs 1938'de Türk görüşünü onaylar. Fransa sömürge yöneticileri, Türkler ve onlarla işbirliği yapanlara karşı baskı ve şiddet eylemlerine koyulurlar. Bu yüzden kargaşalıklar çıkar; ölü ve yaralılar olur ve bu durum bütün Sancağa yayılır. Bunun üzerine Türkiye için yeniden bir siyasal baskıda bulunulmak zorunluluğu doğar. 29 Mayıs 1938'de Atatürk Mersin'e gelir, coşkulu bir karşılama görür ve ordu birliklerinin resmi geçit törenlerini izler. 24 Mayıs'ta Adana'da da, yaya ve topçu birlikleri için aynı izlemede bulunur. Bu olay Fransızların, Hatay işlerindeki tutumunu kökünden değiştirmesine neden olur. Ancak, doktorlarınca kesin istirahat öğütlenen Atatürk'ün hastalığının ağırlaşmasına yol açar.Koşulların kendisi için uygun olmadığını gören Fransa, Hatay işinden sıyrılmak için Türk hükümetine asayişi birlikte korumayı önerir. 12 Haziran'da General Asım Gündüz ve elçi Cevat Açıkalın heyeti durumu incelemek ve görüşmelerde bulunmak üzere Hatay'a gelir ve halk tarafından coşkulu gösterilerle karşılanırlar. 04 Temmuz 1938'de Türkiye ile Fransa arasında bir dostluk antlaşması imzalanır. İki hükümet bir bildiri yayımlayarak İskenderun Sancağı’nın durumunu saptayacak olan hükümleri ve Milletler Cemiyeti Konseyi'nce 29 Mayıs 1937'de kabul edilmiş olan temel kanunu; Hatay’daTürk unsurunun üstünlüğünü kabul ederek, Türkiye hükümetini Hatay sorununun kendisi için bir toprak sorunu olmadığını beyana sevk etmiş olan, 20 Ekim 1921 günlü Ankara Antlaşması'nın ruhuna uygun olarak birlikte uygulamaya koyacaklarını açıklarlar. Yine bu bildiride her iki hükümet Hatay'a 2500'er kişilik birer kuvvet göndermeye karar verdiklerini açıklarlar. 05 Temmuz'da halkın büyük coşkunlukları içinde Kurmay Albay Şükrü Kanatlı emrindeki Türk birlikleri Hatay'a girmeye başlarlar. Elçi Cevat Açıkalın Hatay Fransız temsilcisi ile eş haklara sahip olmak üzere Türkiye Fevkalâde Murahhası olarak atanır. 22−31 Temmuz 1938 yeni baştan seçim yapılır. İlk seçmen listelerine göre Hatay'da: 35.847 Türk, 11.319 Alevi, 5.504 Ermeni, 1.845 Sünni Arap, 2.098 Rum−Ortodoks, 395 kişi ise diğerleri olarak tespit edildi. Buna göre Türklerden 22, Alevilerden 9, Ermenilerden 5, Sünni Araplardan 2, Rum−Ortodokslardan 2 olmak üzere toplam 40 milletvekili çıkar. Meclis 02 Eylül'de toplanıp Tayfur Sökmen'i cumhurbaşkanı seçerken, Dr. Abdurahman Melek’i başbakan olarak atar ve anayasasını yapar, İskenderun Sancağı adını Hatay olarak değiştir ve bir bayrak tespit eder. Büyük vatandan sonra küçük vatan Hatay'ın kurtarıcısı Atatürk 10 Kasım 1938'de hayata veda eder.
İkinci Dünya Savaşının yaklaşmakta olduğu daha açık olarak ortaya çıkınca, İngiltere ile Fransa Birinci Dünya Savaş'ında Türklerin neleri başarabildiklerini de göz önüne alarak, Türkiye ile bir anlaşmaya varmak isterler. Bu düşünceyle, 12 Mayıs 1939 tarihinde, Akdeniz bölgesinde savaşla sonuçlanacak bir saldırı olursa fiili işbirliğinde bulunmak ve karşılıklı yardımlaşmaya gidilmesini kapsayan bir beyanname imzalanır. Türkiye, aynı belgeyi Fransa ile de imzalamak için Hatay işinin kesin olarak çözümlenmesini ön şart olarak koyar. Böylece, 23 Haziran 1939'da Paris'te anılan belge imzalanırken Ankara'da da Hatay sorununun kesin çözümünü sağlayan anlaşma imzalanır. 29 Haziran 1939’da Hatay Millet Meclisi ülkenin anavatana katılmasını kararlaştırır. Yönetim Türkiye Fevkalâde Murahhası Cevat Açıkalın'a devredilir. 07 Temmuz'da TBMM'den çıkan bir kanunla, katılma kararıyla ilgili olarak Hatay Vilayeti kurulur. Fransız birlikleri de hemen Hatay'dan çekilirler.
Mustafa Kemal Atatürk Hatay şehididir; çünkü sorunun en karışık olduğu dönemde, doktorların kendisine, hastalığı dolayısıyla kesin olarak dinlenmesini tavsiye ettikleri günlerde, Mersin ve Adana'da askeri birlikleri ziyareti ve resmi geçit törenlerini ayakta izlemesi O'nun hastalığının ilerlemesine neden olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, Hatay meselesini çözerken, yeri geldiğinde sert, yeri geldiğinde uzlaşmacı, yumuşak, müzakereci politikalar izlemiştir. Sadece kendi halkına güvenmiş, halkının sesine kulak vermiş, emperyalistlerin tuzaklarına düşmemiştir. O gelişen olayları doğru yorumlamış, öngörüsü ve kararlı politikaları sayesinde başarıya ulaşmıştır.
Bu vesile ile Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, Hatay’ın ilk ve tek cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’i ve asker, tarihçi, müderris, Türkolog, milletvekili Necip Asım Yazıksız’ı bir kez daha rahmetle, şükranla ve özlemle anıyorum.Ecz. İbrahim Beşe
Hatay’ın ilk ve tek cumhurbaşkanı rahmetli Tayfur Sökmen’in anılarını yazdığı, “Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar” isimli, Nurer Uğurlu başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanan kitaptan yararlanarak hazırlamaya çalıştığım bu özet yazı, o günleri yeniden hatırlamak, tarihten dersler çıkarark Suriye ve çevresinde yaşanan krizi kavrama kolaylığı sağlama amacı taşımaktadır.TAYFUR SÖKMEN BEYDedesi Reyhanlı Aşiretinin reisi Karamürselzade Ahmet Paşa, babası Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa’dır. Tayfur Sökmen 1892 yılında Adana’da doğmuştur. Millet Cemiyeti’nin 19 Mayıs 1937'de Hatay için kabul ettiği anayasadan sonra kurulan Hatay Cumhuriyeti'nin ilk ve tek cumhurbaşkanıdır. Babası bir dönem Kilis Kaymakamlığında bulunmuştur. İlk tahsilini babasının Kırıkhan’da yaptırdığı rüştiye mektebinde yapmıştır. Gençlik yılları milli mücadele günlerine rastlar ki; 2. Kolordu emrinde Kuva-i Milliye komutanlığı, Hatay Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilciliği, İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruculuğu ve başkanlığı, Antakya-İskenderun Muaveneti İçtimaiye Cemiyeti başkanlığı, Hatay Erkimlik Cemiyeti reisliği yapmıştır. Hatay Cumhurbaşkanlığı görevini, Hatay’ın 29 Haziran 1939'da Millet Meclisi'nin kararıyla Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı alınıncaya kadar sürdürmüştür. TBMM V., VI., VII., VIII. dönem Antalya ve IX. dönem Hatay milletvekilliği ile Cumhuriyet Senatosu üyelik görevini 07 Haziran 1968’den 02 Haziran 1974 yılına kadar yapmıştır. 03 Mart 1980 yılında İstanbul’da hakkın rahmetine kavuşmuştur.TAYFUR SÖKMEN BEY MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KİLİS’TE30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesini takip eden günlerde Maraş, Antep, Urfa, İskenderun, Antakya ve Kilis’in önce İngilizler ve daha sonra Fransızların işgaline uğramasıyla birlikte geniş bir çevresi olan Tayfur Sökmen Bey’de, akrabaları, hemşerileri, arkadaşları ile birlikte işgale karşı mücadeleye başlar. Bu amaçla Kilis’e gelişini şöyle anlatmaktadır;
“Gece Ahmet ve Ali ağalarla beraber Kazıklı'dan ayrıldık ve ertesi gün ikametgâhımda kendi aramızda yaptığımız toplantıda, ya bizzat işin başına geçelim veya Fransızlarla mücadeleyi bırakalım görüşlerinin tartışması sonunda işin başına geçip mücadeleyi bizzat yürütelim kararına vardık.
Bir süre sonra durumu incelemek üzere halazadelerim Mürselzade Abdullah, Bahadırlı Mehmet beylerle, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Hamit Öcal ve daha birkaç kişi ile Kilis'e hareket ettik. Afrin Köprüsü'nden ve Kürtdağı'nın Asikibar köyünden geçerek, Katma'nın güneyine yetiştiğimiz zaman tepenin üzerinden 5−6 Fransız süvarisi göründü. Bizi fark edip süratle üzerimize gelirken arkadaşımız Hamit Öcal Efendi silahına davranıp ateş etmek isteyince, silah sesi etraftan duyulup başkalarını da üzerimize getirir düşüncesiyle mani oldum. Süvariler gelip önümüzü çevirdiklerinde, Cezayir ve Tunuslu Müslüman asker olduklarını görünce, önde olduğum için bunlara Şerif’in (Faysal Hükümeti) jandarması olduğumuzu ifade etmek istedim. Arapça bilmediğim için anlatamayacağımı anlayınca, arkamdaki Arapça bilen halazadem Bahadırlı Mehmet Bey'e ''Çete olmayıp, Şerif’in jandarması olduğumuzu ve tahsilata çıktığımızı'' anlatmasını söyledim. Anlattı. Kaybettikleri hayvanlarını arıyorlarmış, sözümüze inanarak bizden ayrıldılar. Biz de yolumuza devam ederek Azez kazasından geçip, aksam Kilis'e yetiştik. Geceyi Dağlı Ahmet Bey'in evinde geçirdik. Ertesi günü Kilisli Avukat Reşit Bey'i bulduk. O gün, sonradan lağvedilen Mevlevi tekkesinde toplanan Maarif−i İslami’ye Cemiyeti'yle Eşraf-ı Beldenin toplantısına katıldık. Bu toplantıda Kürtdağı'na gelmiş olan Kuva-ı Milliye kumandanı Yüzbaşı Kâmil Bey, (namı müstearı Polat Paşa) ile temas etmek için bir heyetin seçimi görüşülüyordu. Neticede Kilis'i temsilen Akif, Müslüman, İslam ve Hacı Ahmet efendiler temasa memur edildiler; toplantı dağıldı. Ertesi günü bu heyetle hep beraber Kilis'ten hareket ederek, Kürtdağı'nın Meydanki köyünde Şıh Abdi'nin evinde misafir olan Polat Paşa’nın yanına geldik. Tanıştık. Görüştüğümüzde, Kilis Kuva-ı Milli'ye karargâhının, Kilis'in kuzeyindeki Cercik köyünde yerleşmesini kabul ettiler. Bizim yardım isteklerimize; ''Beraberimde kuvvetim olmadığı için size yardımda bulunamayacağım,'' dedi. Fakat bu durum karşısında Fransızlarla fiilen muhasama ve müsademe icap ettiğine göre, Maraş’tan talimat almak ve noksanlarımızı tamamlamak üzere anlaşmaya varılarak, Polat Paşa’dan ayrıldık. Ve ertesi gün Katma'da Mennenzade Niyazi Bey'de gene misafir olduk. İkinci günü erken saatte oradan ayrılıp Katma'nın güneyindeki Hannan ve Mennan türbesinin yanında iken, karsımızdan Fransız süvari kolunun geçmekte olduğunu görünce dağıldık. Çeşitli yerlerden geçerek, Afrin nehri civarında, Umuzade Hasan Ağa’nın köyünde arkadaşlarla tekrar birleşerek Reyhaniye'ye gelip, ertesi günü buluşmak üzere ayrılarak köylerimize gittik. İkinci günü diğer akraba ve hemşerilerimizle buluşup, toplanarak temasımızı anlattım.Bir taraftan teşkilatlanmaya başlanırken diğer taraftan da Polat Paşa ile ilgiyi kesmedim, hatta haberleşme ve temasımızı sıklaştırdık. Bu arada aldığım bir haberle Polat Paşa’yı Kilis Kuva-ı Milliye Kumandanlığı’ndan alıp, yerine Kilis Askerlik Şubesi Reisi Binbaşı Mahmut Bey'i atadıklarını öğrendim. Haziran sonuna doğru Binbaşı Mahmut Bey ile görüşmek üzere amcazadem Mürselzade Halil Bey, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin ve 5−6 arkadaşı ile Kürtdağı'na geçtim. Kilis Kuva-i Milliye karargâhı Cercik köyünden Cengin köyüne nakledilmiş. Cengin köyüne geldiğimizde Binbaşı Mahmut Bey efrat toplamak üzere civar köylere gitmiş, görüşemedik. Kilis Kaymakamlığı vazifesini görmekte olan Cemal Bey'le görüştüğümüzde Antep mutasarrıfını görmeye gideceğini örgenince, Antep mıntıka kumandanı Recep Bey'le görüşmek üzere Cemal Bey'le beraber gitmeye karar verdik. Geceyi orada geçirip, ertesi gün Cengin'den hareket ederek Mülk köyüne geldik.”KURTULUŞTAN SONRAFransız Hükümeti, Suriye’de bir “Manda” yönetimi kumuşsa da, Suriyeliler buna her zaman silahlı mücadele de dahil olmak üzere çeşitli tepkiler göstererek Fransa’yı rahatsız ve huzursuz etmeye devam etmişlerdir. Fransa'yı Suriyelilerle anlaşmaya zorlayan en önemli olaylar ise, Mart 1936'da Hitler'in Versay Antlaşması'nı çiğneyerek, askerlerini Ren Irmağı’nın batısına geçirerek, silahtan arındırılmış bölgeyi işgal etti. İtalyanlar mayıs ayında Habeşistan'ın başkentini ele geçirdi. Bu gelişmeler Avrupa’yı sarstı. Fransa uzun görüşmelerden sonra 09 Eylül 1936'da Suriye ile bir dostluk antlaşması yaptı. Türkiye Cumhuriyet’i Hükümeti, Fransız Hükümetinin, İskenderun Sancağı halkı ile de, Suriyelilerle yaptığı antlaşmaya paralel bir antlaşma yapmasını istedi. Bu konuda Fransa ile Türkiye arasındaki görüş ayrılığı devam etti. Bunun üzerine Atatürk, 01 Kasım 1936'da TBMM'nin 5. Dönem 2. Toplanma yılını açarken şu konuşmayı yaptı: ''Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan 'İskenderun−Antakya' ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler.''Bu tarihlerde Avrupa iyice karışmış, Fransa yaklaşan büyük savaşın sıcaklığını iyiden iyiye hissetmeye başlamış, Türkiye ise Lozan’da, Montreux Konferansı'nda Boğazlar meselesi dahil (22 Haziran−20 Temmuz 1936) istediğini almıştı. Atatürk’ün bütün dikkatini İskenderun Sancağı’na vereceği bir ortam buluyordu.
Fransa Hükümeti, Suriye ile yaptığı antlaşmaya gereğince, 1936 Kasımında Suriye’de seçim yaptırma kararı aldı ve 30 Kasım 1936'da İskenderun Sancağı’nda ikinci derece seçimler yapıldı. Türklerin bu seçimlere itirazları olaylara, ölümlere, yaralanmalara ve birçok Türk’ün tutuklanmasına sebep olur. Olaylar karşısında, 08 Aralık 1936’da, Türk Hükümeti ile Fransız Hükümeti anlaşarak konuyu Milletler Cemiyeti Konseyi'ne götürürler. Konseyin 14 Aralık 1936 günlü toplantısında Türkiye, İskenderun Sancağında öncelikle asayişin ve huzurun sağlanılması için Fransız askerlerinin çekilmesini, yerine Milletler Cemiyeti Komiseri'ne bağlı jandarmanın gönderilmesini ve Fransa'nın Suriye ve Lübnan'da yapmış olduğu gibi Hatay halkıyla da bir antlaşma yapmasını ister. Fransa bunu reddeder. Konsey, Fransa'nın isteğine uyarak, Hatay için yalnız üç gözlemci göndermeyi önerir. Türkiye - Fransa görüşmelerinden bir sonuç alınamaz. Bunun üzerine Atatürk, Fransızlara ve bütün dünyaya Hatay meselesine verdiği önemi göstermesi bakımından, İstanbul’dan, Eskişehir ve Konya seyahatine çıkar. Başbakan İsmet İnönü ile Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı, dış ve içişleri bakanlarını acele Eskişehir'e çağırır. Anadolu Ajansı ve gazeteler, Hatay'ın son durumuna dikkat çekerek Türk halkının olaya olan ilgisini ve heyecanı belirtirler.Atatürk'ün Hatay meselesine verdiği önemi belirtmesi bakımından, Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak'a 1937'de söylediği şu sözler önemlidir: ''Hatay benim şahsi meselemdir. Keyfiyeti Fransız büyükelçisine tâ bidayette açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında müsellâh (silah) bir ihtilâfa müncer olması katiyen varid değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta bu yolda binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhuriyeti Reisliği’nden ve hatta Büyük Millet Meclisi azalığından da çekileceğim. Ve bir fert olarak bana iltihak edecek birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.'' Atatürk'ün kararlı davranışı üzerine 18 Ocak 1937'de Fransa Başbakanı Léon Blum, Türk büyükelçisine bir mektup yazarak, özetle şu düşünceleri ortaya koyar: ''Sırf hukuk alanında anlaşmamız güçtür. Milletler Cemiyeti ise bizde olmayan tam özgürlüğe sahiptir. Fransız hükümeti şunu açıklayabilir ki, cemiyetin bu sorun için seçeceği sözcünün görevini en geniş biçimde anlamasına hiçbir engel görmemektedir ve konseyin kararına önceden razıdır... O, şimdiden sancağı ayrı bir varlık gibi ele alabilir... Tek bir kaygım vardır, anlaşmazlığımızın gerçek nedenlerini kavrayıp onlara çare bulmak ve bu dikenli sorunu ülkelerimiz arasında daha da dostçasına bir yakınlaşmayı sağlamak için bir vasıta yapmak...'' 27 Ocak 1937’de Türk ve Fransız hükümetlerinin ilke bakımından anlaşmış oldukları bir metin, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin onayına sunulur. Bu metne göre Hatay’ın ayrı bir varlık sayılacağı ve içişlerinde tam bir özgürlüğe sahip olacağı ile Türkiye'ye İskenderun limanında transit kolaylığı için birtakım hak ve üstünlük tanınacak, Türkçe ve Arapça resmi dil olacaktır. Metin 29 Mayıs 1937'de Türkiye ve Fransa'da imzalanır. Konsey bunun 27 Kasım 1937'de uygulanmasına karar verir. Türkiye ve Fransa'nın anlaşması üzerine, Milletler Cemiyeti Konseyi Hatay'da yapılacak ve bir plebisit niteliğinde olacak olan ilk seçimi düzenlemek ve denetlemekle görevli komisyonun üyelerini seçer.
Atatürk, 01 Kasım 1937'de TBMM'nin 5. dönem 3. toplanma yılını açarken Hatay konusuna ve Milletler Cemiyeti'nin kararlarına değinerek şöyle demiştir: ''Büyük bir milli davamız olan Hatay işinin geçirdiği safhalar malûmunuzdur. Milletler Cemiyeti yüksek idaresi altında cereyan etmiş olan müzakereler, Hatay halkını lâyık olduğu mesut ve müstakil idareye kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi temin edecek vesikaların kabul ve imzasıyla neticelenmiştir. ''Yeni Hatay rejiminin mer'iyete (yürürlüğe) girmesine, kısa bir zaman kaldı. 'Bu rejimi kendileriyle en dostane bir zihniyetle emek birliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve amaçla gayeyi temin edebilecek şekilde tatbike başlayacaklarına şüphe edilmemelidir. Yarınki Türk−Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda inkişafına, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve âmil olacaktır kanaatindeyim.''
Milletler Meclisi Komisyonu Suriye’de ve Hatay’da durumu kavramakta güçlük çeker ve seçim işlerinde yanlış uygulamalara koyulur. Hazırlanacak olan listelerde, her seçmenin doğuşundan mensup olduğu cemaate yazılmasını ister. O zamanki sınıflandırmaya göre cemaatlerin başlıcaları, Türk, Arap, Alevi, Ermeni, Rum−Ortodoks cemaatleri idi. Bunun sonucunda bir cemaatin kaç mebusu olacağı saptanacaktı. Türk görüşü ise herkesin istediği cemaate yazılmakta özgür olmasıydı. Çünkü manda süresinde yapılmış yoklama ve kayıtlarda Türk unsurunun sayısını düşük göstermek için birtakım baskı ve yolsuzluklara başvurulmuştu.ATATÜRK, TARİH ve KİLİSLİ NECİP ASIM YAZIKSIZTayfur Sökmen bey yapılacak seçimler konusunda görülen olumsuzlukları gidermek amacıyla harcanan çabaları şu ifadelerle anlatıyor; “Ankara itilaf namesinin İskenderun ve havalisinde tatbiki için, hükümetimizin Fransızlar nezdinde yaptığı her türlü teşebbüs semeresiz kalmış olduğu cihetle ve Suriyelileri, Fransızlarla anlaşarak genel seçim yapmaları dolayısıyla, 1936 senesinin Meclis açılış nutkunda aziz Atatürk; ''Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir'' buyurdular. Ferdası günü aziz Atatürk, Başyaver Celâl Bey aracılığıyla beni emretmişlerdi. Gittim. ''Bizleri ihya ettiniz ulu önder,'' dediğimde, ''Sökmen bugünden itibaren davaya resmen el kondu. Antakya−İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Hatay'dır, cemiyetinizin adını ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' olarak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün, Cemiyet merkezi yine İstanbul’da kalmak üzere, Mersin, Dörtyol, Hassa, Kilis'te şube açın; fakat denizden, karadan hatta dağdan Hatay'a gidip gelinmesi daha kolay olacağı için faaliyet merkeziniz Dörtyol şubeniz olsun. Bu şube açıldığı zaman Antakya'daki Cemiyetin adı da değişerek Hatay Egemenlik Cemiyeti adını alsın'' buyurdular ve ''Gazamız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve muvaffak etsin'' diye ilave ettiler.Teşekkür ederek huzurlarından şevkle ayrıldım. Yine Atatürk'ün emirleriyle Dahiliye Vekili Sükrü Kaya Bey Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumî Reisi, Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer bey de cemiyetin kâtibi umumisi oldular. Cemiyetin fahrî umumi başkanı olarak, cemiyetin adını değiştirdim. Mersin, Dörtyol, Hassa ve Kilis'teki Hatay Egemenlik cemiyetlerini açtım. Bu arada Antakya'daki cemiyetin adı da ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' oldu. Cemiyetler açıldıktan sonra İstanbul’a döndüm.
Cemiyetimizin İstanbul merkezinde çalışmalar sıkı bir vaziyette devam ediyordu. Kaldığım birkaç gün içinde hemen her gün cemiyete uğruyordum. Dörtyol'a hareketimden bir gün önce arkadaşlara veda etmek için Cemiyet'e uğradığımda, Antakya şubemizden namıma gelen bir mektup aldım. Mektupta, Fransızlar, Lazkiye'de bulunan Alevilere ''Siz ne Türk, ne Arap ve ne de Müslümansınız, sizler Ehlisalip bakayası olduğunuzdan Türkler ve Araplar sizlere fena muamele yapmaktadır'' propagandası ile tahrik etmektedirler. Bunu haber alan Suriyeliler, ''Siz Arap ve Müslümansınız, Fransızlara inanmayın'' diyerek Alevileri kazanmaya çalışıyorlar. Bizden de Alevilerin Türk ve Müslüman olduklarını ispat ederek Fransız ve Arapların tahriklerini çürütmek için, bir vesika bulabilir misiniz? diye soruyorlardı. Öteden beri Alevilik−Sünnilik sözünü hoş görmeyen Atatürk'ü durumdan haberdar etmek üzere Dolmabahçe'ye, ziyarete gittim. Kabul buyurduklarında durumu arz ettim. ''Kilisli tarihçi Necip Asım1 Bey'le temas ederek hakikat ortaya çıkarılmalıdır'' buyurdular.
Moda caddesinde Ağa Bey sokak 9 numarada ikamet eden Necip Asım Bey'le, Kilisli hemşerisi dostum Avukat Reşit Bey aracılığı ile yaptığım temasta durumu anlatınca; bana ilk sözü şu oldu, ''Anan, bacın, kızın var mı?'' Bu soru karşısında hayretle Reşit Bey'in yüzüne baktım. Bunu gören tarihçi Necip Asım Bey; ''Hayretle bakmakta haklısın, çünkü; benden istediğin tarihi bilgi ve vesika ile sana sorduğum sual başka görülüyorsa da, istediğin bilgi benim sualimin muhtevasındadır. Zira kız alıp vermezsiniz, camilerine gitmez, caminize sokmazsınız; kestiği eti yemez, Alevi, Fellah diye tahkir edersiniz, sonra da kalkıp tarihi vesika istersiniz. İptida (önce) siz şimdiye kadar tatbik etmediğiniz insanı muameleyi tatbik edin, sonra ben size tarihi vesika vereyim'' dedi. Cevaben; ''Beyanatınız tamamen bir hakikattir. Atatürk vatandaşlar arasında devam ede gelen ve cereyan eden bu fena duruma son verecektir. Lütfen tarihi vesikayı verin'' dedim. Bunun üzere kütüphanenin üst kat rafından indirdiği kitabın yanılmıyorsam 149'uncu sahifesinde şunları okudu;
''Aleviler Hasan Sabbah'ın müritleridir, tamamen Türk ırkından olup, Doğu’dakiler Kürtleşmiş, ortada, Anadolu'da kalanlar Türklüklerini muhafaza etmiş, güneye gidenler ise Araplaşmışlardır. Lazkiye'den ötede bir tek Alevi bulamazsınız. Atatürk'e tazimlerimle (saygılarımla) arz ederim'' dedi. Teşekkür ederek yanından ayrıldık. Gidip bu tarihi malumatı Atatürk'e arz ettikten sonra Atatürk; ''Aleviler Arap değildir. Eti Türkleridir'' buyurdular. Veda ederek huzurlarından ayrıldım. Atatürk bu inancını, Adana mebusu İbrahim Dıblan riyasetinde bir cemiyet kurdurup faaliyete geçirerek ispat ettiler. Dolmabahçe'den ayrılarak cemiyete gidip, Atatürk'ün Alevi vatandaşlar için Eti Türk'ü dediğini Antakya'daki Hatay Egemenlik Cemiyeti'ne bildirerek Fransız ve Arapların propagandalarına karsı oradaki Alevi vatandaşlarımızın aldanmamalarını, Eti Türk'ü olduklarını bilmelerini yazdım. Ertesi gün Dörtyol'a hareket ettim. Dörtyol'da Antakya'daki cemiyetimizle temasa başlayarak, faaliyete geçip çalışmaları sıklaştırdım.”
Burada Atatürk’ün tarihi bir konuyu önce bilim insanına havale edip, konu hakkında kendi fikrini daha sonra açıklaması, O’nun bilime ve bilim insanlarına verdiği değeri göstermektedir. Yakın tarihimiz, her konuyu yalnız ve en iyi kendisinin bildiğini zanneden sözde politikacılara derslerle doludur.-------------------------------------------------------
1) Necip Asım Yazıksız, (1861 Kilis-1935 İstanbul); 1861 yılında Kilis’te doğmuş, Balhasan Oğulları isimli Sipahi ailesindendir. Soyadı kanunu çıkınca kendine “Yazıksız” soyadını seçmiştir. Öğrenim hayatına Şam’da başlamış ve 5. Ordu Askerî İdadisine girmiştir. Kilis’te özel dersler almaya başlamış ve öğrenim yaşamı boyunca bu derslere devam etmiştir. 1880’de Harbiye’den Piyade Mülazımı (Teğmen) çıkmış, Askerî Rüştiyelerde ve sonra Harbiye’de Türkçe, Fransızca ve tarih gibi dersler okutmuş ve askerlik hayatını öğretmenliklerde geçirerek Miralaylıktan (Albay) emekli olmuştur. 1908 inkılabından sonra İstanbul Darü’l-fünunu Türk Tarihi ve Türk Dili Tarihi Müderrisliliği yapmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisine IIIncü dönem Erzurum milletvekili seçilmiştir. 12 Aralık 1935’te Kadıköy’deki evinde vefat etmiştir. Henüz Askerî Rüştiyesinde hoca iken bir çok gramer, okuma, coğrafya ve tarih kitapları yayınlamıştır. Bunlardan başka, Medrese-i Edep, Medeniyete Hizmet, Sitler, gibi çeşitli eser ve tercümeleri, Fransızca, hatta fizik ve resim derslerine ait risaleleri basılmıştır. Türk idealine ve tarihine ait makalelerini ise İkdam gazetesinde yayınlanmıştır. Eserlerinin çoğu küçük risalelerden ibaret olmak üzere, 40 civarındadır. Yazdığı makaleler 1000 kadardır. II. Abdülhamit devrinde koyu Osmanlılık davası içinde Türk tarihi ve Türk idealiyle uğraşan nadir aydınlardandır. Gök Bayrak’ı da ilk defa o tercüme etmiştir. Necip Asım, Türk dili hakkındaki eserlerinden dolayı 1892 Şikago Sergisinden bir madalya ve bir şahadetname almış, Paris’teki Societe Asiatique, 1895’te onu üyeliğe seçmiştir. 1908 inkılabından sonra Türk Yurdu, Bilgi, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Türk Tarih Cemiyeti Mecmuası gibi birçok mecmualarda makaleler yazmıştır. Aynı zamanda İstanbul Darülfünununda Türk Tarihi ve Türk Dili Tarihi dersleri vermiştir. Necip Asım, rahmetli Arif Bey’le birlikte büyük bir Türk Tarihi hazırlamaya başlamış, bu eserin Osmanlılardan önceki Türklere ait olan I. cildi Tarih Encümeni tarafından yayınlanmıştır. Milattan sonraki ilk yıllarda, Orta Asya Türklerinin kullandıkları Orhun diline ait küçük bir broşürü ve Yeniçay kıyılarında VIII. yüzyılda dikilmiş olan Orhun Kitabeleri hakkındaki incelemelerini kapsayan eseri vardır. Bunlardan başka XII. yüzyılda Yuknak şehrinde yetişmiş olan Mahmut oğlu Ahmet isimli Türk şairinin Hakaniye lehçesiyle yazdığı Aybetül-Hakayık isimli manzum eserin Uygur harfleriyle yazılmış olan nüshasını Ayasofya Kütüphanesi’nde keşfetmiş, okumaya muvaffak olmuş, gerek bu eserin fotoğrafını, gerek lehçemize tercümesini iki kısımlık bir kitap halinde yayınlayarak edebiyat tarihimize büyük bir hizmette bulunmuştur. Doğu musikisinin millîleştirilmesi için uğraşmış, bundan da önemlisi Osmanlı dilinin Türkçeleşmesi için çalışmıştır.En önemli hizmeti Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş” adlı eserini doğu kökenli bilgileri ile genişleterek tercüme etmesidir. Necip Asım, Fransızca, Arapça, Uygurca ve Çağatayca bilmekteydi.SONUÇNihayet iki dereceli seçim işlerine 15 Mayıs 1938'de başlanılır. Milletler Cemiyeti 19 Mayıs 1938'de Türk görüşünü onaylar. Fransa sömürge yöneticileri, Türkler ve onlarla işbirliği yapanlara karşı baskı ve şiddet eylemlerine koyulurlar. Bu yüzden kargaşalıklar çıkar; ölü ve yaralılar olur ve bu durum bütün Sancağa yayılır. Bunun üzerine Türkiye için yeniden bir siyasal baskıda bulunulmak zorunluluğu doğar. 29 Mayıs 1938'de Atatürk Mersin'e gelir, coşkulu bir karşılama görür ve ordu birliklerinin resmi geçit törenlerini izler. 24 Mayıs'ta Adana'da da, yaya ve topçu birlikleri için aynı izlemede bulunur. Bu olay Fransızların, Hatay işlerindeki tutumunu kökünden değiştirmesine neden olur. Ancak, doktorlarınca kesin istirahat öğütlenen Atatürk'ün hastalığının ağırlaşmasına yol açar.Koşulların kendisi için uygun olmadığını gören Fransa, Hatay işinden sıyrılmak için Türk hükümetine asayişi birlikte korumayı önerir. 12 Haziran'da General Asım Gündüz ve elçi Cevat Açıkalın heyeti durumu incelemek ve görüşmelerde bulunmak üzere Hatay'a gelir ve halk tarafından coşkulu gösterilerle karşılanırlar. 04 Temmuz 1938'de Türkiye ile Fransa arasında bir dostluk antlaşması imzalanır. İki hükümet bir bildiri yayımlayarak İskenderun Sancağı’nın durumunu saptayacak olan hükümleri ve Milletler Cemiyeti Konseyi'nce 29 Mayıs 1937'de kabul edilmiş olan temel kanunu; Hatay’daTürk unsurunun üstünlüğünü kabul ederek, Türkiye hükümetini Hatay sorununun kendisi için bir toprak sorunu olmadığını beyana sevk etmiş olan, 20 Ekim 1921 günlü Ankara Antlaşması'nın ruhuna uygun olarak birlikte uygulamaya koyacaklarını açıklarlar. Yine bu bildiride her iki hükümet Hatay'a 2500'er kişilik birer kuvvet göndermeye karar verdiklerini açıklarlar. 05 Temmuz'da halkın büyük coşkunlukları içinde Kurmay Albay Şükrü Kanatlı emrindeki Türk birlikleri Hatay'a girmeye başlarlar. Elçi Cevat Açıkalın Hatay Fransız temsilcisi ile eş haklara sahip olmak üzere Türkiye Fevkalâde Murahhası olarak atanır. 22−31 Temmuz 1938 yeni baştan seçim yapılır. İlk seçmen listelerine göre Hatay'da: 35.847 Türk, 11.319 Alevi, 5.504 Ermeni, 1.845 Sünni Arap, 2.098 Rum−Ortodoks, 395 kişi ise diğerleri olarak tespit edildi. Buna göre Türklerden 22, Alevilerden 9, Ermenilerden 5, Sünni Araplardan 2, Rum−Ortodokslardan 2 olmak üzere toplam 40 milletvekili çıkar. Meclis 02 Eylül'de toplanıp Tayfur Sökmen'i cumhurbaşkanı seçerken, Dr. Abdurahman Melek’i başbakan olarak atar ve anayasasını yapar, İskenderun Sancağı adını Hatay olarak değiştir ve bir bayrak tespit eder. Büyük vatandan sonra küçük vatan Hatay'ın kurtarıcısı Atatürk 10 Kasım 1938'de hayata veda eder.
İkinci Dünya Savaşının yaklaşmakta olduğu daha açık olarak ortaya çıkınca, İngiltere ile Fransa Birinci Dünya Savaş'ında Türklerin neleri başarabildiklerini de göz önüne alarak, Türkiye ile bir anlaşmaya varmak isterler. Bu düşünceyle, 12 Mayıs 1939 tarihinde, Akdeniz bölgesinde savaşla sonuçlanacak bir saldırı olursa fiili işbirliğinde bulunmak ve karşılıklı yardımlaşmaya gidilmesini kapsayan bir beyanname imzalanır. Türkiye, aynı belgeyi Fransa ile de imzalamak için Hatay işinin kesin olarak çözümlenmesini ön şart olarak koyar. Böylece, 23 Haziran 1939'da Paris'te anılan belge imzalanırken Ankara'da da Hatay sorununun kesin çözümünü sağlayan anlaşma imzalanır. 29 Haziran 1939’da Hatay Millet Meclisi ülkenin anavatana katılmasını kararlaştırır. Yönetim Türkiye Fevkalâde Murahhası Cevat Açıkalın'a devredilir. 07 Temmuz'da TBMM'den çıkan bir kanunla, katılma kararıyla ilgili olarak Hatay Vilayeti kurulur. Fransız birlikleri de hemen Hatay'dan çekilirler.
Mustafa Kemal Atatürk Hatay şehididir; çünkü sorunun en karışık olduğu dönemde, doktorların kendisine, hastalığı dolayısıyla kesin olarak dinlenmesini tavsiye ettikleri günlerde, Mersin ve Adana'da askeri birlikleri ziyareti ve resmi geçit törenlerini ayakta izlemesi O'nun hastalığının ilerlemesine neden olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, Hatay meselesini çözerken, yeri geldiğinde sert, yeri geldiğinde uzlaşmacı, yumuşak, müzakereci politikalar izlemiştir. Sadece kendi halkına güvenmiş, halkının sesine kulak vermiş, emperyalistlerin tuzaklarına düşmemiştir. O gelişen olayları doğru yorumlamış, öngörüsü ve kararlı politikaları sayesinde başarıya ulaşmıştır.
Bu vesile ile Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, Hatay’ın ilk ve tek cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’i ve asker, tarihçi, müderris, Türkolog, milletvekili Necip Asım Yazıksız’ı bir kez daha rahmetle, şükranla ve özlemle anıyorum.Ecz. İbrahim Beşe