Bakmasını bilen gözler her zaman gerçeği tüm çıplaklığıyla görebilir. Gördüğünü anlar ve ileride, yaptığı şeyler yüzünden başına neler gelip gelmeyeceğini az çok kestirebilir.
Geçtiğimiz günlerde izlediğim Kosova ile ilgili belgesel bir programda gerçekler o kadar açık olarak ortaya dökülmüştü ki, insanın bu gerçeklerden kendi adına pay çıkarmaması mümkün değildi.
Programda Kosovada yaşanan kültürel değişimden örnekler veriliyordu. İkinci dünya savaşından bu yana ana dili Türkçe olan bir yerde şimdi Türkler azınlık muamelesi görüyor ve dışlanıyorlardı. Amerikan sevdası o kadar büyümüş ki, cadde ve sokaklara Amerikan başkanlarının isimleri verilmiş, her yer Amerikan bayrakları ile süslenmişti. Pristine sokaklarına katolik katedralleri inşa edilmiş, Türk düşmanı olduğu söylenen İskender Bey ve Rahibe Teresanın heykelleri meydanlara dikilmiş. Rahibe Teresa duyulan bu sonsuz sevginin sebebi ise Nobel ödülünü almasına ve kendilerini Avrupaya tanıtan bir yüz olmasına bağlanıyordu. Müslümanlığın kendilerini geri bıraktığı düşüncesi halk arasında ciddi kabul görmüş. 30-40 Avro ücretle yaşayan halkın bu duruma neden itiraz etmediği sorulduğunda ise, ölmektense böyle yaşamayı kabul ettikleri cevabı veriliyordu. Kosovada yaşayan
Türklerin durumu daha farklı bir manzara arz ediyor. Azınlık olarak kabul edilen Türklerin nüfusunun gösterilenden bir hayli fazla olduğu iddia ediliyordu. Türk gençler ise okullarda yaşadıkları ayrımcılıktan şikâyet ederek, Kosovadaki her Türk genci gibi üniversiteyi Türkiyede okumak istediklerini dile getiriyorlardı. Kosovada ciddi bir Müslüman nüfusun olmasına karşın, Hıristiyanlığa karşı ciddi eğilimlerin devam ettiği belirtiliyor. Gençlerin ise tek amacı, kapağı Avrupaya atıp iş bulabilmek.
Benim zihnimde hala Kosova yapılan soykırımın izleri duruyor. Savaşı ve yaşanan vahşeti sadece televizyondan seyretmiş olmama rağmen ben bugün yaşananları unutmadım. Ama Kosovada savaşı birebir yaşayanların çoğu her şeyi unutmuş gibi gözüküyor. En azından izlediklerimden ve dinlediklerimden edindiğim izlenim buydu. Yıllarca bir arada yaşamış halkların şimdi birbirlerine nasıl baktıkları ise üzüntü verici bir durum. Çözümsüzlük ise değişmez kaderleri olmuş gibi gözüküyor.
Dünyanın birçok bölgesinde yaşananlar ile Kosovada yaşanmış şeyler arasından ciddi benzerlikler olduğu çok açık değil mi?
Farklı milletlerden ve ülkelerden oluşan dünya da, her millet ve her ülke birbirinin kopyası yapılmak isteniyor. Avrupada ilk 100e giren tüketim eşyaları Kosova gibi ekonomisi neredeyse çökmüş bir yerde bile, ilk 100de bulunuyor. Sizce bu değişim nereye kadar gidecek. Ve nereye vardığında iş tamama ermiş olacak.
Kosovada birçok fabrikanın pul parasına yabancı şirketlere satıldığını görüyoruz. Ve işin garip tarafı bu fabrikalar şimdi hiçbir şey üretmiyor. Ülkemizde de birçok fabrikamız zarar ediyor diye yok pahasına özelleştirilmedi mi? Bir süre sonra özelleştirdiğimiz fabrikalar üretim yapmayı bırakırlarsa ne yapacağız?
Dünyada benzerlikler ve tarihin tekerrürü o kadar artmaya ve sıklaşmaya başladı ki, bu sürüklenişin hüsranla sonuçlanacağını görmemek saflık olurdu herhalde.
Selim BAYTÜRKMEN