O'nun, Ehl-i Beyt'in üzerinde eli vardır, nazarı vardır. Bir örnek:
Hz. Ali (a.s.) ile Hz. Fatıma (a.s.) arasında bir tartışma olmuştu. Bu tartışmadan hemen sonra Allah Resulü (s.a.v.) onların ziyaretine gelmişti. O'na bir şey belli etmemeye çalışıyorlardı. Peygamber Efendimiz için bir sergi serdiler.
Allah Resulü o sergiye uzandı. O sırada Hz. Fatıma Babasına sığınırcasına Allah Resulü'nün yanına sokuldu. O'nu gören Hz. Ali de diğer yanına sokuldu.
İkisi arasında bir kırgınlık olduğunu hisseden Allah Resulü, Hz. Ali'nin elini tutarak göğsünün üzerine koydu. Hz. Ali ile Hz. Fatıma'yı barıştırıncaya kadar öylece kaldı.
Daha sonra gülümseyerek evden ayrıldı. Sahabelerin yanına gittiğinde, sevincinin nedenini sordular. Peygamberimiz (s.a.v.), "Niçin sevinmeyeyim ki, biraz önce en sevdiğim iki kişiyi barıştırdım" buyurdu.
Ehl-i Beyt'in iki genci, cennet gençlerinin efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in isimlerini bizzat Cenab-ı Hak koymuştur. Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin'in (a.s.) isimlerinin konması meselesiyle ilgili olarak Esma bint-i Amis'den rivayet şöyledir:
Fatıma (a.s.), Hasan'ı doğurduktan sonra Rasulullah (s.a.v.) bana buyurdu ki: "Ey Esma! Bana çocuğumu getir."
Ben de Hasan'ı sarı bez parçasına sarıp verdim. Bunu gören Rasulullah buyurdu ki: "Ben sizlere doğan çocukları sarı beze sarmayın diye tenbih etmemiş miydim?"
Ben de hemen Hasan'ı alıp beyaz bir beze sarıp geri verdim.
Elimden alıp Hasan'ın sağ kulağına ezanı ve sol kulağına kameti okudu.
Sonra Ali'ye buyurdu ki: "Oğluma ne adını verdin?"
Ali (a.s.) dedi ki: "Ben Senin önüne geçip O'na bir ad vermedim."
Rasulullah buyurdu ki: "Ben de O'na ad vermekle Rabbimi geçmeyeceğim."
O sırada Cebrail (a.s.) inip şöyle buyurdu: "Ey Muhammed! Rabbin Sana selam okur ve buyurur ki: Ali Senden Harun'un Musa'ya olan menzilesindedir. Ancak Senden sonra peygamber yoktur. Oğlunun adını Harun'un oğlunun adı gibi ver."
Peygamber (s.a.v.), "Harun'un (a.s.) oğlu hangi ada sahipti ey Cebrail?" diye sorunca Cebrail (a.s.) şöyle cevap verdi: "Harun'un oğlu Şeber adında idi."
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), "Benim dilim Arapça'dır, buna göre adı nedir?" diye sorunca, Cebrail, "Adını Hasan ver" dedi. Rasulullah adını Hasan olarak verdi.
Hüseyin (a.s.) doğduğunda adlandırma aynı şekilde cereyan etti. Cebrail inip, Harun'un oğlu Şübeyr'in adını Arapça olarak Hüseyin vermesini emretti. Rasulullah da bunun üzerine adını Hüseyin verdi.
Bugün, Rasulullah'ın (s.a.v.) bizzat terbiye ettiği, isimlerini dahi Allah'ın koyduğu sevilmiş ve seçilmiş Ehl-i Beyt'in üzerinde müthiş bir karartma vardır.
İslam'ı, Kur'an'ı ve sünneti anlamanın tek anahtarı olan Ehl-i Beyt'i devre dışı bırakmak, aslında Rasulullah'ı devre dışı bırakmak demektir. Ehl-i Beyt Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette ve Rasulullah'ın hadislerinde övülmüş, önemine dikkat çekilmiştir.
Ehl-i Beyt kelime anlamı olarak "ev halkı" manasına gelse de, Kur'an ve hadislerde kullanılan manası dikkate alındığında, Rasulullah'a en yakın olanlar, O'nun mahremini paylaşanlar anlamındadır. Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gerçekten de Rasulullah'ın hayatı boyunca en yakınları olmuşlardır.
Bu bir evi paylaşma anlamında değildir. Ehl-i Beyt ifadesi; O'nun hali ile hallenme, davasını anlama, sahip çıkma ve kendinden sonra bu vazifeyi bir manada omuzlayarak devam ettirme olarak düşünülmelidir.
Hz. Peygamber, ömrünün son anlarını dahi hanımları ile değil, bu dört insan ile geçirmiştir. Bunları bizzat yetiştirmiş, eğitmiş ve nazarında terbiye etmiştir.
Rasulullah'ın bu dört insana bu kadar kıymet vermesi yine Kur'an ayetleri ile bizzat Cenab-ı Hak tarafından övülmelerindendir.
Onlar, ayetlerle sabittir ki, masumdurlar, her türlü pislikten korunmuşlardır. Cennetle müjdelenmişlerdir, insanlık âleminin en üstünüdürler. İşte birkaç örnek:
Tathir Ayeti: "Ey Ehl-i Beyt! Yüce Allah sizden, her türlü günahı, haramı, fenalığı, çirkinliği, basitliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzab suresi:33)
Meveddet Ayeti: "De ki (Muhammedim): Ben peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden, Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka hiçbir ücret istemiyorum." (Şura:23)
Mübahale Ayeti: "Sana gelen bu hak ilimden sonra artık her kim Seninle münakaşaya kalkarsa de ki: Öyleyse gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendilerimizi ve kendilerinizi çağıralım, sonra can-u gönülden lanetleşip beddua edelim de, Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun." (Al-i İmran:61)
Ebrar Ayetleri: "Ve ona ihtiyaçları olduğu ve kendi canları çektiği halde Allah rızası için yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler." (İnsan:8)
Allah şefaatlerinden mahrum eylemesin. Daha detaylı bilgi için Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ehl-i Beyt Külliyatı'nın bir eseri olan Hz. Fatıma kitabını mutlaka okumalısınız.
Murat Çabas
Yeni Mesaj Gazetesi
(Kilis Postası Haber Merkezi)