Tarihinde başarıdan başarıya koşan Türk Milleti'nin şu günlerde yaşadığı durumun sebeplerini öğrenmek için bu zaferlerin perde arkasının iyi analiz edilmesi şart.
Anadolu'nun her köşesinde, Anadolu'nun her ocağında, her bucağında, her köyünde, her kasabasında bu medeniyet gergef gibi dokunmuştur. Yani Müslüman Türk medeniyeti, 7 den 70 e Milletimizin ve o topraklarda yaşayan insanların teneffüs ettiği bir hava, içtiği bir su, her gün istifade ettiği bir güneş ışığı gibidir. Böyle bir anlayış, böyle bir kültür, Anadolu topraklarında hâkim oldu. Ne zamanda?
O günden bugüne Anadolu gergef gibi Türk-İslam motifleriyle, sanatıyla, medeniyetiyle, kültürü ile dokunmuştur.
Yine o günden bugüne Batı öyle bir yürek acısı çekmiştir ki; hep onun hıncını, hep onun öcünü almak ve bu manada gerek kendi dünyasında, gerekse Türk İslam dünyasında örgütlenmek ihtiyacını hissetmiştir. Ve meşhur hepimizin bildiği “Şark Projesi” diye bildiğimiz ne demektir? “Türklerin Anadolu öz vatanı değil, Orta Asya'ya tekrar dönmesi” mânâsına gelen Şark Projesi, “geldikleri yere dönmesi.” Bunu hayatlarına geçirebilmek için teşkilatlanmalarını yaptılar. İçimizde ajanlar yetiştirdiler. Ve iki kültür, iki medeniyet, iki millet arasında, yani batıda Fransa var, İngiltere var, Almanya var, İtalya var, Belçika var, Hollanda var. Aslında bunları böyle ayrı ayrı görür, ayrı ayrı millet ve devlet kabul edersiniz. Ama Türk-İslam Medeniyeti dendiği zaman, bir de bakarsınız tek millet olmuş, Türk milletinin karşısına geçmiştir. Merhum Akif Çanakkale'yi anlatırken, o tabloyu çizerken;
“Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
...
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.” diyerek; çeşitli milletlerin bir ordu hazırlayarak, Müslüman-Türk Medeniyetini ve Müslüman-Türk’ü, işte bu coğrafyadan Çanakkale ile çıkarmak istediklerini ifade ediyor. Bu ihtiras, bu arzu batıda hiç tükenmemiştir.
Türkler girdikleri her yerde ki; insanlık tarihi, böyle bir medeni millet görmemiştir. Bunu açık gönüllülük ile ifade edelim. Her toprakta, dünyanın her coğrafyasında nereye gitmişlerse. İşte daha dün Hindistan'a gittik. Hindistan'da Akra şehrinde, bir Türk İmparatorluğu Babür İmparatorluğu, bir medeniyet, güneş gibi doğan. Yani o yapı taşlarına, o mimariye baktığınız zaman, Tac Mahal’e baktığınız zaman, farklı bir insanlık burada yaşadığını ve hakikaten bulundukları dönemin en üst seviyesinde bir medeniyeti temsil ettiğini görüyorsunuz. O Tac Mahal bunun simgesi, bunun ispatı. Şunu demek istiyorum. Yani hangi coğrafyada var olmuşsa, o coğrafyada insanlık, medeniyet bulmuş, kültür bulmuş, siyaset bulmuş, can emniyetine kavuşmuş, mal emniyetine kavuşmuş, namus emniyetine kavuşmuş, seyahat emniyetine kavuşmuş, her şeye kavuşmuş, doya doya insanlığını ve hayatını yaşamıştır.
Şimdi Anadolu topraklarında bu hayat dört başı mamur olarak yaşandı. Ve Anadolu'da etnik ayrı ayrı gruplar da olsa “Ben Türk'üm” demeyi bir şeref atletti. Onun için bu topraklar da artık bu milletten olmuş. Yani nereyi, hangi toprağı alıp elinize avucunuza, koklarsanız, tabiri caizse Türk kokuyor, bu millet kokuyor. İmanlı bu milletin o bakımdan her tarafta, her yerde, onun imanını temsil eden ölüsünden dirisine, şadırvanından kubbesine, camisine, medresesine, kervansarayına, sarayına, her şeyine rastlarsın. Yani “Ben İslam-Türk Medeniyetinin bir parçasıyım.” der sana.
Fakat buna rağmen o günden bugüne ihtiras sahibi olan Batı bu insanlığı bu olguyu, bu kültürü, bu medeniyeti, bu hoşgörüyü, insanca yaşamayı çekememiş, organize ettiği akımlarla vesair projelerle, planlarla Türk Milletini çökertme durumuna gelmiştir. Neticede 1914 Cihan Savaşı, hileler, desiseler, tabii o tarihi mevzu olduğu için onu bu sohbetimizde teferruatıyla anlatamayacağız. Bir Mondros Mütarekesi ve Mondros’ta terhis edilen Osmanlı Ordusu.
Türk milletinin siyasetidir, kültürüdür, medeniyetidir. Bu çıktı ortaya. Anlatabildik mi? Böyle bir mücadele, böyle bir çarpışma, henüz daha Millet çökmüş, şok olmuş, üstü küllenmiş bir devletin ardından ortaya çıkmadan Milis Kuvvetleri dediğimiz güçlerle, o günkü şartlarda yabancı güçlerle, yabancı milletlerle mücadelesini vermeye, mücadelesiyle savaşını yapmaya hazırlandı. 26 Ağustos Merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün riyasetinde bir ordu halinde, bir başkumandan olarak, dediğimiz o medeniyet, o kültür, o siyaset, o iman şahlandı. 9 Eylül’de onu denize döktü.
Acaba bu zaferlerin ortak unsurları var mı?
Bizi başarıya götüren sebepler neler? Ne oldu da hep başarılı olduk? Ne oldu da bazı dönemlerde de hep kaybettik. Hatta nerede ise Millet olarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldık. Tarih tekerrür eder mi? Yani yine Mİlletimiz, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalır mı? Ya da şu an da öyle mi?Ya da tarihimizdeki şanlı zaferler gibi Ülkemiz, milletimiz Lider Ülke konumua gelemez mi? Kainat Devleti olamaz mı? Bu sorulara cevap bulmak için hep Milletimize "Kainat Devleti" olma idealini aşılayan Prof. Dr. Haydar Baş'ın 2004 yılında Meltem TV'de yayınlanan 30 Ağustos Zafer Bayramı Özel Porogramına denk geldik. Prof. Dr. Haydar Baş Enstitüsü'ne rica ederek sohbetin bir kısmının çözümünü bu yazı da sizinle paylaşacağız:2004 yılı 30 Ağustos Zafer Bayramı Özel Programı
Evvela bizi takip eden kardeşlerimize saygı ve hürmetlerimi arz ediyor, Zafer Haftamızı, Zafer Bayramımızı tebrik ediyorum, hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.1071’den Bugüne Anadolu Türk Milleti Tarafından Gergef Gibi Türk-İslam Motifleriyle Dokunmuştur
Zafer Bayramı'na, yani 30 Ağustos'a bakarken, bu noktaya niçin gelindiğine dikkat ederek yola çıkmak lazım. Biliyorsunuz Müslüman Türk’e Anadolu 1071 26 ağustos, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra fetih ile Anadolu'ya girilmiş, Anadolu kapıları Türk milletine, İslam Türk milletine açılmıştır. Şimdi Türklerin Anadolu’ya girmesi, herhangi bir milletin, herhangi bir kavmin Anadolu'ya girmesi mânâsına gelemez. Türkler Anadolu'ya gelirken bir medeniyetle geldiler. Yani 1071, medeniyetlerin ayrıştığı ve bir medeniyetin diğer medeniyete galip geldiği yıldır. Türk İslam Medeniyetinin, Hristiyanlık Haçlı Medeniyetine galip geldiği bir gündür, 26 Ağustos budur.Anadolu'nun her köşesinde, Anadolu'nun her ocağında, her bucağında, her köyünde, her kasabasında bu medeniyet gergef gibi dokunmuştur. Yani Müslüman Türk medeniyeti, 7 den 70 e Milletimizin ve o topraklarda yaşayan insanların teneffüs ettiği bir hava, içtiği bir su, her gün istifade ettiği bir güneş ışığı gibidir. Böyle bir anlayış, böyle bir kültür, Anadolu topraklarında hâkim oldu. Ne zamanda?
Batı Medeniyeti Her Zaman 26 Ağustos 1071’de Kaybettiği Medeniyet Savaşının Öcünü Alma Peşindedir
1071’de. Yani Alparslan Merhum Cennet Mekân, elli bin kişilik bir kuvveti ile iki yüz bin kişilik Romen Diyojen ordusunun karşısında durması, iki ordunun, iki silahşorun savaştığı mana değildir. Yani bir medeniyetin diğer medeniyete, bir kültürün diğer kültüre, bir siyasetin diğer siyasete galip gelme ve zaferini ilan etmesidir, 1071.O günden bugüne Anadolu gergef gibi Türk-İslam motifleriyle, sanatıyla, medeniyetiyle, kültürü ile dokunmuştur.
Yine o günden bugüne Batı öyle bir yürek acısı çekmiştir ki; hep onun hıncını, hep onun öcünü almak ve bu manada gerek kendi dünyasında, gerekse Türk İslam dünyasında örgütlenmek ihtiyacını hissetmiştir. Ve meşhur hepimizin bildiği “Şark Projesi” diye bildiğimiz ne demektir? “Türklerin Anadolu öz vatanı değil, Orta Asya'ya tekrar dönmesi” mânâsına gelen Şark Projesi, “geldikleri yere dönmesi.” Bunu hayatlarına geçirebilmek için teşkilatlanmalarını yaptılar. İçimizde ajanlar yetiştirdiler. Ve iki kültür, iki medeniyet, iki millet arasında, yani batıda Fransa var, İngiltere var, Almanya var, İtalya var, Belçika var, Hollanda var. Aslında bunları böyle ayrı ayrı görür, ayrı ayrı millet ve devlet kabul edersiniz. Ama Türk-İslam Medeniyeti dendiği zaman, bir de bakarsınız tek millet olmuş, Türk milletinin karşısına geçmiştir. Merhum Akif Çanakkale'yi anlatırken, o tabloyu çizerken;
“Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
...
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.” diyerek; çeşitli milletlerin bir ordu hazırlayarak, Müslüman-Türk Medeniyetini ve Müslüman-Türk’ü, işte bu coğrafyadan Çanakkale ile çıkarmak istediklerini ifade ediyor. Bu ihtiras, bu arzu batıda hiç tükenmemiştir.
Türkler Fetihlerinde Her Gittikleri Yere Medeniyeti Götürmüştür
Türkler girdikleri her yerde ki; insanlık tarihi, böyle bir medeni millet görmemiştir. Bunu açık gönüllülük ile ifade edelim. Her toprakta, dünyanın her coğrafyasında nereye gitmişlerse. İşte daha dün Hindistan'a gittik. Hindistan'da Akra şehrinde, bir Türk İmparatorluğu Babür İmparatorluğu, bir medeniyet, güneş gibi doğan. Yani o yapı taşlarına, o mimariye baktığınız zaman, Tac Mahal’e baktığınız zaman, farklı bir insanlık burada yaşadığını ve hakikaten bulundukları dönemin en üst seviyesinde bir medeniyeti temsil ettiğini görüyorsunuz. O Tac Mahal bunun simgesi, bunun ispatı. Şunu demek istiyorum. Yani hangi coğrafyada var olmuşsa, o coğrafyada insanlık, medeniyet bulmuş, kültür bulmuş, siyaset bulmuş, can emniyetine kavuşmuş, mal emniyetine kavuşmuş, namus emniyetine kavuşmuş, seyahat emniyetine kavuşmuş, her şeye kavuşmuş, doya doya insanlığını ve hayatını yaşamıştır.Şimdi Anadolu topraklarında bu hayat dört başı mamur olarak yaşandı. Ve Anadolu'da etnik ayrı ayrı gruplar da olsa “Ben Türk'üm” demeyi bir şeref atletti. Onun için bu topraklar da artık bu milletten olmuş. Yani nereyi, hangi toprağı alıp elinize avucunuza, koklarsanız, tabiri caizse Türk kokuyor, bu millet kokuyor. İmanlı bu milletin o bakımdan her tarafta, her yerde, onun imanını temsil eden ölüsünden dirisine, şadırvanından kubbesine, camisine, medresesine, kervansarayına, sarayına, her şeyine rastlarsın. Yani “Ben İslam-Türk Medeniyetinin bir parçasıyım.” der sana.
Fakat buna rağmen o günden bugüne ihtiras sahibi olan Batı bu insanlığı bu olguyu, bu kültürü, bu medeniyeti, bu hoşgörüyü, insanca yaşamayı çekememiş, organize ettiği akımlarla vesair projelerle, planlarla Türk Milletini çökertme durumuna gelmiştir. Neticede 1914 Cihan Savaşı, hileler, desiseler, tabii o tarihi mevzu olduğu için onu bu sohbetimizde teferruatıyla anlatamayacağız. Bir Mondros Mütarekesi ve Mondros’ta terhis edilen Osmanlı Ordusu.
Ordu Bir Milletin Ruhudur - Mondros’ta Osmanlı Ordusunun Terhis Edilmesi
Ordu bir milletin ruhudur, bir milletin aklıdır, bir milletin kalbidir, asker. Şimdi senin ruhun gitti, kalbin gitti, aklın gitti. Ne yaparsın? Hiçbir şey yapamazsın sen. Osmanlı bu kaderi maalesef yaşadı. Maliyesini Batı Güçleri devraldı. Böyle bir manzarada İstanbul özel statü ile beraber taksimata tabi tutuldu. Ege'ye, Marmara’ya, Akdeniz’e İtalya’sıydı, İngiliz’iydi, Fransız’ıydı, Yunan’ıydı, işgal kuvvetleri olarak çıktılar. Ülke tabiri caizse parçalandı. Ve bu şartlarda bir Sevr Antlaşması gündeme getirildi.Mustafa Kemal Türk milletinin siyasetidir, kültürüdür, medeniyetidir
Şimdi Anadolu’ya girdik, medeniyetleri kurduk, ama bizi buradan söküp çıkartmak isteyen bir akım var, bir kültür var, bir medeniyet var, Batı Medeniyeti var. Seni buradan çıkartacak. Kim buna karşı koydu, o gün? Enteresandır. Buna karşı koyan irade Milletin iradesi, Türk Milletinin idaresi, Türk Milletinin imanı, Türk Milletinin kültürü, Türk Milletinin siyaseti Mustafa Kemal adı altında ortaya çıktı. Mustafa Kemal Atatürk bu. Kimdir bu adam? Kemal Atatürk kimdir?Türk milletinin siyasetidir, kültürüdür, medeniyetidir. Bu çıktı ortaya. Anlatabildik mi? Böyle bir mücadele, böyle bir çarpışma, henüz daha Millet çökmüş, şok olmuş, üstü küllenmiş bir devletin ardından ortaya çıkmadan Milis Kuvvetleri dediğimiz güçlerle, o günkü şartlarda yabancı güçlerle, yabancı milletlerle mücadelesini vermeye, mücadelesiyle savaşını yapmaya hazırlandı. 26 Ağustos Merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün riyasetinde bir ordu halinde, bir başkumandan olarak, dediğimiz o medeniyet, o kültür, o siyaset, o iman şahlandı. 9 Eylül’de onu denize döktü.