İlk olarak 1096'da Papa'nın emriyle büyük bir vahşet ordusu hazırladılar. Türkleri yok edecekler, Anadolu'yu, Kudüs'ü, Şam'ı, Mezopotamya'yı alıp Tanrı Krallıklarını kuracaklardı. O vahşet ordusunun kitaplardaki adı Haçlı Ordusu'dur.
Defalarca geldiler bu coğrafyaya. Yaktılar, yıktılar, yağmaladılar, bir bir zulüm ve vahşet sergilediler. Hem de başlarındaki Papa'nın, papazların emriyle.
Ama karşılarında Türk Milleti vardı. Yılmadı, vazgeçmedi. Hem vatanını, hem de imanını koruduğu gibi İslam'ın sancaktarlığı ile de tüm Müslümanları korudu.
İşte o Haçlı son seferini 105 yıl önce bu aylarda başlattı. Artık bin yıllık hedeflerini gerçekleştirmek, Türkleri haliyle Müslümanları (İslam'ı) yok etmek istiyorlardı.
Geldiler. Zamanın en gelişmiş, en öldürücü silahları ile geldiler. Kazanacaklarından zerre kuşkuları yoktu.
Ama o günkü Türk'ün, Türk milletinin iman gücünü hesaba katmamışlardı. O iman gücü ki kaynağı Bedir'di, Uhud'du, Hendek idi, Kerbela idi.
Her "Mehmetçiğin" elinde adeta bir "Zülfikar" vardı. Kendileri "Ali" değildi. Ama kalpleri Ali için, Ali'nin Peygamberi için, Ali'nin Rabbi için atıyordu.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamın dediği gibi "Çanakkale Geçilmez" dedirten o ruh, Allah ile askerin kurduğu bağdı. Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Boşnağıyla, Arabıyla, Alevisiyle ve Sünnisiyle Türk milletinin tek bilek, tek yürek olduğu zaman karşısında hiçbir gücün duramayacağının ispatıdır Çanakkale. Belki de hiçbir savaşta bu kadar olağanüstü hal ve manevi himmet hissedilmemiştir."
Yerli ve yabancı tarihçilerden eserlerinde Çanakkale'de yaşanan binlerce olağanüstü olayları, fedakarlıkları anlatır, vefa örneklerine yer verirler. Mustafa Kemal'e yer vermeyen bir tane bile batılı tarihçi yoktur. Tarihçisi de, siyasetçisi de, askeri de Mustafa Kemal'e hayranlıklarını açıkça ifade ederler.
O kitapları, belgeselleri izlerken veya okurken duygu seline kapılırız, hüzünleniriz, gözlerimizden yaşlar gelir. Aynı zamanda müthiş bir onur hissederiz. Ya sonra!
İşte sonrası çok acı. Çünkü Haçlı yine geldi. Sadece Çanakkale'ye değil. Anadolu'nun her karışına, her evine geldi ve girdi.
Medeniyet adıyla geldi. Özgürlük, çağdaşlık, uygarlık adıyla geldi. AB'ye tam entegrasyon adıyla geldi. Dinlerarası Diyalog adıyla geldi. Hoşgörü adıyla geldi.
Neden böyle geldiler biliyor musunuz?
Cevabı Prof. Dr. Haydar Baş'tan alalım; "Haçlılar
şunun hesabını yaptılar. Biz, bütün orduları bir araya getirdik, Türk
milletinin sırtını yere getiremedik. O halde bunlarda biz öz var, onu almalıyız
ki bunların da bizden farkı olmasın, geriye sadece posaları kalsın.
İşte bu Dinlerarası Diyalog, medeniyetler arası diyalog safsatası bundan sonra icat edildi. Bizim Müslüman olan kimliğimizi Türklüğümüzü elimizden almak için başlatılan bir Haçlı seferberliğidir. Haçlı bizi meydanlarda mağlup edemedi. Şimdi kültür yoluyla, siyaset ve medeniyet yoluyla mağlup etmeye çalışıyor."
Hıristiyan dünyasının önde gelen isimlerinden Rahip Louis Massignon bakın ne diyor;
"Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet'ten uzaklaştırdık."
Üzülerek belirtmeliyim ki, Papaz haklı. Nasıl yani derseniz, hep beraber aynaya bakalım, eşimize, işimize, dostumuza, vatanımıza, yöneticilerimize, İslam Coğrafyasına bakalım.
Baktınız mı? Çanakkale ruhunu gören var mı?
Akın Aydın
Kaynak: Yeni Mesaj Gazetesi
(Kilis Postası Haber Merkezi)