Cumhuriyetimizin 97. yılı münasebetiyle milletimizin bu eşsiz bayramını içtenlikle tebrik ediyoruz. Prof. Dr. Haydar Baş'ın, Hoş Geldin Atatürk eserinde yer alan Cumhuriyetin ilanı ile ilgili bölümü bu vesileyle sizlerle paylaşıyoruz:
1933 senesindeki bir konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyeti şöyle tarif eder: "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir."
29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyet, milli iradenin tamamen hayata geçmesinin anahtarı olmuştur. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi açıldıktan üç sene sonra ilan edilen devlet şekli ile yetki tamamen millete geçmiştir. Atatürk'ün bizzat el yazısı ile yazdığı veya söyleyerek yazdırdığı görüş ve direktifleri arasında Cumhuriyetçilik tanımı şöyledir:
"Demokrasinin tam anlamı ile ideali milletin tümünün aynı zamanda idare eden durumunda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesini yalnız milletin ifade etmesini ve göstermesini ister. Cumhuriyette son söz millet tarafından seçilmiş Meclis'tedir. Millet adına her türlü kanunları o yapar, millet egemenliğini devletin idaresine katılmasını ancak zamanında oyunu kullanmakla sağlar." (Atatürkçülük, 1983, s.41)
Celal Bayar, anılarında, Cumhuriyet konusunda şunları yazar:
"... Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tohumu atılan 'milli hakimiyet', 'milli irade', 'milli meclis' mefhumları nihayet tam semeresini vermiş, 29 Teşrinievvel (Ekim) gecesi, saat 8.30'da Cumhuriyet ilan olunarak Türkiye'nin zaten Anadolu hareketinin başından beri fiilen Cumhuriyet olan idaresi, resmen de cumhuriyet olmuştu." (Bayar, 1955, s.61)
"... Atatürk, 1. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu kabul ettirdikten sonra, bunun son adımını atıp Cumhuriyetin de ilanını tasarlamıştı. Bunun hazırlıklarına da Lozan sulhu sıralarında başlamıştı." (Bayar, 1955, s.63)
Atatürk de
Nutuk'ta der ki:
"... İsmet Paşa, Çankaya'da misafir kaldı. Onunla yalnız kaldıktan sonra bir kanun layihası müsveddesi hazırladık. Bu müsveddede 20 Kanunusani 1337 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun şekl-i devleti tespit eden maddelerini şu sûretle tadil etmiştim: 'Birinci maddenin nihayetine Türkiye Devleti'nin şekl-i hükümeti cumhuriyettir' kelimesini ilave etmiştim.
Üçüncü maddeyi şu yolda değiştirdim: Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis Hükümetin ayırdığı idare kollarını ve icra vekilleri vasıtasıyla yönetir." (Nutuk, 2017, s.577)
Böylelikle, tek kişinin hakimiyeti tamamen sona ermiş ve millî irade devreye girmiştir.
Esasen hayatı incelendiğinde henüz medresede iken kendisine haksız yere kızan hocası nedeniyle okula gitmeyi reddeden bir çocuk çıkar karşınıza.
Aynı çocuk gençlik dönemlerinden itibaren Padişah'ın ve etrafındakilerin umursamadığı, ezilerek ve fakir bir şekilde yaşam mücadelesi veren halkı gözlemlemiş, dini emellerine alet eden cahil halkı kullanmalarını reddetmiş ve Kurtuluş Savaşı'na giden süreçte ülkeyi işgal eden güçlerle işbirliğine giden Saray'ı kabul etmemiştir.
Bunun yanında, karşımızda Ehli-i Beyt soyundan gelen bir lider var.
Atatürk'ün padişah ve saltanatta olan yetkileri kendinde toplamak yerine, millet egemenliğine devretmesinde, İslam terbiyesinin etkisi vardır.
"Bağımsızlık fikri Fransız İhtilali'nden alıntı değildir" başlığında değindiğimiz gibi; İslam inancında kul Allah'a karşı mesuldür. Yine kişi, sahip olduklarından hesaba çekilecektir.
Cenab-ı Hakk'ın sünnetullahı gereği; her insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Herkes Allah'a karşı aynı mesuliyetlere sahiptir.
İşte egemenliğin tek kişiden alınıp milletin tamamına devredilmesi de devlet idaresinden doğacak mesuliyetin herkese yayılması olarak okunmalıdır.
(Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk, Aralık 2017, s.527)
(Kilis Postası Haber Merkezi)