İmam Muhammed Bakır, 19 yıl imamet görevini sürdürmüştür.
Bu dönem Hişam b. Abdülmelik'in iktidar dönemiydi. Yâkubî başta olmak üzere pek çok tarihçinin ortak görüşüne göre Hişam en güçlü Emevi halifesidir.
İmam Muhammed Bâkır'ın hayatı, İmam Seccad'ın (İmam Zeynelabidin'in) hayatının mantıksal bir devamı idi.
Kerbela faciası, ardından gelen Tevvabun Hareketi ve Hırre Vakası gibi kanlı olaylar, Ehl-i Beyt'in davasını bir müddet kesintiye uğrattıysa da, gizli faaliyetlerle yürütülen bu dava, İmam Bâkır döneminde artık geniş bir kitleyi kendisine bağlamış; Irak, Hicaz ve Horasan'da kök salmış durumdadır.
Bu davet, özellikle Kûfe ve Medine'nin yanısıra, merkezden uzak bir belde olan Horasan'da taraftar bulmuştur. (İleride vukû bulan Abbasi davetinin buradan başladığına dikkat edelim).
Bu dönemde, Emevi hükümeti artık iyice oturmuş, mevcut iktidar, Ehl-i Beyt'i ve yandaşlarını saf dışı bıraktıklarını düşünmekteydiler.
Ancak yine de başta İmamlar olmak üzere Ehl-i Beyt bağlılarını gözetim altında tutmaktan da geri kalmadılar.
Bu dönem Ehl-i Beyt taraftarlarının baskı ve zulümle karşı karşıya oldukları bir dönemdi. Baskı öylesine büyüktü ki, Ehl-i Beyt'in yandaşlarının bir kısmı bu durumlarını gizlemek mecburiyetinde kaldılar.
İmam Muhammed Bâkır, kendisini sevenlere takiyye ilkesini benimsemelerini tavsiye etmek zorunda kaldı. Bu şekilde kendilerini gizleyenler arasında Said b. Müseyyeb, Kâsım b. Muhammed gibi isimler vardı.
Bunlar o dönemin fıkıh ve diğer alanlarda öne çıkmış âlimleri idiler. Fakat Ehl-i Beyt'e olan yakınlıklarını gizlemek zorunda kalmışlardı.
Bu yıllarda İmam Muhammed Bâkır, kendisine, "Nasıl sabahladınız ey Peygamber evladı?" diye soran birine şu cevabı vermiştir:
"Nasıl sabahladığımızı ve nasıl olduğumuzu bilmenizin zamanı gelmemiş midir? Bizim durumumuz, firavunların hüküm sürdüğü toplumda, erkek çocukları öldürülen ve kadınlarına hayat hakkı verilen İsrailoğulları durumuna benzemektedir. Biliniz ki, bunlar (Ümeyyeoğulları) oğullarımızı öldürmekte kadınlarımızı ise esir etmektedirler."
İmam devamla şöyle der:
"Hz. Muhammed'in Arap olduğuna dayanarak Araplar her milletten üstün olduklarını savundular ve bu düşünce karşısında herkes boyun eğdi.
Kureyş kabilesi, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kendilerinden olduğu kanaatine sarılarak Kureyş'in üstünlüğünü ileri sürdü ve diğer kabileler buna teslim oldu. Bu iddianın doğruluğuna inanıyor iseler biz, Kureyş'in diğer boylarından daha üstünüz.
Çünkü biz, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) evlatları ve Ehl-i Beyt'iyiz. Bu yakınlıkta kimse bizimle ortak değildir."
Bu sözlerin etkisiyle bir hayli duygulanan adam, "Yüce Allah'a and olsun ki, Peygamber ailesine sevgi besliyorum" dedi. İmam bu sözler karşısında şöyle buyurdu:
"Öyleyse, kendini belalara hazırla! And olsun Allah'a ki, bela, bizi sevenlere dağın eteğine doğru yol alan selden daha yakındır. Emniyet rahatlığının önce bize, sonra size ulaştığı gibi, bela da önce bize, sonra size isabet eder."
Bu dönemde Ehl-i Beyt bağlılarının nasıl bir baskı altında olduğunu anlayabilmek için şu olaya dikkat etmek gerekir:
Numan b. Beşir şöyle anlatır:
"Câbir-i Cufî, İmam Bâkır'ın en yakın adamlarından biri idi. Bir yıl hac ziyaretinde Câbir'le birlikte idim. Son günümüzde vedalaşmak için İmam Bâkır'ın yanına gitti ve sevinçle ayrıldı.
Kûfe'ye dönerken konakladığımız bir yerde, bir adam Câbir'e bir mektup verdi. Câbir mektubu öpüp başına koydu. Sonra açıp okudu. Okudukça yüzünde bir hüzün ve üzüntü belirdi. Sonuna kadar okuduktan sonra katlayıp çantasına koydu. Kûfe'ye varıncaya kadar hiç gülmedi.
Kûfe'ye vardıktan bir gün sonra Câbir'i görmeye gittim. Çok tuhaf bir manzara ile karşılaştım. Câbir, çocukları gibi kamışa binmiş, boynuna koyun ekleminden bir gerdanlık takmıştı. Hiçbir anlamı olmayan şiirler okuyordu.
Evden çıktı, bana baktı. Hiçbir şey söylemedi. Ben de bir şey söylemedim. Elimde olmadan bu haline ağlamaya başladım. Çocuklar etrafımızı sardılar, "Câbir b. Cufî delirmiş" diyorlardı.
Birkaç gün sonra Halife Hişam b. Abdülmelik'ten Kûfe Valisi'ne bir mektup geldi. Mektupta şöyle deniyordu:
"Câbir b. Cufî kimdir araştır, bul ve boynunu vur bana gönder."
Vali araştırmaya koyuldu. Etrafındakiler şöyle dedi: "Câbir, fazilet ve ilim sahibi biri idi. Bu yıl hacca da gitmişti. Ama döndükten hemen sonra delirdi. Çocuklarla oynuyor."
Vali, emin olmak için, Câbir'i görmeye gitti. Câbir'i kamışa binmiş çocuklarla oynar bir halde görünce, "Allah'a hamd olsun ki, beni onun katlinden uzak kıldı" dedi."
Hişam b. Abdülmelik Emevilerin en güçlü halifelerinden biri idi. İmam Bâkır, yakın adamlarını işte bu şekilde siyasî iktidarın eziyetlerinden koruyor, ancak halifeye karşı silahlı bir kıyam hareketine de girişmiyordu.
Buna rağmen, İmam Bâkır'ın son dönemlerinde Halife Hişam b. Abdülmelik, İmamı ve oğlu Câfer-i Sâdık'ı Şam'a sürgüne gönderir.
İmam Bâkır ve Câfer-i Sâdık Hişam'ın Şam'daki sarayına getirilirler. Halifenin kurduğu komplo gereği İmam ve oğlu Câfer, saraya girdiği anda saray erkânı üstlendiği rolü ifa edecekti. Yani İmam Muhammed Bâkır'a ve oğlu Câfer'e hakaret yağmuru başlayacaktı.
İmam Bâkır halifenin meclisine girer, halifeyi "emirü'l- mü'minin" lakabı ile selamlamaz ve izin almadan yerine geçip oturur.
Ardından Halife Hişam b. Abdülmelik konuşmaya başladı ve "Siz, Alioğulları her zaman Müslümanların birliğini bozmuş ve onları kendinize itaate davet etmekle de nifak sebebi olmuşsunuzdur. Cahilliğiniz sonucu kendinizi imam ve önder sanmışsınız" dedi.
Arkasından devlet erkânı İmam'a bu ve benzeri hakaretleri sıraladılar. Bütün bunlar olurken İmam Muhammed Bâkır sessizce beklemekteydi. Herkesten sonra söz aldı ve şöyle dedi:
"Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Sizin için düşünülen sonuç nedir? Yüce Allah vasıtamızla, sizin geçmişlerinizi hidayete erdirdi. Ve sonuncunuz da bizim elimizle son bulacaktır.
Bugünkü saltanat sizin elinizde ise yönetimin geleceği de bizimdir. Ki bizim devletimizden sonra devlet olmayacaktır. Çünkü akıbet ehli bizleriz. Şanı yüce Allah da akıbetin takva ehline ait olduğunu buyurur."
İmam Muhammed Bâkır'ın bu sözleri orada bulunan herkesi derinden etkilemişti.
Halife, durumun istediği gibi gitmediğini görünce çareyi İmam Muhammed'i zindana atmakta buldu.
İmam Bâkır zindanda da insanları etkilemeye devam eder. Herkes İmam'ın sözlerini kabul etme noktasına gelir. O zaman bu hapis fikri de halifeye doğru bir yöntem olarak görünmez. Çünkü yıllar boyu itina ile Ehl-i Beyt davetinden uzak tutulmuş olan Şam'da İmam Bâkır'ın durumu konuşulur olmuştur.
Bunun üzerine halife; İmam Bâkır ve oğlu Câfer için en iyi yerin yaşadıkları şehir yani Medine olduğuna karar verir. Zira İmam'ı hilafet merkezi olan Şam'da öldürmek suretiyle zan altında kalmak istemez. Ve onları sıkı bir gözetim altında Medine'ye geri yollar… (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Cafer eserinden)
(Kilis Postası Haber Merkezi)
Bu dönem Hişam b. Abdülmelik'in iktidar dönemiydi. Yâkubî başta olmak üzere pek çok tarihçinin ortak görüşüne göre Hişam en güçlü Emevi halifesidir.
İmam Muhammed Bâkır'ın hayatı, İmam Seccad'ın (İmam Zeynelabidin'in) hayatının mantıksal bir devamı idi.
Kerbela faciası, ardından gelen Tevvabun Hareketi ve Hırre Vakası gibi kanlı olaylar, Ehl-i Beyt'in davasını bir müddet kesintiye uğrattıysa da, gizli faaliyetlerle yürütülen bu dava, İmam Bâkır döneminde artık geniş bir kitleyi kendisine bağlamış; Irak, Hicaz ve Horasan'da kök salmış durumdadır.
Bu davet, özellikle Kûfe ve Medine'nin yanısıra, merkezden uzak bir belde olan Horasan'da taraftar bulmuştur. (İleride vukû bulan Abbasi davetinin buradan başladığına dikkat edelim).
Bu dönemde, Emevi hükümeti artık iyice oturmuş, mevcut iktidar, Ehl-i Beyt'i ve yandaşlarını saf dışı bıraktıklarını düşünmekteydiler.
Ancak yine de başta İmamlar olmak üzere Ehl-i Beyt bağlılarını gözetim altında tutmaktan da geri kalmadılar.
Bu dönem Ehl-i Beyt taraftarlarının baskı ve zulümle karşı karşıya oldukları bir dönemdi. Baskı öylesine büyüktü ki, Ehl-i Beyt'in yandaşlarının bir kısmı bu durumlarını gizlemek mecburiyetinde kaldılar.
İmam Muhammed Bâkır, kendisini sevenlere takiyye ilkesini benimsemelerini tavsiye etmek zorunda kaldı. Bu şekilde kendilerini gizleyenler arasında Said b. Müseyyeb, Kâsım b. Muhammed gibi isimler vardı.
Bunlar o dönemin fıkıh ve diğer alanlarda öne çıkmış âlimleri idiler. Fakat Ehl-i Beyt'e olan yakınlıklarını gizlemek zorunda kalmışlardı.
Bu yıllarda İmam Muhammed Bâkır, kendisine, "Nasıl sabahladınız ey Peygamber evladı?" diye soran birine şu cevabı vermiştir:
"Nasıl sabahladığımızı ve nasıl olduğumuzu bilmenizin zamanı gelmemiş midir? Bizim durumumuz, firavunların hüküm sürdüğü toplumda, erkek çocukları öldürülen ve kadınlarına hayat hakkı verilen İsrailoğulları durumuna benzemektedir. Biliniz ki, bunlar (Ümeyyeoğulları) oğullarımızı öldürmekte kadınlarımızı ise esir etmektedirler."
İmam devamla şöyle der:
"Hz. Muhammed'in Arap olduğuna dayanarak Araplar her milletten üstün olduklarını savundular ve bu düşünce karşısında herkes boyun eğdi.
Kureyş kabilesi, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kendilerinden olduğu kanaatine sarılarak Kureyş'in üstünlüğünü ileri sürdü ve diğer kabileler buna teslim oldu. Bu iddianın doğruluğuna inanıyor iseler biz, Kureyş'in diğer boylarından daha üstünüz.
Çünkü biz, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) evlatları ve Ehl-i Beyt'iyiz. Bu yakınlıkta kimse bizimle ortak değildir."
Bu sözlerin etkisiyle bir hayli duygulanan adam, "Yüce Allah'a and olsun ki, Peygamber ailesine sevgi besliyorum" dedi. İmam bu sözler karşısında şöyle buyurdu:
"Öyleyse, kendini belalara hazırla! And olsun Allah'a ki, bela, bizi sevenlere dağın eteğine doğru yol alan selden daha yakındır. Emniyet rahatlığının önce bize, sonra size ulaştığı gibi, bela da önce bize, sonra size isabet eder."
Bu dönemde Ehl-i Beyt bağlılarının nasıl bir baskı altında olduğunu anlayabilmek için şu olaya dikkat etmek gerekir:
Numan b. Beşir şöyle anlatır:
"Câbir-i Cufî, İmam Bâkır'ın en yakın adamlarından biri idi. Bir yıl hac ziyaretinde Câbir'le birlikte idim. Son günümüzde vedalaşmak için İmam Bâkır'ın yanına gitti ve sevinçle ayrıldı.
Kûfe'ye dönerken konakladığımız bir yerde, bir adam Câbir'e bir mektup verdi. Câbir mektubu öpüp başına koydu. Sonra açıp okudu. Okudukça yüzünde bir hüzün ve üzüntü belirdi. Sonuna kadar okuduktan sonra katlayıp çantasına koydu. Kûfe'ye varıncaya kadar hiç gülmedi.
Kûfe'ye vardıktan bir gün sonra Câbir'i görmeye gittim. Çok tuhaf bir manzara ile karşılaştım. Câbir, çocukları gibi kamışa binmiş, boynuna koyun ekleminden bir gerdanlık takmıştı. Hiçbir anlamı olmayan şiirler okuyordu.
Evden çıktı, bana baktı. Hiçbir şey söylemedi. Ben de bir şey söylemedim. Elimde olmadan bu haline ağlamaya başladım. Çocuklar etrafımızı sardılar, "Câbir b. Cufî delirmiş" diyorlardı.
Birkaç gün sonra Halife Hişam b. Abdülmelik'ten Kûfe Valisi'ne bir mektup geldi. Mektupta şöyle deniyordu:
"Câbir b. Cufî kimdir araştır, bul ve boynunu vur bana gönder."
Vali araştırmaya koyuldu. Etrafındakiler şöyle dedi: "Câbir, fazilet ve ilim sahibi biri idi. Bu yıl hacca da gitmişti. Ama döndükten hemen sonra delirdi. Çocuklarla oynuyor."
Vali, emin olmak için, Câbir'i görmeye gitti. Câbir'i kamışa binmiş çocuklarla oynar bir halde görünce, "Allah'a hamd olsun ki, beni onun katlinden uzak kıldı" dedi."
Hişam b. Abdülmelik Emevilerin en güçlü halifelerinden biri idi. İmam Bâkır, yakın adamlarını işte bu şekilde siyasî iktidarın eziyetlerinden koruyor, ancak halifeye karşı silahlı bir kıyam hareketine de girişmiyordu.
Buna rağmen, İmam Bâkır'ın son dönemlerinde Halife Hişam b. Abdülmelik, İmamı ve oğlu Câfer-i Sâdık'ı Şam'a sürgüne gönderir.
İmam Bâkır ve Câfer-i Sâdık Hişam'ın Şam'daki sarayına getirilirler. Halifenin kurduğu komplo gereği İmam ve oğlu Câfer, saraya girdiği anda saray erkânı üstlendiği rolü ifa edecekti. Yani İmam Muhammed Bâkır'a ve oğlu Câfer'e hakaret yağmuru başlayacaktı.
İmam Bâkır halifenin meclisine girer, halifeyi "emirü'l- mü'minin" lakabı ile selamlamaz ve izin almadan yerine geçip oturur.
Ardından Halife Hişam b. Abdülmelik konuşmaya başladı ve "Siz, Alioğulları her zaman Müslümanların birliğini bozmuş ve onları kendinize itaate davet etmekle de nifak sebebi olmuşsunuzdur. Cahilliğiniz sonucu kendinizi imam ve önder sanmışsınız" dedi.
Arkasından devlet erkânı İmam'a bu ve benzeri hakaretleri sıraladılar. Bütün bunlar olurken İmam Muhammed Bâkır sessizce beklemekteydi. Herkesten sonra söz aldı ve şöyle dedi:
"Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Sizin için düşünülen sonuç nedir? Yüce Allah vasıtamızla, sizin geçmişlerinizi hidayete erdirdi. Ve sonuncunuz da bizim elimizle son bulacaktır.
Bugünkü saltanat sizin elinizde ise yönetimin geleceği de bizimdir. Ki bizim devletimizden sonra devlet olmayacaktır. Çünkü akıbet ehli bizleriz. Şanı yüce Allah da akıbetin takva ehline ait olduğunu buyurur."
İmam Muhammed Bâkır'ın bu sözleri orada bulunan herkesi derinden etkilemişti.
Halife, durumun istediği gibi gitmediğini görünce çareyi İmam Muhammed'i zindana atmakta buldu.
İmam Bâkır zindanda da insanları etkilemeye devam eder. Herkes İmam'ın sözlerini kabul etme noktasına gelir. O zaman bu hapis fikri de halifeye doğru bir yöntem olarak görünmez. Çünkü yıllar boyu itina ile Ehl-i Beyt davetinden uzak tutulmuş olan Şam'da İmam Bâkır'ın durumu konuşulur olmuştur.
Bunun üzerine halife; İmam Bâkır ve oğlu Câfer için en iyi yerin yaşadıkları şehir yani Medine olduğuna karar verir. Zira İmam'ı hilafet merkezi olan Şam'da öldürmek suretiyle zan altında kalmak istemez. Ve onları sıkı bir gözetim altında Medine'ye geri yollar… (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Cafer eserinden)
(Kilis Postası Haber Merkezi)