Bugün bu sorunun cevabını, bütün hayatını İslam, iman ve insan üzerine yaptığı çalışmalarla geçiren ve de Milli Ekonomi Modeli'yle bu problemin çözümünü ortaya koyan Prof. Dr. Haydar Baş'tan aktarayım;
"İnsan, ekonomi politikalarının hem hedefi, hem de
konusudur. Ekonomi politikalarının gayesi insana daha yaşanabilir, daha rahat
bir dünya sunmaktır.
Elbette politikaların istenilen neticeler vermesi
muhatabın doğru tanınmasına bağlıdır. İnsanı yanlış tarif eden bir ekonomi
modelinin, doğru neticeler elde etmesi mümkün değildir…
Yapılması gereken; insanın doğasından kaynaklanan, gerçek
özelliklerinden yola çıkarak onu tatmin edecek bir ekonomi modelini hayata
geçirmek olmalı idi. Milli Ekonomi Modeli'ni izah ederken işe, "önce
insan"ı tarif ederek başlayalım.
Öyleyse ekonomiyi ilgilendiren yönüyle insan nedir? Bütün
ekonomi modelleri, insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısındadır.
Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır.
İnsanın doymayan tarafı karnı değil, gözüdür.
Ancak şu ana kadar insanın ihtiyaçları sınırsız,
kaynaklar ise sınırlı görülmüştür. Haddi zatında sınırsız olan kaynaklardır.
Sınırlı olan ise ihtiyaçlardır.
İnsanın ihtiyaçlarının sınırlı olmasına ve bu kadar
sınırsız kaynak bulunmasına rağmen, dünya nüfusunun büyük bir kısmının açlık
çekiyor olması şu ana kadar uygulanan ekonomi modellerinin ve politikalarının
inanılmaz yanlışlar içermesinden kaynaklanmaktadır.
Gerçek olan şudur ki; insanın yemek, içmek, ısınmak,
giyinmek, barınmak vb. çok karmaşık olmayan sınırlı ihtiyaç kalıpları varken;
bu ihtiyaçlarını karşılamak için dünya üzerinde yüzlerce hatta binlerce bilinen
ve bilinmeyen kaynak mevcuttur.
Kapitalist ekonominin kuramcıları başta Malthus gibi
karamsar ekonomistler olmak üzere "ihtiyaçları sınırsız, kaynakları
sınırlı" gördükleri için nüfusun belli bir oranda tutulmasına gayret
göstermişler, böylece doğum kontrolleri bu ekonomi modellerinin bir sonucu
olarak karşımıza çıkmıştır.
Yine sömürgeci ülkeler de, kaynakların sınırlı olduğu
yanılgısından yola çıkarak, bu kaynakların dünya insanlığına yetmeyeceği
sonucuna varmış ve bunları kendi kontrollerine almak için dünyayı kana
bulamışlardır.
Elbette sömürgeciliğin tek sebebi bu değildir. Ancak bu
anlayışın kökleri kaynakların sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu yanılgısına
dayanmaktadır.
Temel prensip olarak üretimi karşılayacak talebin
oluşturulması ve yoğunlaşması hedefine kilitlenmesi gereken ekonomi modelleri,
tam tersi bir yaklaşımla çözümü talebin kısılmasında görmüşlerdir. Neticede
insanlık adeta varlık içinde yokluk çekmiştir.
Gerek canlı, gerekse cansız varlıklar olsun hepsinin
bağlı olduğu bazı kurallar vardır. Bir sabah kalktığımızda Ay'ın başka bir
yörüngede dönmeye başladığını görmemiz mümkün olmadığı gibi, koyunun ot yerine
et yediğini görmemiz de mümkün değildir.
İster canlı, ister cansız varlıklar olsun insan dışındaki
varlıkların tamamı belli kurallar çerçevesinde mükemmel bir düzen içerisinde
ömürlerini sürdürürler.
Tabiatta, insanın müdahil olmadığı olaylarda mükemmel bir
nizam olduğu doğrudur. Ancak bu kuralı, söz konusu insan olduğunda aynen alıp
uygulamak son derece yanlıştır.
Çünkü insan bütün bu varlıklar içerisinde irade ve tercih
sahibi olan tek varlıktır. Bir elektron kendi tercihini kullanarak yönünü
değiştirip çekirdeğe çarparak bir nükleer patlamaya neden olmaz ama her insan,
her zaman tercihini hem kendi yararına, hem de toplumun yararına kullanabilir
mi?
Bütün insanlar için buna evet demek elbette mümkün
değildir. İstisnalar da kaideyi bozmaz. Özellikle toplumun çıkarları ile
kişisel çıkarların çeliştiği ortamlarda bireylerin tercihlerini toplumdan yana
kullandıkları nadiren karşılaşılan bir durumdur." (devamı yarın)…
Akın Aydın
Yeni Mesaj Gazetesi
(Kilis Postası Haber Merkezi)