Ahir zaman nebisi Hz. Muhammed (sav) ismet sıfatı ile mücehhez olduğu için hatadan korunmuştur. Onun bu özelliğini hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. İslam literatüründe onun hata gibi görünen hallerine zelle denir. Allah kullarına bir şey öğretmek ve ayet nazil etmek için bazı olayların gerçekleşmesini murat etmiştir. Bu yazımızda bazı kaynak eserlerde ilahi ikaz diye geçen olayı ve Kuran da anlatılmak istenen mesajı anlamaya çalışacağız.
Peygamber Efendimiz bir gün İslam düşmanlarından kureyşin ileri gelenlerinden Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia, Ümeyye bin Halef in de aralarında bulunduğu guruba iman ve kuran hakikatlerini anlatıyordu.
O sırada Hak aşığı olan Hz. Haticenin dayısı oğlu Abdullah bin Ümmi Mektum çıkageldi. Bu zatın gözleri görmediği için Rasulullahın ne ile meşgul olduğunu bilmiyordu. Ona seslendi Ya Rasulallah beni irşad et bana kuran okut, Allahın sana öğrettiklerinden bana bir şeyler öğret Rasulullahın duymadığını zannederek birkaç kez tekrar etti. Bu durum Rasulullahı rahatsız etti. Onunla ilgilenmedi. Halbuki Ümmi Mektum başka zaman gelip bu bilgileri öğrenebilirdi. Şimdi O önemli bir işle meşguldü Eğer bu topluluk Müslüman olursa kuvvet bulacaklardı Yapılan bu hareket Onun dikkatlerini dağıttığı için rahatsız olmuş, bunu da haliyle ve tavrıyla ortaya koymuştu. Kureyşin ileri gelenleri ile konuşması bittiği anda Vahiy gelerek Rasulullah Allah (cc) tarafından İkaz edildi(Tirmizi 2/232)
Sûrede Efendimizin davranışından bahisle şöyle buyuruluyordu:
"Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü. Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı. Yahut öğüt alacak ve öğüt kendisine fayda verecekti. Öğütle ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah'tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur'ân bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır." (Abese 1-12 )
Evet, kalplerinden şirkin pisliğini imân suyu ile gidermek istemeyen, Kur'an'ı dinlemek arzusu duymayan, ondan istifadeyi düşünmeyen kimselerin İslâmiyete girmemesi ve nefsini temizlememesi Resûl-i Kibriyânın üzerine bir mesuliyet yüklemiyordu. Çünkü, Onun vazifesi sadece İslâmı hakkıyla tebliğdi. Ancak, hak ve hakikati öğrenmek arzusunu izhar eden bir Müslümandan yüz çevirmek, ona bilmediği hakikatleri öğretmemek, arzusuna cevap vermemek, işte böylesine ikazı gerektiriyordu.
Cenabı Hak, konu ile ilgili indirdiği âyet-i kerimlerde manen şöyle diyordu:
"Zahir gözü görmese de, kulağı ve kalb gözü açık hidâyet aşığı birini bırakıyorsun da, zahiren gözü bulunan ve fakat kalb gözü kör, hak sözü dinlemek şânından olmayan müstağnîlerle uğraşıyorsun!"(Hamdi Yazır Hak Dini Kuran Dili 7/5576)
Bu hâdise ve ikazdan sonra Resûl-i Ekrem, Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm'u her gördüğünde ona ikram ve ihsanda bulunur, ihtiyacı olup olmadığını sorar ve
"Merhaba, ey Rabbimin bana itâb ve ikazda bulunmasına sebep olan kişi!" diyerek iltifât ederdi.(Hamdi Yazır Tefsir 7/5571)
Bu ayeti kerime, tebliği kendine vazife kılan fedakar insanlara mesajlar içermektedir:
* Talep eden kişiler talep etmeyenden önce ilgi alanına alınmalı.
* Hidayetin Allahtan olduğunu unutmadan gayret edilmeli; gerisi Allaha havale edilmelidir. * Hak ve hakikatin anlatılmasında sınıf farkı gözetilmemelidir.
* Muhatabın ilgili olması halinde neticenin daha kolay alınabileceği
* İstekli olanların hidayetten daha fazla nasibtar olabilecekleri de unutulmamalıdır.
* Her şeyde olduğu gibi tebliğ sanatında da ölçülü ve de bilgili olunması esastır.
UĞUR KEPEKÇİ