Ubeydullah sözünde durmadığı gibi eman sahibine, Hz. Müslim'i öldürmesini emretti. Eman sahibi Muhammed b. Eş'as, Ubeydullah'a; "Ey İbn-i Ziyad! Vallahi onunla, benim aramda bir akrabalık olmasaydı, onu öldürürdüm" dedi… Bir başkası bu cinayeti üstlendi.
Müslim bin Akil köşkün damına çıkarıldı. Çıkarılırken o tekbir ve salavat getiriyor, tövbe istiğfar ediyordu. Ve "Allah'ım! Bizi aldatan, bize yalan söyleyen ve bizi bırakan kavimle aramızda Sen hüküm ver" diyordu.
Müslim b. Akil, köşkün damında, halkın göreceği bir yere çıkarılmıştı. Halk köşkün kapısındaki geniş meydanlık tarafında toplanmış bulunuyordu. Katil Bükeyr b. Humran, Müslim b. Akil'in boynunu vurup dönünce, İbn-i Ziyad, "Öldürdün mü" diye sordu. Bükeyr, "Evet" dedi.
İbn Ziyad, "Siz, onu köşkün damına çıkarırken o nasıl oluyor, ne söylüyordu?" diye sordu.
Bükeyr, "Tekbir getiriyor, tespih ve istiğfar ediyordu. Kendisini öldürmek için yanına vardığım zaman, "Allah'ım! Bizi aldatan, bize yalan söyleyen ve sonra da bizi bırakıp ölmemize sebep olan bu kavimle aramızda Sen hükmünü ver" diyordu.
Ona, "Yaklaş yanıma, hamd olsun Allah'a ki, senden öcümü aldırdı" dedim. Boynuna kılıçla bir darbe indirdim fakat hiçbir şey yapamadım. Bana, "Ey kul, dökülen kanına karşı, beni kılıçla tırmalaman sana yetmiyor mu?" dedi."
İbn Ziyad, "Demek ölürken de övünüyor" diye mırıldandı. Bükeyr, "İkinci darbede onu öldürdüm" dedi.
Müslim bin Akil öldürülünce başı meydana düştü. İbn-i Ziyad Müslim bin Akil'in cesedini sokaklarda çocuklara ayağından çektirerek sürüttürdü. Sonra da astırdı. Başını da Şam'da Yezid'e gönderdi.
Müslin bin Akil'i ve Hani'yi öldüren İbn-i Ziyad, ciddi tedbirler almaya ve bu ayaklanmaya karışanları öldürmeye başladı. Şehrin her yerinde bulunan casusları ona haberler getiriyordu.
Bu olaylar sonrası Muhtar intikam için Küfe'ye gelmişti. İbn Ziyad, Muhtar'ı yanına çağırdı. Amr b. Hureys'in şahadeti ile Ubeydullah, Muhtar'ı öldürmekten vazgeçti ve zindana attırdı. Muhtar, Hz. Hüseyin'in şahadetine kadar orada kaldı. Abdullah b. Ömer'in, Yezid'e yazdığı mektup üzerine zindandan çıkarıldı.
Müslim b. Akil, Kûfe'de H. 60 senesinin Zilhicce ayının dokuzunda şehit edildi. O şehit edildiğinde Hz. Hüseyin (a.s.) Irak'a doğru hareket etmişti. İmam (a.s.) yolda karşılaştığı insanlara ikaz vazifesini sürdürüyordu.
Salabiye konağında bir şahıs, İmam Hüseyin'e (a.s.), "Kıyamet günü, herkesi ve her topluluğu kendi, imam ve önderi ile çağıracağız" mealindeki ayeti sordu.
İmam Hüseyin; "Evet, öyle imam ve önderler vardır ki, insanları doğru yola, saadet ve mutluluğa doğru çağırır. Bir grup insanlar da ona, olumlu cevap verip, itaat ederler.
Diğer bir önder de vardır ki, bedbahtlık ve sapıklığa doğru davet eder. Diğer bir grup da ona olumlu cevap verirler. Birinci grup cennete, ikinci grup ise cehenneme gider!
İşte bu Allah Teala'nın buyurduğu (bir grup cennettedirler, diğer bir grup da cehennemde) ayetinin diğer bir manasıdır" diye buyurdu."
Şair Ferezdak, Küfe yolunda İmam Hüseyin (a.s) ile karşılaşmıştı. Aralarında geçen konuşmayı şöyle anlattı;
"Ben, H. 60 yılında annemle birlikte hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gidiyordum. Haremin yakınlarına vardığımda, annemin devesinin dizginini elime almış çekerken Mekke'den, Irak'a doğru giden Hüseyin b. Ali'nin (a.s.) kafilesi ile karşılaştım ve hemen huzuruna çıktım. Selam edip el vererek görüştükten sonra;
"Ey Resulüllah (s.a.v.)'in torunu, babam ve annem sana feda olsun, hac farizasını yapmadan Mekke'den böyle acele olarak çıkmanızın sebebi nedir?" diye sordum.
İmam, "Eğer acele etmeseydim beni yakalayacaklardı" buyurdu. İmam bana, "Sen kimsin?" diye sordu. Ben de cevaben, "Araplardan biriyim" dedim.
Ferezdak daha sonra şöyle devam ediyor: "Allah'a and olsun ki İmam, beni tanımak hususunda bu kadar sözle yetindi. Bu hususta başka bir şey sormadı. Daha sonra "Irak halkının mevcut durumlar hakkında görüşleri nelerdir?" diye, sordu.
Ben ise cevaben, "Biliniz ki halkın kalpleri sizinledir, ancak kılıçları aleyhinizedir. Takdir Allah'ın elindedir, dilediği şekilde yapar" dedim.
İmam, bu sözüme karşılık şöyle buyurdu: "Doğru söyledin, takdir Allah'ın elindedir. O (Allah) her gün bir iştedir (her gün için yeni bir emri vardır) eğer kaza ve kader dilediğimiz şekilde olursa, Allah'a nimetleri karşısında şükrederiz; şükretmek için yardım dilediğimiz de O'dur.
Eğer kaza ve kader bizimle isteğimiz arasında engel olur, işlerimiz dilediğimiz şekilde gitmezse, yine de niyeti hak ve bâtını takva olan (kalbine takva hükmeden) bir kimse, doğru yoldan çıkmamıştır."
Kufe valisi Ubeydullah, Yezid'in emriyle İmam Hüseyin'i (a.s) Küfe'ye girmeden yakalamak için harekete geçti. 4000 kişilik süvari birliğini Kadisiyye'ye gönderdi. Böylece Kûfe'den, İmam Hüseyin'e (a.s.) yardıma gidilmesinin önünü kesti.
Diğer yandan Hürr bin Riyahî komutasında başka birliği de İmam Hüseyin'i (a.s.) yakalayarak Kûfe'ye getirmeleri için görevlendirdi.
Müslim b. Akil'in şehit edildiğini bilmeyen İmam Hüseyin (a.s.), Rumme vadisine geldiğinde Kûfe'deki halka ikinci bir mektup gönderdi. Mektubunda Kufe halkına şöyle diyordu;
"Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyin b. Ali'den mü'min ve Müslüman kardeşlerine…
Selam üzerinize olsun. Size, kendisinden başka ilah olmayan Allah'ı överim.
Müslim b. Akil'in mektubu bana ulaştı. Mektubunda iyi düşüncelerinizi, ileri gelenlerinizin bize yardım etmek ve hakkımızı talep etmek noktasında görüş birliği içinde olduğunu bildiriyordu. Allah'tan işimizi güzel kılmasını ve bundan dolayı size büyük bir mükafat vermesini diledim.
Zilhicce ayının sekizi olan Tevriye günü, size katılmak üzere Mekke'den ayrıldım. Elçim size geldiğinde, yapmanız gerekeni hızla ve kararlılıkla yapın. Şu günlerde size geleceğim. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun."
Mektubu getiren elçi Kays b. Musahhar es-Seydavî, Kadisiyye'ye gelince Ubeydullah'ın askerlerince yakalandı ve Ubeydullah'ın yanına götürüldü. Ubeydullah, minbere çıkıp, elçiden Hz. Hüseyin'e (a.s.) ve babasına sövmesini emretti.
Kays minbere çıktı, Allah'a hamd etti, onu övgülerle zikretti. Sonra şöyle dedi: "Hüseyin b. Ali (a.s.) Allah'ın kullarının en hayırlısıdır. O, Resulüllah (s.a.v.)'in kızı Fatıma'nın (a.s.) oğludur. Ben de, onun tarafından size gönderilmiş bir elçiyim. Zirrimme vadisindeki Hacir bölgesinde ondan ayrılıp geldim. Şimdi onun çağrısına icabet edin, onu dinleyin ve ona itaat edin."
Ardından Abdullah bin Ziyad'ı ve babasını lanetledi. Ali (a.s.) ve Hüseyin (a.s.) için bağışlanma diledi. Bunun üzerine İbn-i Ziyad'ın emriyle sarayın damından aşağıya atıldı, parçalanarak öldü…
İmam Hüseyin (a.s.) kendisini Kûfe'ye girmeden yakalamak için gönderilen ordunun komutanı Hürr ve ordusu ile karşılaştığında, en ufak bir korku yaşamadı.
İmam (a.s.), Hürr'e ne maksatla geldiklerini sordu. Hürr, "Size eşlik etmek, sizi sürükleyerek susuz ve korumasız bir bölgeye doğru götürmek üzere geldik. Ya da Yezid ve Ubeydullah b. Ziyad'ın hükmünü kabul edersiniz" dedi.
Hz. Hüseyin (a.s.) ayağa kalkarak şöyle konuştu: "Ey insanlar, ben ancak mektuplarınız bana ulaştıktan ve elçileriniz bana geldikten sonra size geldim. Şöyle demiştiniz: "Hemen bize gel çünkü bizim bir imamımız yoktur. Belki Yüce Allah, senin sayende bizi hak ve hidayet üzerinde birleştirir."
Eğer siz hâlâ bu söz üzere iseniz, işte ben, size geldim; bana, sözlerinize ve ahitlerinize güvenmemi sağlayacak bir işaret verin. Yok, eğer bunu yapmayacaksanız, benim gelişimden hoşnut değilseniz, size gelmek üzere ayrıldığım yere geri dönerim."
Bu sözlere Hürr ve ordusundan hiçbir cevap gelmedi. Namaz vaktinin gelmesi ile namaz hazırlıklarına başlanıldığı sırada İmam Hüseyin (a.s.), Hürr'e; "Sen, bizimle mi namaz kılacaksın yoksa kendi, askerlerinle ayrı olarak mı kılacaksınız?" buyurdu. Hürr cevaben, "Hayır, biz de, sizinle beraber bir safta namaza duracağız" dedi.
İmam Hüseyin (a.s.) imamlığında, ailesi ve kendisini öldürmeye gelen Hürr komutasındaki ordu namaza durdular. İkindi namazını da beraber kıldılar.
İmam (a.s) ile komutan Hürr arasında uzun diyaloglar
geçti. Komutan Hürr, İmam'ı (a.s) Küfe'ye değil başka bir yere gitmesi için ne
kadar çabaladıysa, tehdide varan cümleler kurduysa da (a.s) yolundan dönmedi.
Hürr bin Riyahî komutasındaki ordu, kendilerini takip ederken, İmam Hüseyin'in (a.s.) kafilesi Kerbela'ya doğru yolunu değiştirdi. Bu sırada gitmek istedikleri nokta elbette ki Kerbela değildi. Ancak şartlar orayı işaret ediyordu…"
(devam edecek geniş bilgi ve hikmetler için bkz İmam Hüseyin eseri Prof. Dr. Haydar Baş) H: Akın Aydın
(Kilis Postası Haber Merkezi)