Resûlullah (s.a.a.), oğlu İbrahim'in cenazesini defnettikten sonra gözleri yaşla dolarak şöyle buyurdu: "Göz yaşarıyor, kalp mahzun oluyor ama Allah'ın öfkesine sebep olacak bir söz söylemiyorum." Sonra şöyle buyurdu: "Ey İbrahim! Biz senin ölümünle hüzünlüyüz." Daha sonra Resûlullah (s.a.a.) kabrin bir köşesinin iyice kapanmadığını görünce onu mübarek elleriyle düzeltti. Daha sonra şöyle bu yurdular: "Sizlerden herhangi biriniz bir iş yaptığında onu sağlam yapsın." (Bihar, c.22, s.157).
Bir adam Resûlullah'ın (s.a.a.) huzuruna vararak şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Benim saadet ve mutluluğuma sebep olacak bir şey bana öğret." Resulullah (s.a.a), "Git, öfkelenme" buyurdu. Nasihat isteyen adam, "Bu nasihat bana yeter" diyerek kendi aile ve kabilesinin yanına döndü. Kendi memleketine döndüğünde kötü bir olayın vuku bulduğunu gördü. Onun kabilesi başka bir kabileyle ihtilaf etmiş; her iki taraf silah ve zırhlarını kuşanarak birbirlerinin karşısında yer almışlardı. Yolculuktan gelen bu şahıs, durumun çok kritik olduğunu görür görmez hemen savaş elbisesini giyerek kabilesinin safında yer aldı. Bu esnada Resûlullah'ın (s.a.a.) ona, "Öfkelenme" diye buyurmuş olduğu sözü hatırlayarak savaş silahını yere bırakıp akrabalarıyla savaşmak isteyen kabileye doğru giderek şöyle dedi:
"Ey cemaat! Bizden taraf size ulaşan yaralama, öldürme ve dövme gibi nişanesi (katil ve vuranı) belli olmayan her çeşit zarar ve ziyan benim üzerimedir, onu benim kendim ödeyeceğim. Katil ve vuranı belli olan her çeşit yara ve katlin diyetini de akrabalarımın kendilerinden alabilirsiniz."
Savaşa hazır olan kabile, onun bu önerisini duyunca, kalpleri yumuşayarak öfkeleri yatıştı ve ona teşekkür ederek şöyle dediler: "Bizim bu gibi şeylere hiçbir ihtiyacımız yoktur, kendimiz bu işe daha layığız."
İşte böylece her iki kabile o adamın ön ayak olması ve önerisiyle gazap ve öfkelerini yenerek birbirleriyle sulh edip kin ve düşmanlık ateşini söndürmüş oldular. (Bihar, c.73, s.277).(Kilis Postası Haber Merkezi)
Bir adam Resûlullah'ın (s.a.a.) huzuruna vararak şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Benim saadet ve mutluluğuma sebep olacak bir şey bana öğret." Resulullah (s.a.a), "Git, öfkelenme" buyurdu. Nasihat isteyen adam, "Bu nasihat bana yeter" diyerek kendi aile ve kabilesinin yanına döndü. Kendi memleketine döndüğünde kötü bir olayın vuku bulduğunu gördü. Onun kabilesi başka bir kabileyle ihtilaf etmiş; her iki taraf silah ve zırhlarını kuşanarak birbirlerinin karşısında yer almışlardı. Yolculuktan gelen bu şahıs, durumun çok kritik olduğunu görür görmez hemen savaş elbisesini giyerek kabilesinin safında yer aldı. Bu esnada Resûlullah'ın (s.a.a.) ona, "Öfkelenme" diye buyurmuş olduğu sözü hatırlayarak savaş silahını yere bırakıp akrabalarıyla savaşmak isteyen kabileye doğru giderek şöyle dedi:
"Ey cemaat! Bizden taraf size ulaşan yaralama, öldürme ve dövme gibi nişanesi (katil ve vuranı) belli olmayan her çeşit zarar ve ziyan benim üzerimedir, onu benim kendim ödeyeceğim. Katil ve vuranı belli olan her çeşit yara ve katlin diyetini de akrabalarımın kendilerinden alabilirsiniz."
Savaşa hazır olan kabile, onun bu önerisini duyunca, kalpleri yumuşayarak öfkeleri yatıştı ve ona teşekkür ederek şöyle dediler: "Bizim bu gibi şeylere hiçbir ihtiyacımız yoktur, kendimiz bu işe daha layığız."
İşte böylece her iki kabile o adamın ön ayak olması ve önerisiyle gazap ve öfkelerini yenerek birbirleriyle sulh edip kin ve düşmanlık ateşini söndürmüş oldular. (Bihar, c.73, s.277).(Kilis Postası Haber Merkezi)