Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İmam Câfer'in varlığı Mansur Devanikî için katlanılmaz bir dertti. Hilafetinin elinden gideceği düşüncesi onu çok rahatsız ediyordu.
İmam hiçbir şekilde hilafette gözünün olmadığını defalarca kendisine ifade etmiş olmasına rağmen, Mansur bir türlü ikna olmuyordu. İmam Câfer de halifenin bu düşüncelerini ve kendisini bekleyen şehadeti bilmekteydi.
İşte bu duygular içinde, Mansur Devanikî, kamerî 148'in şevval ayında öldürücü bir zehir hazırlattı. Ve valisi aracılığıyla İmam'a içirdi.
İmam onu içince bağırsakları parçalanmış, dayanılmaz acılar çekmeye başlamıştı. Artık hayatının sonuna geldiğini anlamıştı. Son demlerinde bazı vasiyetlerde bulundu. Bu vasiyetlerin bazıları şunlardır:
El-Eftas adıyla bilinen Hasan b. Ali'ye yetmiş dinar verilmesini vasiyet etti. Bir adam bunun üzerine şöyle dedi: "Bıçak alıp sana saldıran bir adama mirasından pay mı veriyorsun?"
İmam şu karşılığı verdi: "Yazıklar olsun sana! Allah'ın şu sözünü okumadın mı: "Onlar ki Allah'ın gözetilmesini emrettiği bağları gözetirler. Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan çekinirler."
İmam Cafer özel nasihatlerde de bulundu. Bu nasihatleri halkın gözü önünde beş kişiye tevdi etti. Mansur Devanikî, Muhammed b. Süleyman, Abdullah, oğlu İmam Musa ve eşi Humeyde.
Bunun sebebi, kendisinden sonra yönetimin oğlu Musa Kâzım'a kötülük etmesiydi.
Nitekim, Mansur Medine Valisine bir mektup yazarak İmam'ın vasiyet ettiği kişiyi öldürmesini emretti. Vali de ona şunu yazdı: "O beş kişiye vasiyette bulunmuştur. Onlardan biri de sensin."
Mansur buna karşılık, "Bunları öldürmenin imkanı yoktur" dedi.
Muhammed b. Süleyman, Mansur'un Medine Valisi idi. Abdullah, İmam Câfer'in oğlu, Hümeyde ise Musa Kâzım'ın annesidir. İmam Câfer'in ashabından Ebu Hamza vasiyet bırakılan bu kişileri duyunca şöyle demiştir:
"Küçüğe işaret ederek, büyüğün halini anlatmış oldu. Ve pek büyük bir işi de gizledi."
Bu sözle neyi kast ettiği sorulunca şöyle dedi:
"Büyük oğlu Abdullah'ın vücudunda noksan var, o imam olamaz. Bu sûretle küçük oğlu Musa'yı bildirmiş oluyor. Mansur'un vasiyeti ise imamet gibi büyük bir işi gizlemek için."
Ebu Eyyub en-Nahvî şöyle rivayet ediyor:
"Mansur gecenin bir yarısında beni çağırdı. Yanına gittiğimde bir kürsünün üzerinde oturuyordu. Önünde bir mum yanıyordu. Elinde de bir mektup vardı. Ona selam verdiğimde mektubu bana attı. Ve ağlamaya başladı:
"Bu Muhammed b. Süleyman'ın mektubudur. Câfer b. Muhammed'in öldüğünü haber veriyor" dedi.
Üç kere üst üste, "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra, "Câfer gibisini nereden buluruz?" dedi. Sonra bana dedi ki: "Eğer imamlığı belli bir kişiye vasiyet etmişse onu getir ve boynunu vur."
Ancak sonradan İmam Câfer'in beş kişiye vasiyet bıraktığını öğrendi."
İmam Câfer, bütün vasiyetlerini oğlu Musa Kâzım'a yaptı. Kendisinin cenaze işlemleriyle uğraşmasını, yıkamasını, kefenlemesini ve namazını kılmasını emretti.
Onu kendisinden sonraki imam olarak tayin etti. Sâdık adamlarını ona yöneltti. Ona itaat etmekten ayrılmamalarını tavsiye emretti. İmam Musa Kâzım o zaman yirmi yaşındaydı.
Eşi Humeyde hanımefendiyi çağırdı. Komşularını, hizmetçilerini toplamalarını emretti. Bunlar yanında toplanınca da şöyle dedi:
"Bizim şefaatimiz namazı önemsemeyenlere ulaşmaz."
İmam Sâdık'ın (a.s.) yakın ashabından olan Ebu Basir şöyle anlatır
"İmam'ın (a.s.) şahadetinden sonra, eşi Ümmü Humeyde'ye başsağlığı dilemek için evine gittik. İmam'ın (a.s.) matemiyle hepimiz ağlıyorduk. Ümmü Humeyde Hatun şöyle buyurdu: "Ey Ebu Basir! İmam'ın (a.s.) son nefeslerinde burada olsan pek şaşardın.
Son demlerinde göz kapaklarını zorlukla aralayıp bütün akrabalarının başucunda toplanmasını istedi. Herkes geldiğinde, onlara şöyle bir baktıktan sonra şöyle buyurdu:
"Namazı hafife alanlar, bizim şefaatimize kavuşamayacaktır."
Hayatının son anlarına kadar ailesine ibadeti ve güzel ahlakı tavsiye etti. Kur'an'dan ayetler okudu. Ve İmam Sâdık (a.s.) Şevval'in 25. günü 65 yaşında şehit düşerek dâr-ı bekâya göçtü.
Bu acı haberle İslam âleminin dört bir yanı sarsıldı. İnsanlar İmamın evine akın ettiler.
İmam Musa Kâzım, babasının cenazesi ile ilgilendi. Yıkadı. İhramlı iken kullandığı iki mısır kumaşı ile ve bir gömlekle kefenledi. Başına dedesi İmam Zeynelabidin'den kalan sarığı sardı. Daha sonra babasının namazını kıldı.
Yüzlerce insan arkasında saf tuttu. İmam Câfer'in naaşı Cennetu'l Bâki Mezarlığı'na getirildi. Dedesi İmam Zeynelabidin ve babası İmam Muhammed Bâkır'ın yanına defnedildi.
Ehl-i Beyt şairlerinden Ebu Hüreyre el-İclî, İmam'ın şahadetinde söylediği ağıtla İmam'ın sevenlerini gözyaşlarına boğmuştur.
Onun mübarek naaşı omuzlar üzerinde mezarlığa götürülürken, "Değerli birini toprağa vereceğinizi biliyor musunuz?
Yazık, dağlar gibi yüce birini dorukta görüp,
Sonra da toprağın altına inerken seyretmek!
Seher vakti üzerine toprak atılacak onun
Halbuki bizim başımıza toprak dökülmesi gerek!
"Yine Ebu Hüreyre İmam Câfer'in ardından şu beyitleri söylemiştir:
Onu omuzlayıp taşıyanlara söylüyorum
Omuzlarının ve boyunlarının üzerinde götürenlere
Mezara ne taşıdığınızı biliyor musunuz?
Yüksek bir şahikayı andıran, bir ağır konuktur o." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)
(Kilis Postası Haber Merkezi)