Değerli okurlarım! Rahmetli Haydar Baş Hocamız; “Halkımızın dinimiz İslam’ın en temel konularda dahi hafızasını kaybederek dini ve milli bütünlüğümüzün derin yaralar aldığını; kendini sapık akımlara karşı korumakta zorlandığını” dile getirirdi.Hatta; “Halkımıza gusül abdestini anlatmaktan başlayın. Göreceksiniz inandığını iddia edenler arasında dahi gusül abdestini bilmeyenlerin çoğunlukta olduğunu göreceksiniz” ifadesini kullanırdı.Yaptığımız çalışmalarda buna bizatihi şahit olduk.Toplumda deizm ve ateizm akımlarının yayılma katsayısının arttığını ortaya koyan anketler, Hocamızın ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu. Bu sebeple Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın “İslam’a İtirazlara Kuran-ı Kerim’in Cevabı” şaheserinden dinimiz İslam ile alakalı temel konularla alakalı önemli bilgiler analiz ederek aktarmaya çalışacağız.İslam’ın temel vasıflarını ortaya koymadan önce Kur’an ve Sünnet ölçüsü ile ortaya konan eserin yazılma maksadını açıklayan konu başlığı “İslam’a itirazlara genel bir bakış” ifadesiyle hocamızın tespitlerini aktaracağız.Yaptığımız bu araştırmaları ve analiz yazılarını ayrıca küçük çapta hazırladığımız “E-Kitap” çalışması olarak şahsi sitemizde ve Kilis Postasında “Analiz” bölümünde hizmetinize sunarak Onun ölmez fikirlerinin gönülden gönüle aktarılmasına vesile olarak nasiplenmek muradını taşıyoruz: Cenâb-ı Hakk tarafından vahiyle gönderilen İslâm Dini, temiz, nezih ve kâmil bir yapıyla tesis ve ikame olunmuştur.Bu ilahi gerçek en güzel manada ise Resulü Ekrem (s.a.v.) ve O'nun Ehl-i Beyt’i tarafından yaşanmıştır…Ehl-i Beyt anlayışından sapmalar ise; arızi ve sonradan oluşmuştur ki, bu sapmalar tarihi gelişim içerisinde "İslam’a İtirazlar" olarak kendisini göstermiştir.Ancak her şeyden önce burada şu temel soruyu sormak gerekir kanaatindeyiz:Gerçekte kendisine itiraz edilen İslam nedir? Hangi kriterler bize İslam’ı gerçek yönleriyle tanıtır?İşte bu sebeple "İslam nedir?" sorusuna ana hatlarıyla cevap vermeyi; bu cevaptan sonra ise, İslâm'a itirazlar neden daha çok hadis-i şerif, mezhep ve meşrepler üzerinde yoğunlaşıyor?' sorusuna açıklık getirmeyi zaruri buluyoruz.İlerleyen bölümlerde ise muhtevayı genişletecek, itirazların müşahhas ve pratik boyutlarıyla tahliline çalışacağız.Bu yaklaşım tarzı, aynı zamanda İslam’ın tarihi süreç içerisindeki yaşama şeklini kronolojik olarak ortaya koyacaktır.Böylece günümüzde İslam’a yapılan itirazların tarihi kökeni ve sebepleri anlaşılarak; geçmişin tecrübesiyle günümüze ışık tutulacaktır. Ve görülecektir ki; İslam’a itirazlarda maksat mesnet ve tutum değişmemekte, değişen sadece figüranlar ve maskeler olmaktadır.Tabiatıyla dün olduğu gibi bugün de her türlü saptırma gayretine rağmen İslam, asliyyetini koruyacak ve kıyamete kadar insanlığın tahrif edilmemiş tek kurtuluş yolu olarak kalacaktır.” (Prof. Dr. Haydar Baş / Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı / Sayfa 3-4)
İslam'ın Temel Vasıfları
Dinin doğru anlaşılması için temel kaynak ve o kaynakların vasıflarını hayatına tatbik edebilecek kutlu şahsiyetlere ve onların çağının insanı için ortaya koydukları tespitlere mutlak ihtiyaç vardır. Aksi taktirde din şahsileşir kişilerin anlayışına idrakine ve nefislerinin eline kalır ki o zaman asliyyetini kaybeder.Dinimiz İslam Allah’ın koruması altında olduğu için kaybeden din değil insanlık olacaktır. Bu sebeple İnsan-ı Kamilin ortaya koyduğu esaslar ve tespitleri uygulamak keyfi bir davranış değil aksine mecburiyettir. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın tespitlerine bu açıdan bakanlar kazançlı çıkacaktır.Şimdi İslam’ın temel vasıflarını onun tespitleriyle ortaya koymaya başlayalım müsaadenizle:Cenâb-ı Hakk’ın birliğini esas alan (tevhide dayalı) semavi dinlerin genel adı olan İslam, sözlükte: İtaat, teslimiyet, ihlas ve sulh gibi manalara gelir.'Istılahta ise İslam: Allah (cc) tarafından gönderilen (vahyedilen) ve peygamberler tarafından tebliğ edilen hakikatlerin hepsini kabul edip, teslimiyet göstererek Hakk'a yönelip itaat etmektir.İslam semavi dinlerin genel adıdır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (as)'den, son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'e kadar gelen tüm elçiler, bir tek mutlak gerçeği ısrarla vurgulamışlardır. Bu gerçek: "Allah 'tan başka ilah yoktur" hükmüdür. Bu hükmün beraberinde getirdiği inanç sistemine: "Tevhid akidesi" denir.İşte bütün peygamberlerin davet ettiği ortak kelime olan bu Tevhid akidesi üzerine bina edilen İslam, Seyyidü'l mürselîn olan son peygamber Hz. Resûlü-i Ekrem (sav) ile kemâle ermiş ilahi hakikatler manzumesi olarak ikame edilmiştir.Aşağıda meali verilen ayetler, bu hakikati teyit ve ispat etmektedir:“Hiç şüphe yok ki, Allah katında yegâne din İslam’dır.” (Al-i İmran /19)"Bugün size dininizi ikmal ettim; size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’a razı oldum.” (Maide / 3)Görülüyor ki; beşeriyetin hayati derecede ihtiyacı, tek kurtuluş yolu ve hidayet kaynağı olarak İslam, Son peygamber Hz. Muhammed (sav) ile "ekmel" hale gelince, asli semavi olup sonradan tahrif edilen Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi geçmiş bütün dinler neshedilmiş ve bu dinlerin hükümleri kaldırılmıştır. Zira bu dinler mensupları tarafından tahrif edilerek bir hidayet yolu olmaktan çıkarılmıştı. Asılları hak olsa da insan eliyle tahrif edildikten sonra bu dinlerin herhangi bir ilahi hüküm ifade etmesini beklemek, ulvi hakikate; yani İslam’a karşı büyük haksızlık olur. Binaenaleyh gerçek manada İslam demekle, Resûlullah (sav) Efendimiz ‘in getirip tebliğ ettiği son din anlaşılmalıdır ve anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıda mealleri verilen ayetler, ahir zaman peygamberi olan Resûl-i Ekrem (sav)'in getirip tebliğ ettiği dini vurgulamaktadır.Bunun anlamı şudur: Cenâb-ı Hakk'ın razı olup kabul ettiği din, işte bu son ve ekmel din olan İslam’dır. Hüküm buna göredir. Amel buna göre olacaktır. Hidayet ve kurtuluşun tek yolu budur. Bütün insanlar İslam’la müşerref olmakla emrolunmuş ve de ona muhtaç kılınmıştır. O halde hakikatin ölçüsü ancak İslam’dır. (Prof. Dr. Haydar Baş / Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı / Sayfa 5-6)- İslam Din’dir
- İslâm'ın Temeli Kelime-i Şehadettir
- İslâm Ekmeldir
- İslâm Hakk'tır
- İslam, İlim ve Hikmet Kaynağıdır
- İslâm İtidal Dinidir
Anlama ve Tebliğ Etme Bakımından İslam
Ahir zaman alametlerinin en bariz bir şekilde zuhur ettiği zamanımızda, İslam’ın temel vasıflarından tutun, idrak ve yaşama noktasında dahi farklılıklar arz etmektedir. Adeta dini konularda önüne gelenin konuştuğu, ölçünün kaybolmaya yüz tutuğu zamanımızda, çağın bilgesinin yorumlarına ve tespitlerine ihtiyaç vardır.Çünkü her işin ehlinden çıktığı bir zamanda, maalesef dini bilgi ve yaşam ölçüleri de ehlinden çıkmış, herkesin kendi idrak ve anlayışı çerçevesinde kurtuluşa ermek zor ve de imkânsız hale gelmiştir.Biz Prof. Dr. Haydar Baş hocamızdan duyduk ve okuduk ki “Çağın insanının sorunları, o çağın İnsan-ı Kâmiliyle bütünleşmeden çözüme ulaşamaz”.Bu sebeple, temel konuların ve ölçülerin tekrar altının çizilmesi, fıtrat ölçüsü olan Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt anlayışına dönmek zorunluluktur.Çağımızın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın tespit ve yorumlarını siz değerli dostlarımızla paylaşarak sorumluluktan kurtulmayı ve faydalı olmayı murat ederiz.Mademki gerçek İslam anlaşılmıyor ve yeterince yaşanmıyor, o zaman anlama konusunda bilgiye ihtiyaç vardır.Bu makale serisinde konu başlığımız “Anlama ve tebliğ etme bakımından İslam” olacaktır:İslâm’ı anlamak için öncelikle arayış gerçeğini anlamak zorundayız. Öyleyse İslam’da arayış gerçeğini izahla konumuza başlayalım:İslam’ın fıtrat dini olduğu bilinen büyük bir gerçektir. İnsan fıtratı nedir, neyi aramaktadır?Bu bilinmeden ne insanın mutluluk yolu ne de İslâm'ın hedefi anlaşılabilir. "Her doğan İslam fıtratı üzere doğar." Buyuran Resul-i Ekrem (sav), insan fıtratının İslam’a müsait ve Allah'a meyil üzere yaratıldığını haber vermektedir.Her insan fıtri olarak Allah’ı arar. Bu arayış zamanla bezmi elestteki ilahi hitapla da irtibatlı olarak, bir kara sevda haline dönüşür. İnsanın mutlu olması da esasen Cenabı Hakk’ı bilmesine ve O'nu sevmesine bağlıdır.Bu gerçek bize, İslam’ı anlama ve Cenâbı Hakkı tanımanın nazari yolla değil, sevgi yoluyla olduğunu öğretmektedir.Yeryüzünde mutluluk aramayan hiçbir insan olamayacağına göre, bütün insanların Allah’a yönelmeye ve O'nu sevmeye ihtiyacı var demektir. (Prof. Dr. Haydar Baş / Din tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı /1998 / Sayfa 20)Her halde her insan Allah'a, O'nun sevgisinde bütünleşmeye çağırılması gerektiğine göre; İslâm, bu fıtri arayış ihtiyacına cevap vermekte ve inanları Allah'a ulaştırmaktadır.Bu arayış gerçeğini en iyi yakalayan ve insanlara bu konuda yardımcı olanlar ise hep arifler, Allah dostları ve İnsân-ı kâmiller olmuştur.Nitekim tarihimize bakıldığında görülecektir ki: Mevlânâ Celâleddin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Alp Erenler, Horasan erenleri gibi, bu arayış ihtiyacına cevap veren ve “Arifi billah” olan Hakk dostları hemen hemen hiç eksik olmamıştır. Gelecekte de eksik olamayacaktır.Günümüzde fıtrat gerçeğini göz ardı eden insanlık, arayış ıstırabını dindirememekte ve bu da İslam’a itiraz hastalığının sebeplerinden birini teşkil etmektedir.Öyleyse günümüzde insanlığın düştüğü kısır döngüden kurtarıp vuslat caddesine çıkaracak günümüz Yunus’larına, Mevlâna’larına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.İslam’ı anlama ve Allah’ı tanımada iki yol ortaya çıkmıştır.1- Nazarî Deliller Yolu (Akıl Yolu).2-Zikir ve Tecelli Yolu (ibadet ve Nefis Tezkiyesi Yolu).Evveliyatla şunu belirtelim ki; İslam’ı algılama akılla mümkün olur, İslâm da, akıllı varlık olan insani muhatap almakla birlikte Allah Teâlâ’yı tanımak bir nasip, bir hidayet, bir idrak işidir.Burada asıl olan kalbin idrakidir; aklin idraki ise kalbe bağlıdır. Diğer bir ifade ile asıl göz kalp gözü, asıl idrak kalbin idrakidir.Günümüzdeki itiraz ve sapmaların sebebi, kalbin ihmal edilmesidir. O halde, kalbin idraki nasıl genişler, kalp gözü nasıl açılır açılır?Bunun yolu bilinirse, İslâm anlama ve Cenabı Hakk’ı tanımada büyük bir nasip başlamış, hakikat yolu açılmış demektir.Bu noktada kalbî idrakin yolu, ibadetler ve nefis tezkiyesidir.Nefsin tezkiyesi ise Zikir ve tecelli ile olur ki bilhassa zikir kalbi parlatır, temizler ve kalbin idrak boyutunu genişletir.Neticede kalp nuru ile hakikat görülür. Akıl bile selim olma vasfını bu nurla kazanır.İslam’ı anlama ve Cenab-ı Hakk’ı tanımada diğer yol, nazari yol yani akil yoludur. Akıl yolu bir nevi felsefi yoldur. Dolayısıyla, hudutları belli ve bilgi kaynakları nakıs olan aklın kâmil olan Allah’ı kavraması ve tanıması da mümkün olmaz. İşte burada ibadetlerle arınmış gönül devreye girmektedir.İlm-i kelâm Kur’an’ı esas almakla birlikte, bu nazari yola dâhildir. (Prof. Dr. Haydar Baş / Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı /1998 / Sayfa 21)“İslam’ı anlama ve Cenâb-ı Hakk’ı tanımada diğer yol, nazari yol yani akıl yoludur. Akıl yolu bir nevi felsefi yoldur. Dolayısıyla, hudutları belli ve bilgi kaynakları nakıs olan aklın kâmil olan Allah’ı kavraması ve tanıması bile mümkün olmaz.İşte burada ibadetlerle arınmış gönül devreye girmektedir. ilm-i kelâm Kuran’ı esas almakla birlikte, bu nazari yola dâhildir.Görülüyor ki, tarih boyunca; zikir ve tecelli yolunu meşreb-i sûfiyye esas almış ve meşrebi-i sûfiye bu metotla birçok insanın hidayetine vesile olmuştur.Meselâ meșreb-i sûfiyye önderlerinden zikir ve tecelli yolunun kurucularından Abdülkadir Geylani döneminde beşbin Hristiyan ve Yahudi İslâm’la şereflenmiş, yetmişbin şaki de günahtan dönerek Allah’a yönelmiştir.Bu örnekten hareketle diyebiliriz ki; günümüzde de insanlığın itiraz sebeplerinde en birisi belki de en önemlisi kalbin ihmal edilmesi, kalpte ilahi zevkin yaşanmamasıdır.O halde zikir ve tecelli yolu ile insanı salt aklın bataklığından çıkaran ve zevk-i İlahi’nin fezasına yükselten meşrep-i sufiyye yoluna azami derecede bugün de ihtiyaç duyulmaktadır. Şimdi de eserden İslam’ın tebliğ metodunu aktaralım:İslâm'da tebliğ metodu tarih boyunca İslam, başlıca iki ana tarz ve metotla tebliğ edilmiştir.Birincisi Ehl-i Beyt tarzıdır ki bu yol; ikaz, irşat ve ikayı esas almıştır. "Dinde zorlama yoktur" prensibinin en kâmil anlamıyla ifadesini bulduğu bu metot tarihi süreç içerisinde meşreb-i sufiyye ile yaşatılmış ve bugün de bu yolla yaşatılmaktadır.Bu yolda tebliğ, bir iç oluş olayıdır; sözle, amelle, hal ve İhlasla insanlara hidayet yolunun gösterilmesidir.İkinci tebliğ tarzı ise kuralcı ve müeyyideci tarzdır. Bu tarza göre İslam, bir nevi sistem ve ideoloji gibi telakki edilmekte tebliğ koyu bir akılcılığa yahut bir takım kuru nazari izahatlar indirgenmektedir.Bu tarzda insan kazanmak çok zor olduğu gibi; "Korkutmayın, müjdeleyin, sevdirin, nefret ettirmeyin" prensibi de göz ardı edilmektedir.Tarihteki haricilik akımı ve benzerleri buna misaldir. Günümüzde İslam’a itirazların bir kısmı da tebliğ tarzının yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bugün Ehl-i Bayt tarzına, onun ikaz, irşat ve ikna yoluna ve tabiatıyla bu tarzı esas alan meşreb-i sûfiyye yaklaşımına büyük ihtiyaç vardır.” (Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı,1998, Sayfa 23)Gaye ve Temel Ölçüler Bakımından İslam
Bu başlık altında da gaye ve temel ölçüler bakımından İslam konusunu analiz edip aktaracağız.Kıyamet alametlerinin en açık şekilde zuhur ettiği dönemleri yaşadığımız zaman diliminde, imanımızı kurtarmak ve huzuru mahşerde rezil rüsva olmamak için üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz.Elbette bu çağda yaşayan bütün insanlar gibi bizler de imanın lezzetine varmak noktasında sorunlar yaşamaktayız.Nasıl yaşamayalım ki sokaklar ve gönüller günah kirleriyle kirlenmiş, en kutsal dini değerler rant kapısı yapılmıştır. Din şahsileşmiş, dinin sahibine bakacak yüzümüz kalmamış, bu sebeple yaratılış ayarlarımıza dönmek bir zaruret haline gelmiştir. Sorun büyük ama çare vardır.Sorunu da biliyoruz, çözümü de biliyoruz. Çünkü Allah, çağın bilgesi ile aynı çağda yaşamak ve onunla dost olmak şerefini bize bahşetti.Bu sebeple hem şükür hem de Allah’a karşı sorumluluklarımız da vardır.Durmak, susmak, ataletle beklemek bize yakışmaz. “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikin” buyuran şanlı Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve âlihi) ümmeti olmak gibi bir şerefimizin yanında, sorumluluklarımız da vardır.Allah bizleri istikamet üzere yaşayabilen kullarının zümresine dâhil eylesin.Bu sorumluluk çerçevesinde değerli okurlarımızla sohbet ve muhabbet tadında yazılar hazırlayarak gönül pencerelerimizden dostun gönül bahçesine bakabilmektir gayretimiz:İslam’ın Dünyevi-Uhrevi Hedefi
Genelde dinlerin hedefi insanlara yaratılış gayesini bildirmektir.İslâm’ın dünyevi hedefi, Allah adının ve kelime-i tevhitte izah edilen İslâm dininin yaşanarak tebliğ edilmesi ve İslam’ın güzelliklerini bütün insanlara duyurmak, onların ebedi mutluluklarına zemin hazırlamaktır.Yegâne hakikat menbaı olan İslâm, insanların dünyevi ve uhrevi saadet ve selameti için son ilahi kurtuluş yolu ve fırsatıdır. Hedefi, bir tek insan kalmamak üzere, bütün insanlığın hidayetle şereflenmesidir.Bunun ferdi alandaki tezahürü, Hakk'ın vücut planında hâkim olmasıdır. Fethin gerçek anlamı, kalplerin fethidir. Bir kalp ki onda Cenâb-ı Hakk var; o kalbin sahibi bütün vücut ülkesine Hakkı hâkim kılmış demektir.Sosyal plandaki tezahürü ise, Hak ve adaletin, huzur ve sükûnun, kardeşlik ve yardımlaşmanın toplumda hâkim olmasıdır.”(Prof. Dr. Haydar Baş / Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı / 1998 / Sayfa 24)İslam’ın uhrevi hedefi ise, ihlas, yani Allah için iş yapmaya muvaffak olmak ve de nihai olarak Allah’ın rızasına kavuşabilmektir. Asıl olan gaye de budur.Bütün mesele Allah'a selim bir kalple dönebilmektir. Ferdi ve toplumsal huzur, selim kalp sahibi insanların her yerde söz sahibi olmasıyla sağlanabilir.Nitekim Resulü-i Ekrem: "Ayık olun! Vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozuk olursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin o et parçası kalptir" buyurmaktadır.Kalplerin ise zikrullah ile mutmain olduğu pek çok delille bilinmektedir. O halde İslam’ın dünyevi ve uhrevi hedefi gönüllere zikrullahı hâkim kılmaktır diyebiliriz.Günümüzde İslam adına söz sarf edenlerin kimisi; ihlas, Allah rızası ve zikir gibi ana hedefleri dikkate almadan, İslam’ı şahsi veya maddî gayelere vasıta yaparak, hakikatleri saptırma yolunu tutuyorlar. İslam’a itirazların bir kısmi da bundan kaynaklanmaktadır.” (Prof. Dr. Haydar Baş / Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı / 1998 / Sayfa 25)Bu çerçevede İslam’a göre ibadet ve cezanın mantığına da göz atmak gerekmektedir.Her kim ki İslamı bir bütün olarak ele almayınca ondan bütünün parçalarını idrak de beklenemez. Dinin şahsileşmesi de bundandır.Her önüne gelen din vaaz etmeye kalkınca ahir zaman alameti olarak Fıtrattan sapış olması normal bir sonuçtur. Çözüm; aslını işin erbabından öğrenmektir. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın evrensel tespitinin önemi her yerde her sorunda önümüze çıkmaktadır. “Çağın insanının sorunlarını çağının insanı kâmili ile bütünleşmeden çözülmesi asla ve asla mümkün olmayacaktır.”İslâm'a Göre İbadet ve Ceza
İslam’a göre ibadet ve cezanın mantığının tam manasıyla anlaşılamaması insanların niçin ibadet etmesi gerektiği ve niçin ceza göreceği konusunda bazı itirazların doğmasına neden olmaktadır.İslâm'da ibadetin de cezanın da temel mantığı insanları temizlemek, onları ilahi huzura yüzü ak olarak çıkarmaktır.İbadet, kalbi temizler, günahları döker, insanları Allah'a yaklaştırır.Ceza da günahların dökülmesine sebep olacağından ibadetin gayesiyle birleşmektedir.”(Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı, 1998, Sayfa 25)İslam’a göre ibadet sıradan bir iş değildir. Belli maksatlar içerir. Cezanın dahi bir mantığı vardır. Yüce Allah Kur’an’da “Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık.” (Enbiya suresi 16. ayet). Buyurmakla yaratılan ve emredilen her şeyin bir maksadı olduğu yönünde kullarını uyarmaktadır.Buna rağmen hala dünyayı, dünya hayatını ve ölümü bir oyuncak olarak görenlerin bu dünyada düştüğü batağın sonuçları dahi Allah’ın ne kadar haklı olduğu yönünde bizi uyarmaktadır.İnsanı kâmil olanlar bu oyuna hiçbir zaman gelmez ve çağının insanına her zaman bir umut kapısı aralar ve “işte kurtuluş” diye müjdeler.Dünya hayatını bu açıdan değerlendirirsek, gereğini İnsanı Kâmilin gösterdiği yol, yordam ve çizgide devam ettirirsek gerçekten kazananlardan oluruz.Son nefese kadar asla Allah’tan umudu kesmez, her an Onun farklı bir tecellisiyle bir hayat yaşamaya gayret edersek, ahirette mutlaka kazananlardan oluruz. Dünya “gayret”, ahiret, “ceza ya da mükafat” yeridir.Aksi takdirde aldananlardan oluruz. Hem bu dünyada hem de ahirette hüsranla karşılaşırız.Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın tespiti ile “İslam’da ibadet kalbi temizler, günahları döker, insanları Allah’a yaklaştırır. Ceza da günahların dökülmesine sebep olacağından, ibadetin gayesiyle birleşmektedir.Bu büyük gerçeğin pratikte anlamı şudur: Cenâb-ı Hakkın ibadete ihtiyacı yoktur; insanlar ibadete muhtaçtır. Keza insanlara Cenâb-ı Hakk'ın takdir ettiği ceza onlardan intikam almak için değil, onların temizlenmesi içindir.Burada, ilahi adaletle lütfu ilâhînin beraberlik arzettiğin görüyoruz.(Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı, 1998, Sayfa 25)Gaye ve ölçüler bakımından İslam bir yandan insandan kulluk ve ibadeti isterken bir yandan da inanan-inanmayan bütün insanların haklarını koruma altına almıştır.Şimdi de Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın tespitleriyle bu yöndeki bilgileri paylaşalım:İslam’ın Koruma Altına Aldığı Beş Mukaddes Kavram:
İslâm, inanan-inanmayan bütün insanların mukaddes olan değerlerini korumayı garanti altına almıştır.İnsân için korunması gereken beş mukaddes kavram şunlardır: Can, mal, namus, akıl ve din.İslâm'da bunların her biri mukaddes bilinir ve korunmaları için bütün tedbir ve müeyyideler uygulanır.Esasen temel hak ve hürriyetler kâmil manada İslam’la korunmuştur. Kur 'ân-ı Kerîm ve hadislerde bu hususta pek çok prensip; kural ve düzenleme vardır.Evrensel beyannamelerin daha yarım asırlık bir geçmişi varken ve bu beyannameler hak ihlâllerini önleyemezken İslâm’ın 14 asırlık mesajı ve tatbikatı, bir ibret vesikası ve bir şeref şahikası olarak ortadadır.İslâm'ın bu yönü hakkıyla bilinmediği için veya müsteşriklerce saptırıldığı için de bir kısım itirazlar söz konusu olmaktadır.Temel hak ve hürriyetlerle ilgili yeterli malumat almak isteyenler "Veda Hutbesinde İnsân Hakları" adlı kitabımıza müracaat edebilirler.” ( Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı, 1998, Sayfa 26)Bu konuya daha sonra farklı bir konu başlığı altında inceleyeceğimiz için bu kadarıyla yetiniyoruz.Çünkü “Veda Hutbesinde İnsan Hakları” eseri Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın çok önemsediği bir eserdir. Yeri geldiği için birkaç kelime değinerek esas konumuza devam edeceğiz:Veda Hutbesi, tarihî mesajında, muhtevasına korunması gereken “beş mukaddes varlık” almıştır. Bu beş mukaddes varlığın her türlü zâhir-bâtın tecavüzden korunması, aslında dünya barışın ve iki cihan saadetinin teminatıdır. Resulü Ekrem, bu hitabesinde, esasen İslâm hukukunun temel gayesini de vurgulamıştır. Zira hak ve hürriyetler ve mukaddes mefhumlar, hukukla korunur. Tabi, hukukun koruyuculuğu yanında, vicdani, ahlâkî ve imânî müeyyidelerin de muhafızlığı esastır.Bununla beraber bilinmelidir ki, mukaddes varlıklar ancak kâmil, kendini mükellef bilen insan (ki bu gerçek mümindir.) tarafından ve onun eliyle korunabilir. Öncelikle kendi nefsinde sonra da sosyal hayatta ve insanlık platformunda bu mukaddes varlıkları koruyacak kâmil insan olmadıkça hak ve adâletin gerçekleşmesi muhaldir. Bütün izahlarımızda bu gerçeğin vurgulanması, bu temel sebebe dayanmaktadır.” (Prof. Dr. Haydar Baş, Veda Hutbesinde İnsan Hakları, 4. Baskı, Eylül 1995, Sayfa 99)İslam’da gaye ve ölçüler bakımından İslam konusuna müsamaha ölçüleriyle devam edeceğiz. Bu konu da başlı başına bir öneme haizdir.Çünkü çoğu zaman kime ne kadar müsamaha gerektiği bilinmediği takdirde inananların en çok yanılgıya düştüğü bilinmesi gereken bir esastır.Belki de bu konunun aslını halkımız, eğer çağın bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın FETÖ ile mücadele yıllarında bilseydi. Bugün ülkemiz ve milletimiz FETÖ belasına düşmeyecekti. (Bizi anlamayanlar utansın).Ama ne yapalım ki Türk milletinin nasihatten çok musibetten daha çok ders aldığı da tarihi bir vakıadır.Tarih sahnesinde defalarca devlet kurmuş ve defalarda kendi eliyle devletini yıkmış, tekrar ayağa kalmış bir millet yoktur. Bu makûs talih, Molla Zübeyde anamız ve Alirıza beyin aslanı, Cennet Mekân Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafında yenilmiş ve Onun kurduğu Cumhuriyet, kıyamete kadar ilelebet payidar kalacaktır.Prof. Dr. Haydar Baş hocamız tarafından verilen “Atatürk vatandır” mücadelesi ve ardından Genç liderimiz Avukat Hüseyin Baş tarafından defalarca kullanılan “Atatürk kırmızıçizgimizdir” ilkesi geleceğimizin de teminatı olacaktır inşallah.İslam’da Müsamaha İslam ölçü dinidir. Taviz vermemek, gerçeği saptırmamak kaydıyla ölçüde esneklik olabilir ki buna müsamaha denir. Bu şekildeki müsamaha Allah’ın rahmetinden insanların istifade etmesini sağlar.İslam, bütün insanları tebliğe muhtaç, Allah‘a dönüşe müsait, kurtuluş bekleyen bir kâmil insan adayı olarak görür.Cenab- Hakk’ın eseri olan bütün insanlar ya hilkatten (yaratılıştan.) ya da iman birlikteliği nedeniyle kardeştir.İslâm'da "Yaratılanı yaratandan ötürü" sevmek bir zorunluluktur. Ancak bu onların küfrünü ve yanlışlarını makul karşılamak anlamına gelmez.Zira kötülük ve küfür, bütün insanların düşmanı ve helak sebebidir. Bunlar müsamaha ile karşılanamaz. Bu durumda İslam, zararları ortaya koyup hata edenleri de ikna ve irşad yoluyla kurtarmaya çalışır.Bu çerçevede insanlar hakikat ve iman ölçüleri nezdinde ikiye ayrılırlar:a) İnananlarb) İnanmayanlar (Ki inkârcılar da iki nevidir: Münafık ve Kâfir.)İslam, inanmayanlara da yaklaşım tarzında büyük teenni ve dikkat gösterir. Ve böylece kimseden ümit kesmemek gerektiğini anlatır.Günümüzde İslam 'ın müsamaha ölçülerin iyi bilinmemesi ve uygulanılmaması yüzünden birçok yıkıcılık, mücadele ve itiraz boyutu gelişmiştir.” (Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı, 1998, Sayfa 26-27)İslam’ın Birlik, Barış ve Kardeşliğe Yaklaşımı
“Öncelikle belirtelim ki; İslam’ın terminolojisinde sulh en temel kavramdır. İslâm, önce barışı ferdî planda, insanın kendi vücut ülkesinde tesis eder. Kendisiyle barış halindeki insanlardan oluşacak toplumunda, barışçı bir toplum olacağı açık bir gerçektir.İç âlemlerinde barışa ulaşanlar, bütün insanları ya hilkat (yaratılış) ya da iman kardeşi olarak bilir ve onların saadeti için çalışır. Böylece toplumda arzu edilen kardeşlik meydana gelmiş olur.Barış ve kardeşliğin olduğu yerde, hiç şüphesiz birlik- beraberlik vardır. Birliğin bütünlüğün gerçek adresinin zaten İslam olduğu bilinmektedir.Zira İslam, tevhid (birlik) dinidir. Tevhid "Vahid" ve "Ehad" olan Yüce Allah'ın birliğini esas alan görüş, inanış ve yaşayış tarzıdır. Allah bir olduğuna göre, O'nun birliğinin (tevhidin) tasdik edildiği her yerde birlik ve beraberliğin bulunması tabii bir sonuç olacaktır.Kaldı ki Cenâb-ı Hak, bütün insanları "Allah’ın ipi" hükmündeki İslam’a sarılmaya bir ve beraber olmaya davet etmektedir:"Hep birlikte Allah 'in ipine (Kur 'an'a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın” (Ali İmran 103)İslâm’da cemaat şuuru, cemaatle ibadetin fazileti, ayrıca bu hususu teyit etmektedir. İslâm, inananlar bünyesinde kurduğu bu birliği bütün insanlığa şamil kılmayı hedefler.İslâm'da tebliğin asıl, cihadın savunma ve nefsi müdafaa esasına yönelik olması; “dinde zorlama yoktur” mantığıyla birlik-bütünlük ve kardeşliğe büyük önem verildiğini açıkça ortaya koymaktadır.Bu hususun günümüzdeki pratik anlamı şudur ki; İslam'ın bu cihan şümul sulh ve birliğe verdiği önemi bilmeyenler, O'nu fundamantalizm, terörizm gibi bir takım sapık saplantı ve telâkkilerle karıştırmaktadırlar. İdeolojik hareket edenler bunu kasıtlı yaparken, cehalet sebebiyle bu hale düşüp İslam’a itiraz edenler de vardır.Giriş bölümümüzde öncelikle en son dinin özetle ne olduğunun bilinmesi için İslam’ın bazı ana hususiyetlerine değinmeye çalıştık.(Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı,1998, Sayfa 27-28-29)İslam’a İtirazların Temel Nitelikleri
Tarih boyunca İslam’a yapılan itirazların aslî ve tali pek çok sebebi olmuştur. Bu sebepleri temel olarak üç ana kategoride toplayabiliriz.Küfrün karakterinden kaynaklanan itirazlar.Şahsi menfaat ve maddi çıkar sebebiyle yapılan itirazlar.Cehalet, ölçüsüzlük ve niyet bozukluğu sebebiyle yapılan itirazlar.Bu makale serisinde de madde madde İslam’a itirazların temel niteliklerini Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın “Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerimin Cevabı” eserinden bilgiler paylaşalım:1) Küfrün karakterinden kaynaklanan itirazlar: Küfür, tanım olarak inanmanın zıdd-ı kamilidir. Küfür bütün karakteriyle hakkı örter ve şiddetle İslam’a karşı çıkar. Küfür, bâtılın en büyük uzantısı, karanlık ve cehaletin kaynağıdır.Küfür, mutlak ve en büyük gerçek olan Allah'a itiraz eder. Bu itirazı ya direkt ya da dolaylı olarak yapar. Tabiatıyla bu itiraz çeşitli yollarla olur. Bu yolları dört ana başlık halinde inceleyebiliriz.a) Siyasi ve İdeolojik YaklaşımBu yaklaşım, İslâm'ı siyasi ve ideolojik bir rakip görerek ona zarar vermek, etki ve nüfuzunu azaltmak için her çeşit fırsatı değerlendirir. Tarih boyunca kabul etsek de etmesek de Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir çatışma süregelmiştir.Batılı devletlerin sırf İslami kimliği sebebiyle Osmanlı Devleti'ni yıkmak için sergiledikleri entrika ve oyunlar buna en çarpıcı misaldir. Bu mücadele günümüzde kisve değiştirerek aynen devam etmektedir.Ve yine bu mücadele içerisinde; genelde Doğu kültürünün, özel de ise İslâm'ın karşısında, Avrupa birliği, Ortodoks ittifakı gibi dini, siyasî, ilmî ve kültürel ittifaklar oluşturulmakta, sözleşmeler imzalamaktadır.b) Tarihi Haçlı ZihniyetiBu zihniyet adeta tarihi yönlendirmiştir. Haçlı zihniyeti muharref Hristiyanlıktan kaynaklanmış ve Hiristiyan din adamları (papalar ve papazlar) tarafından daima taze tutulmuştur.Bu sebeple tarih boyunca 13 büyük haçlı seferi tertip edilmiş, bu uğurda kan dökülmüştür. Bu bağlamda bizim tarihimiz sanki Hilal-haç çatışması tarihidir. Bilindiği üzere sebebi ne olursa olsun tarih boyunca cereyan eden çatışmalar, inanç ve ideolojilerin mücadelesidir.Bu noktada Hilal-haç çatışması, iman-küfür mücadelesin in en çarpıcı örneklerinden birini teşkil etmektedir.Haçlı zihniyeti başka sebebe gerek olmaksızın, İslam’ın varlığına karşıdır. Haçlılar, İslam’a ve Müslümana iflah olmaz boyutlarda kin ve öfke taşımaktadırlar.Öyle ki; Hristiyan din adamları, organize ettikleri ve top yekûn Hristiyan alemini savaşa çağırdıkları ortamlarda, bir Müslümanı öldürmekle direkt cennete gidileceğini vaat ediyorlardı. Hedefleri, İslami ve bütün Müslümanları ortadan kaldırmak olan bu zihniyetin günümüzde halâ sürmesi düşündürücüdür. (Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı, 1998, Sayfa 33-35)İslam’a itirazların temel niteliklerinden, küfrün karakterinden kaynaklanan itirazlar kısmında Siyasi ve İdeolojik Yaklaşım, Tarihi Haçlı Zihniyeti konularını bir önceki makalede dile getirmiştik. Bu makalede de misyonerlik faaliyetleri ve Müşriklerin ve Müsteşriklerin Gizli Emel ve Palanlarını izaha çalışacağız:c) Misyonerlik FaaliyetleriMisyonerlik faaliyetleri Hıristiyan din adamların in organize ettiği ve İslam dünyasında nifak çıkarıp, Hristiyanlığı yaymayı esas alan kültürel bir kadro çalışmasıdır. Bu çalışmalarda İslam’ı tahrif etmek için her türlü yola başvurulmaktadır.d) Müşriklerin ve müsteşriklerin gizli emel ve planlarıÖzellikle Müslüman olmayan batılı araştırmacıların ilmî araştırma adi altında; İslam’ın mantığını, mana ve mahiyetini, ölçü ve bütünlüğünü kavramadan; yaptıkları güya ilmi araştırmalarla bilerek veya bilmeden İslam’a itirazda bulunmaları ve İslam’da tahribat yapmalarıdır. Bu itirazlar ilim kisvesi altında yapıldığı için verdiği zararlar daha büyük olmaktadır.Bu hem yanlış hem de çok zararlı hususlar ise, ancak basiret sahibi ilim erbabı tarafından bertaraf edilebilir.”Yeri gelmişken müsteşrik kavramı ve dinimiz üzerinde oynanan oyunlarda bahselim:Müsteşrik kavramı ve faaliyetleri hakkında Diyanet İslâm Ansiklopedisinde şu şekilde ifadeye yer verilir: “Din, dil, bilim, düşünce, sanat, tarih gibi alanlarda Doğu dünyasını inceleyen ve Doğu hakkında değer yargıları üreten Batı kaynaklı kurumsal faaliyet.” (Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı, Sayfa 33-35)Değerli dostlar! İslam, öyle bir dindir ki yaşanmadan anlaşılmamak şeklinde bir özelliği vardır.İlimle elde edilen bir bilginin sırlarına erişmek şartı, ona gönderildiği haliyle inanmak ve yaşamaktır. Zaten yaptığımız araştırmalarda Muhterem üstadımızın “İslam ekmeldir” tespitiyle, inanmayan birilerinin İslama katacağı bir özelliğin olamayacağını öğrendik. Aksi halde, misyoner faaliyetlerine kapı aralanır, sapık inançlar sapık akımlar bu kapıdan içeri girer. Oryantalizm adı altında, müsteşrik mantığa kapı aralayıp, milli ve dini bütünlüğümüzü parçalama faaliyetleri, bu maske altında sahnelendi ve sonuçları en acı bir şekilde görülmüş oldu.Bu sebeple üstadımızın “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’tir” anlayışının ne kadar önemli bir tespit olduğunu anlıyoruz.İslam, müşrik ve müsteşrik anlayışlarına tamamen kapıyı kapatmıştır.Buna Kâfurun suresi en bariz delildir:“De ki: "Ey inkârcılar! Ben sizin tapmakta olduğunuz şeylere tapmam. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun 1-6) (Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı, 1998, Sayfa 33-35)2) Şahsi menfaat ve maddi çıkar sebebiyle yapılan itirazlar. Ferdin şahsi çıkar veya menfaat endişesinden kaynaklanan itirazlar da söz konusudur.Bu tip insanlar iki kısımdır.a) Maddi ve şahsi çıkarını düşünerek hakikatleri gizleyen, böylece yanlışa ve haksızlığa göz yuman araştırmacı.b) Maddi menfaat, makam ve mevkii için yanlış fetva veren ve bununla da kalmayıp bâtılı savunan araştırmacı.Bunların en tehlikelisi sûret-i hak'tan görünerek-güya gerçek İslam’ı ortaya koymak adi altında- görüş beyan edip tahribat yapanlardır.Cenâb-ı Hakk, İslam’ı tahrif eden bu tipler için: "Allah’ın ayetlerini az bir paraya satanlar" hükmünü vermiştir.“Elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun.” (Bakara /41)İlmiyle amil olmayan, hakikatleri gizleyip saptıranlar da (Benî İsrail alimleri gibi) “kitap yüklü merkeplere" benzetilmişlerdir.“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Cuma/5)Bu itirazların sebebi kişide bulunan kemalat noksanlığı, bozuk itikat, fitne ve nifak içinde bulunmak gibi açık ve net karakter bozukluklarıdır.3) Cehalet, ölçüsüzlük ve niyet bozukluğu sebebiyle yapılan itirazlar.Bu tip itirazlar; kişilerin, kendi nakısaları sebebiyle başkalarının yanlışa düşmelerine neden olmalara alet olmalarıyla ortaya çıkmaktadır.Bu itirazları ana başlıklar halinde şöyle belirtebiliriz:1.Hidayetten mahrumiyet, 2- Kemalat noksanlığı, 3- Ölçüyü bilememek, 4- Hikmeti kavrayamamak, 5-Yanliş bilgilenmek veya bilgisizlik, 6- Sû-i niyet ve nifak, 7- ifsatçıların telkinlerine alet olup, yanlışa hizmet etmek. (Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı, 1998, Sayfa 33-35)Değerli okurlarım, islama itirazların temel nitelikleri hakkında paylaşacağımız bilgiler faslını da burada tamamlıyoruz.İslam'a İtirazların Tarihi Seyri
İslam’a itirazların tarihi seyrini incelemek üzere yeni bir konu başlığıyla tekrar bir makale serisine başlayacağız inşallah.İnceleme araştırma ve aktarmaya çalıştığımız bütün konularda esas aldığımız çağın bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş hocamızdır. Ve Rabbim nasip ederse son nefesimize kadar Onun çağın insanına, yani bize vermek istediği mesajların satır aralarındaki kodlarını çözmeye çalışacağız.Bu sayede hem biz istifade etmeye hem de siz değerli okurlarıma kolaylık sağlamaya çalışarak Allah’ın rızasına, Peygamberimizin şefaatine, Ehl-i Beyt'in gemisine binmeye, Muhterem üstadıma Ahirette komşu olmayı talep ederim. Elbette siz değerli okurlarımın dualarını da talep ederim.- İslam’a İtirazlara Genel Bir Bakış
Müşriklerin İslama itirazları:
Müşrikler küfür ehlinin bir türünü teşkil ederler. Bilindiği üzere kelime olarak küfür; örtmek, kapatmak, setretmek gibi manalara gelir. Istılahta ise; imanın zıddıdır ki, vahdaniyeti veyahut nübüvveti ve şeriatı inkâr ederek hakkı örtmek, karanlıkta kalmak gibi manalara gelir.Küfür dört nev’idir:- Küfr-ü inkârı: Aslen Allah’ı bilmeyip bu sebep le O'nu ikrar ve itiraf eylem emektedir.
- Küfr-ü Cuhûdî: İblis gibi kalple bilip, dil ile ikrar edip haset, utanma gibi sebeplerle kabulden imtina etmektedir. Ebu Cehil’in inkârı gibi.
- Küfr-ü nifak: Dil ile ikrar edip, kalp ile inanmamaktır. Ibn-i Selül gibi. Müşriklerin küfrü, Allah'a ortak koşmak (şirk) seklinde ortaya çıkmaktadır.
- Şirk: Allah’a inanmakla beraber herhangi bir şeyi ulûhiyet sıfatı vererek Allah'a ortak koşmaktır.
- Müşriklerin Tevhide İtirazları:
Allah İnancını Özetleyen İhlas Suresi
Müşrikler, Peygamberimize; "Rabbinin nesebini bize açıkla" dediler. Sonra da ihlas suresi nazil oldu:"De ki: Allah birdir, O Sameddir. (Hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey O'na muhtaç ve varlığını O'na borçludur.) Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve O'nun hiçbir dengi yoktur," (İhlas Suresi)Dinin temeli olan Allah inancını, en veciz (kısa ve öz) şekilde vurguladığı için; bu sureye "İhlas" veya "Esas" adı verilmiştir.Allah inancını "İhlas" ve "Ayetül-Kürsi" kadar çarpıcı ve veciz anlatan başka hiçbir metin görülmemiştir.Elmalılı Hamdi Yazır Tefsirinde: "Gökler ve yer (Kulhüvellahüehad) suresinin üzerine kurulmuştur." Buyurulduğundan bahsetmiştir.Kur'ân vahdaniyete delil olarak İhlas Suresini sunduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın iki olmadığına dair deliller de sunmaktadır.“Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet g ünü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer/67)"De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, o taktirde bu ilahlar, Arş’ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı” (İsra/42)"Yerde, gökte Allah 'tan başka ilahlar olsaydı, yer gök fesada girerdi. Arş sahibi Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir” (Enbiya/22)“O'nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas/88)- Nübüvvete İtiraz Eden Müşriklerin Peygamberimize Mal Ve Makam Teklifinde Bulunmaları
- Müşriklerin Karşılıklı Tapınma Teklifi
- Diğer Teklifler ve İtirazlar
- Vahyin Bir Süre Kesilmesi Üzerine Müşriklerin Fitne Çıkarmaları
- Müşriklerin Azap İstemeleri ve Kur’an-ı Kerimin Cevabı
- Müşriklerin Kibir ve Hasetleri Yüzünden Kur’an’ı Kerim’i Hz. Muhammed (sav)’e Layık Görmemeleri
- Müşriklerin İslam’a İtirazlarının Bir Diğeri de Ahirete İtirazlarıdır.