Son günlerde dünya gündemini meşgul eden ana konu İsrail ve Netanyahu’nun sınır tanımaz bir hal alan politikalarıdır. Bölgede binlerce masumun şehadeti, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın da şehitler kervanına katılması ile farklı bir boyut kazanmıştır.
İsrail'in Ortadoğu'da yürüttüğü yayılmacı politika, hem tarihi kökenlere dayanan dini iddialara hem de modern siyasi ve stratejik hedeflere dayanıyor. Bu politikaların temelini, Tevrat’ta yer alan Arz-ı Mev’ud kavramı oluşturuyor. Yahudilere vaat edilmiş topraklar olarak ifade edilen bu topraklar, Nil Nehri'nden Fırat Nehri'ne kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsar. Yahudilik inancına göre, Tanrı ile İbrahim arasında yapılan ahit, bu toprakların Yahudilere ebediyen miras kalacağı anlamına gelmektedir. Yahudilik tarih boyunca bu vaat edilen topraklar üzerinde hak iddia etmiş, ancak bu iddia, modern dönemde ulusal bir siyaset aracına dönüştürülmüştür.
Yahudiler, yeryüzündeki tüm halklar arasında Tanrı tarafından özel olarak seçilmiş halk kitlesi olduklarını inanırlar. Seçilmişliğin mahiyeti tarih boyunca farklı şekillerde anlaşılıp yorumlansa da bu fikir her zaman Yahudiler arasında merkezi konumunu hep korumuştur. Bu seçilmişlik, üstünlük iddiasını da barındırır. Hep kendilerini merkeze alan bir anlayış sonrasında, mesela Yahudi asıllı Romalı tarihçi Flavius Josephus (M.S. 37- 100) Yahudilerin hep dağınık olarak dünyanın birçok bölgesinde yaşamalarını Tanrının vaadi gereği, soylarının genişletilmesi anlamına geldiğini ifade etmiştir. Ona göre “Yahudilerin dağılması bir ceza olmaktan çok, Tanrının vaadi gereğidir, İsrail oğulları öyle kalabalık olmuştur ki toprağına sığamamış ve bundan böyle dünyanın bir ucundan ötekine çoğalıp yerleşmeye yönelmişlerdir.” (1)
Yahudi düşüncesinin vaat edilmiş topraklara bakışı zaman içerisinde çok farklı yorumlanmıştır. Kutsal topraklar düşüncesi değişen şartlara göre farklı boyutlara evrilmiştir. Tarih boyunca toprakların kutsallığından bu kutsallığın reddine kadar farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Son olarak siyonizmle birlikte bu vadedilen topraklar ya da mukaddes topraklar kavramına çok farklı bir anlam yüklenmiştir.
Siyonizm ve Modern İsrail Politikaları
Siyonizm teriminin kökü olan Siyon, sonradan Kudüs denecek olan “Kent”e ait olacak tepelerden, Jebusitler (İsrailoğulları Filistin'e yerleşmeden önce bu bölgeye hâkim olan çeşitli halklar arasında yer alırlar) tarafından tahkim edilmiş olanlarından birinin adıdır.
1800‟lü yıllarda yayılan dini Siyonizm aynı dönemlerde yerini ulusçuluk akımlarına bırakmıştır. Bu düşüncenin önemli temsilcilerinden biri ise Moses Hess‟dir. (1812– 1875)
Siyonistlere göre, Yahudiler yalnızca ayrı bir dini topluluk değil, ayrı bir ulus, ayrı bir ırktı ve bu ırka mensup tüm insanların tek bir çatı altında toplanması gerekiyordu.
Siyasi Siyonizm, aşırı milliyetçilik akımlarının hızla yayıldığı 19. yüzyıl Avrupası‟nda, Theodore Herzl‟in önderliğinde ortaya çıktı.
1800'lü yılların sonunda Theodor Herzl öncülüğünde şekillenen Siyonizm hareketi, Yahudilerin Filistin topraklarına dönme ve burada bir Yahudi devleti kurma amacını taşımaktaydı. Herzl, Siyonist Kongre’de yaptığı konuşmada Yahudi devletinin sınırlarını "Kuzeyde Kapadokya Dağları'na, güneyde Süveyş Kanalı'na kadar" genişletmeyi hedeflemişti (2). Bu sınırlar, David ve Solomon dönemine atıfta bulunarak çizilmiş, tarihsel ve dini temellere dayandırılmıştır. Modern İsrail devleti bu hedefler doğrultusunda kurulmuş, ancak Siyonistlerin hedeflediği geniş sınırlar halen bir ideal olarak varlığını sürdürmektedir.
İsrail’in yayılımcı politikası açısından önemli bir veri olarak Herzl‟in danışmanlarından Max Bodenheimer, kendilerini Filistin‟e götürecek gemide Çanakkale Boğazı‟nı geçerken kullandığı sözleri önemlidir:
“Bizim düşlerimizin kanatları vardır, sınır tanımazlar. Yahova‟nın Eski Ahit‟te vaat ettiği Nil‟den Fırat‟a kadar tüm bölgeler Yahudi kolonizasyonuna açılmalıdır.” (3)
İsrail Devleti‟nin kurucularından Ben Gurion’a ait ifadeler de çok nettir:
“Filistin'in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmeleri gereken bir başka harita daha var; Nil'den Fırat'a kadar.” (4)
İsrail ve Ortadoğu’daki Stratejik Adımlar
İsrail’in 1948'de kurulmasının ardından bölgedeki toprak hakimiyetini genişletme çabaları hiç sona ermedi. 1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail, Suriye'den Golan Tepeleri’ni, Ürdün’den Batı Şeria’yı ve Mısır’dan Sina Yarımadası’nı işgal etti. İsrail’in bu stratejik toprakları işgali, jeopolitik çıkarlarla örtüşmekle birlikte, dini vaatlere de dayanmaktadır. Uluslararası arenada bu bölgeler işgal altında olan bölgeler olarak ifade edilse de Netanyahu, 9 Temmuz 1996 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'ni ziyareti sırasında Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komisyonunda yaptığı konuşmada bu bölgeleri işgal altındaki bölge olarak kabul etmek yerine, İsrail'in güvenliği için olmazsa olmaz bir bölge olarak tanımlamış ve bölgeden çekilmeye karşı çıkmıştır. (5) Sonuç olarak, İsrail’in yayılmacı politikası hep süre gelmiştir. BM Güvenlik Konseyi'nin 497 sayılı kararı, İsrail'in Golan üzerindeki egemenliğini geçersiz saysa da 1981 yılında İsrail, Golan Tepeleri'ni ilhak ettiğini resmen ilan etmiştir. 2019 yılında ABD Başkanı Donald Trump da Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdığını açıklamıştır,
İsrail-Türkiye İlişkileri ve GAP Projesi
Türkiye de İsrail’in bölgedeki yayılmacı stratejisinin dolaylı hedefleri arasında yer almaktadır. Birçok örnek verilebilir, ama arz-ı mev’ud alanlarını kapsaması açısından GAP projesine değinmek istiyorum.
İsrail'in GAP'tan çıkar sağlama çabası, 1995'te Türkiye'deki çeşitli projelere yatırım yapmaya başlamasıyla hız kazanmıştır. İsrail, özellikle Fırat ve Dicle nehirlerinin stratejik önemine dikkat çekmiş ve bu nehirlerden elde edilecek su kaynaklarının bölgedeki hakimiyetini pekiştireceğini savunmuştur. GAP projesine yapılan yatırımlar, İsrail’in bu bölgeye olan ilgisini ekonomik ve stratejik bir çerçeveye oturtmaktadır. Milliyet’in, 13 Haziran 1995 tarihli “GAP‟a Uluslararası İlgi Artıyor” başlıklı haberinde, İsrail’in GAP‟a yaptığı yatırımları konu edilmiştir. (6)
Sonuç
İsrail’in yayılmacı politikaları, tarihsel ve dini dayanaklarla birleşmiş bir stratejik hamleler bütünü olarak karşımıza çıkmaktadır. İsrail, Tevrat'ın vaat ettiği toprakları geri kazanma iddiasıyla hareket ederken, aynı zamanda Ortadoğu'daki stratejik dengeleri kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır. Bu politika, sadece Filistin değil, geniş bir coğrafyayı kapsamakta ve Türkiye gibi bölge ülkelerini de etkisi altına almaktadır. İsrail’in gelecekte bu yayılmacı hedeflerini ne ölçüde gerçekleştireceği, bölgesel ve küresel güç dengelerine bağlı olarak şekillenecektir. İsrail bir bölgesel güç olma yolunda net ve kararlı bir duruş sergilerken, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin bu konudaki tutarsızlığı İsrail’in ekmeğine yağ sürmektedir.
Yeşil dolar aracılığı ile tüm dünyayı elinde tutan ABD’nin İsrail’e desteği bu konuda ana belirteçtir. Türkiye konumu ve tarihsel birikimi ile bu bölgede lider ülke olmak zorundadır. Lider ülke Türkiye, başta bölgede ve tüm dünyada Prof. Dr. Haydar Baş’a ait “Milli Paralarla Ticaret” başta olmak üzere geliştireceği stratejilerle önce yeşil doların hakimiyetine, ardından da İsrail’in yayılma politikasına dur diyebilecek tek güçtür.
Kaynakça:
- JEAN–Christophe Attias–Esther Benbassa (2002) Paylaşılamayan Kutsal Topraklar ve İsrail, Çev. Nihal Önol, İletişim Yay. İstanbul.
- Yaşar Kutluay, (2005) Siyonizm ve Türkiye, Çatı Kitapları, İstanbul, s. 16.
- ÖKE Mim Kemal, (2002) Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları, İzmir.
- Harun Yahya, (2003) İsrail‟in Dünya Hâkimiyeti, Araştırma Yay. s. 19–21
- Memiç, F. (2010). Yahudilik’te ve İslam’da Arz-ı Mev’ud Anlayışı. Sakarya Universitesi (Türkiye).
- Barçın İnanç, “Gap‟a Uluslararası İlgi Artıyor”, Milliyet 13.06.1995.