Göç penceresinden
tarihteki yolculuğumuza devam ederken, 1950’li yıllara geldiğimizde Türkiye’de sanayileşmeye
bağlı olarak hem kırdan kente şeklinde iç göç hareketliliği yaşanmış, hem de
Türk kökenlilerin Türkiye’ye göçü devam etmiştir.
Daha sonraki yıllarda “emek
göçü” merkezli göç hareketliliği Türkiye’yi de etkilemiş, 1960'lı yıllarla
birlikte Türkiye'den Batıya doğru ekonomik amaçlı göç başlamıştır.
Geriye dönüp
bakıldığında 1961 Anayasası beyin ve emek göçü açısından çok önemlidir. Dış göç
ilk defa bir hükümet politikası olarak ortaya çıkıp, Anayasanın temel hedef
olarak belirlediği ulusal kalkınmanın bir öğesi haline getirilmiştir. Dışarıya
emek göçü, ekonominin dengelenmesi için bir çözüm olarak görülmüştür.
Bir yandan bu teşvik
edilirken, devletin kurumları tarafından bazı tehlikeler hissedilmiştir.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı”nda şu cümleler görülmektedir:
“İstihdam politikasının bir başka yönü de işgücü fazlasının işgücü kıtlığı
çeken Batı Avrupa ülkelerine ihracıdır. Ancak Türkiye işgücü fazlalığı olan, fakat
niteliği yüksek iş gücü konusunda kıtlık çeken bir ülkedir. İşgücü ihracını
niteliği yüksek işgücü halinde olması bu kıtlığı artırabilir. Bu sakıncanın
önlenebilmesi için gerekli tedbirlerin alınması şarttır.”
Görüldüğü gibi beyin
göçünün olabileceği korkusu yaşanmış, tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Ama bu
tedbirler kağıt üzerinde kalmıştır. Federal Almanya ile yapılan göç
anlaşmasında “dönüşümlü göç” rotasyon usulü nedeniyle göçe “kısa süreli (geçici)”
olarak bakılmıştır. Hatta göç edenlerin rotasyonları bitip de geri döndüklerinde
endüstrileşme sürecine katkıda bulunacakları düşünülmüştür. Ama her şey planlandığı
gibi olmamıştır. Çünkü insan fıtratı ve o günkü toplu durum gereği dönüşümlü
göçün uygulanılamayacağı ön görülememiştir. Sonuç olarak bu süreç sadece emek ihracı
olarak kalmamış, nitelikli insan ihracına yani “beyin göçü”ne dönüşmüştür.
Yanlış duymadınız!
Türkiye kendi çıkardığı anayasa ile “beyin göçü”ne başlama işareti vermiştir. Kendi
darağacımızı kendimiz kurmuşuz yani. Bakınız bu süreç, neler doğurmuştur.
Birkaç sonucun altını
beraber çizelim:
1. Nitelikli iş gücü kaybedilmiş, nitelikli
iş gücünün % 17’si yurt dışına göçmüştür. Almanya'ya giden işçiler arasında
önemli bir kısmının toplumsal açıdan daha itibarlı sayılan “öğretmenlik,
pazarlamacılık, muhasebecilik” gibi mesleklerden vazgeçip işçi statüsünde
Almanya'ya göç ettikleri gözlemlenmiştir. Alman İş ve İşçi Bulma Kurumu,
1968 yılına ait raporunda Türk işçilerin en yüksek oranda niteliksel iş gücünü
temsil ettiklerini belirtmiştir. Birçok kişi sırf legal yoldan yararlanabilmek
için uzmanlığını, eğitimini gizlemiştir. BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın hep
konuşmalarında misallendirdiği “garsonluk için Avrupa'ya gitmeyi düşünen avukat”
gibi.
2. Genç, üretken nüfus yurt dışına
kaptırılmıştır. Göç eden işçilerin % 67’si 23-30 yaş arasındaydı.
3. İlginç olan gidenlerin beşte dördü Almanya’ya
gitmeden önce de bir iş sahibi idi. Dolayısıyla aktif iş gücü de kaybedildi. Onları
Almanya'ya gitmeye iten nedenler “yurt dışında ödenen yüksek ücretler, kısa
zamanda önemli bir tasarruf yapmak, yeni bilgiler edinebilme beklentisi ve nihayet
dünyayı tanıma arzusu idi.
4. Dış göç, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı
ve tabakalaşmasında önemli değişimlere yol açmıştır. Ailenin toplumsal örüntüsü
yırtılmış, aile birliği bozulmuştur. İlk giden işçilerin yalnız gitme
zorunluluğu, bölünmüşlük ve aile bireylerinin ayrı yaşamasını kabul edilebilir
doğal bir ölçü haline getirmiştir. Geniş Aile yapısı yerine, çekirdek aile
kalıpları benimsenmiştir.
5. Kadının ücrete dayalı bir üretim sürecine
katılması söz konusu olmuş, kadınlar da çok zor ve ağır şartlarda çalışmak
üzere işçi olarak tek başlarına Almanya’ya gönderilmiştir.
6. Kitle iletişim araçlarından toplum daha
fazla etkilenir hale gelmiş, dinsel ve kültürel faaliyetler azalmıştır.
7. Sözde özgürleşme süreci ile bir tüketim
toplumu oluşturulmuştur.
8. Son yıllardaki ülkemizdeki siyasi toplu durumun
temeli 1961’lerde atılmıştır. Anayasanın yönlendirmesi ile Avrupa’ya göç,
Avrupa’ya yerleşenler üzerinden Türkiye Cumhuriyeti üzerine yapılan
manipülasyonlar, ülkemizde siyasi toplu durumu etkilemiştir. Bu konunun
detayını bir sonraki yazımızda detaylandıracağım inşallah.
1973 yılına kadar yoğun
olarak göç devam etmiştir. Avrupa'da İtalya, İspanya, Yunanistan gibi
ülkelerden gelen işçilerden farklı olarak Türk işçilerin aile birleşimine izin
verilmemesine uzun dönem devam edilmiştir. 1973 yılında patlak veren enerji
krizinde birçok Türk, gurbette işsiz kalmıştır. Birçoğu anavatana dönmeyip,
oldukları ülke koşullarında çözümler üretmeye çalışmışlardır.
1973 sonlarından
itibaren aile birleşimlerine izin verilmeye başlansa da, bu kez de
çocukların eğitimi ciddi sorunlar doğurmuştur. Ve çocukların eğitimleri nedeni
ile yine birçok ailede bütünlük sağlanamamıştır.
Hani emek göçü, Türkiye’ye
döviz kazandıracaktı ya. İlk 20 yıl, 1980'e dek Türk ekonomisine bu yolla kazandırılan
dövizler birçok araştırmaya konu olmuştur. Bu araştırmaların ortak sonucu, bu
dövizlerin ülkemizdeki aktif ekonomi çarkına dahil edilemediği
şeklindedir. Birçok işçinin kazançları ile araba ve köylerinde arsa aldıkları,
inşaatlar yaptırdıkları gözlemlenmiştir.
Dolayısıyla beklenen endüstrileşme
sürecine katkı olmadığı gibi, ciddi bir nitelikli ve genç insan gücü kaybedilmiştir.
Plansız ve yanlış göç politikaları, “Dimyata pirince
giderken evdeki bulgurdan olmamıza yol açmıştır.”