İsrail’in 300 günü aşan katliamı sürerken; konu Hamas Lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesi ile çok farklı noktalara doğru evrilmeye başladı. Haniye’nin öldürülmesi, Orta Doğu’daki gerilimi de daha da artıracak önemli bir eylemdir. İsmail Haniye suikastının İran’da gerçekleşmiş olması hemen akıllara Kasım Süleymani’nin şehit edilmesini akıllara getirmektedir. Şimdi acaba İran bu suikasta tepkisini Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra olduğu gibi kontrollü bir tepki şeklinde mi tutacaktır. Yoksa bu olay bölge savaşının fitilini mi ateşleyen bir noktaya mı evrilecektir.
Şu ana kadar gördüğümüz İran’ın tepkisi çok kontrollü olacak ve bu olay en azından şimdilik bölge savaşına dönüşecek bir noktaya evrilmeyecek gibi. Yalnız bu noktada Türkiye’nin alacağı pozisyon çok önemlidir. Alacağımız pozisyonlar ülke geleceğimizi direkt etkileyecektir. Ve iktidarın geçmiş uygulamalarına baktığımızda gelecekte ülkemiz adına ciddi kaygılar hissetmemek imkânsız.
Haniye suikastı, İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü stratejik mücadelenin bir parçası olarak değerlendirilebilir. İsrail, Haniye’yi hedef aldığını Ekim ayında açıkça duyurmuştu. Ve o dönemden sonra Haniye belli dönemlerde Katar ve Türkiye’de de bulunmuştu. Özellikle suikast alanı olarak İran’ın seçilmesi de manidardır. Birçok yorumcunun da ifade ettiği gibi bu suikastın birçok ülke istihbaratı tarafından ortak bir çalışma sonrası yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Yine bu saldırıdan kısa bir süre önce ABD’ye bilgi verilmiş olması büyük olasılıktır. Uzun lafın kısası, tehlike adım adım Türkiye’ye yaklaşmaktadır. 17 Ocak 1991'de başlayan Körfez Savaşı sırasında Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Hedef Türkiye’dir” sözlerini direkt kulakları ile duymuş bir kişi olarak tedirgin olmamak imkânsız.
Hepimizin bildiği gibi Filistin, Ortadoğu'nun en kronik sorunlarından biri olarak yıllardır uluslararası gündemi meşgul etmektedir. Türkiye, bu meselede tarihi ve stratejik bir konuma sahiptir.
Türkiye İsrail’i Tanıyan İlk Müslüman Çoğunluklu Ülkedir
Türkiye, İsrail'i tanıyan ilk Müslüman çoğunluklu ülke olarak dikkat çekmektedir. İki ülke arasındaki ilişkiler, askeri, stratejik ve diplomatik iş birliği temelinde şekillenmiştir. 1996 yılında Necmettin Erbakan’ın Başbakanlık döneminde imzalanan savunma iş birliği anlaşması, teknoloji transferi, uzman eğitimi ve ortak silah üretimi gibi konularda iş birliği içerirken, İsrail Hava Kuvvetleri Türkiye hava sahasında (Konya Ovası) manevra egzersizleri yapmıştır.
Hep İsrail’le iyi ilişkiler içerisinde olan Türkiye Hükümetleri, 2008-09 Gazze Savaşı ve 2010 Mavi Marmara Katliamı gibi olaylarda -sözüm ona- İsrail’e tepki göstermiş ama hiçbir anlaşmayı da iptal etmemiştir.
Demir Kubbe ve Türkiye'nin Askeri İş Birliği
İsrail'in füze savunma sistemi olarak bilinen Demir Kubbe, özellikle Gazze'den atılan roketlere karşı etkili bir savunma mekanizması sunmaktadır. Türkiye'nin bu sistemi yönetmesi veya kullanmasıyla ilgili doğrudan bir anlaşma bulunmamakla birlikte, İsrail ile Türkiye arasındaki teknoloji transferi, askeri ve savunma sanayisi alanındaki iş birliği bilinen bir gerçektir. Bu kapsamda teknik bilgi paylaşımı ve ortak projeler söz konusudur. Özellikle bu konuda iddiaların merkezinde 2012’de Malatya’da kurulan Kürecik NATO Radarı vardır. Bu radar, bin kilometre yarı çapta her türlü hava aracını belli bir yüksekliğe ulaştığı anda tespit edebilen ABD yapımı AN-TPY-2 radarıdır. Ve iddialara göre bu radarın elde ettiği veriler NATO tarafından İsrail’le de paylaşılmaktadır. Yani bu radar, İsrail’e fırlatılacak her türlü balistik füzeyi algılama vazifesini yerini getiriyor diyebiliriz.
Arap Baharı- Suriye İç Savaşı- Filistin
Hatırlarsak; Prof. Dr. Haydar Baş, Filistin meselesini uzun yıllardır dikkatle takip eden bir isim olarak önemli bir perspektif sunmuştu. Prof. Dr. Haydar Baş, Suriye İç Savaşı’nın ilk başladığı dönemde, “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Filistin davasını sahiplenen bir lider olduğunu belirtmiş ve Esad’ın devreden çıkarılmasının Filistin’in yok olması anlamına geleceğini” ifade etmiştir. Bu durumun İsrail’in bölgedeki stratejik çıkarları açısından da büyük bir avantaj sağlayacağının altını çizmiştir. İslam İş birliği Teşkilatı üyelerinin genel olarak ABD çıkarları doğrultusunda hareket ettiği ve Filistin meselesinde yeterince etkili olamadığı bir gerçektir. Prof. Dr. Haydar Baş, bu duruma dikkat çekerek, İsrail’in Arz-ı Mev’ud hayaline karşı duran ve Filistin’e sahip çıkan tek liderin Esad olduğunu vurgulamıştır. Bu durum, Filistin davasının bölgesel politikalar üzerindeki etkisini daha da belirgin hale getirmektedir. Ve Türkiye’nin o günlerde Esad’ın karşısında yer alması olayın bu noktaya evrilmesinde önemli bir yol taşıdır.
İsrail-Filistin konusu bölgedeki tüm ülkeleri ve özellikle Türkiye'yi doğrudan etkileyen bir mesele olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin bu konuda dikkatli ve stratejik bir tutum sergilemesi hem kendi ulusal çıkarları hem de bölgesel istikrar açısından büyük önem taşımaktadır.
“İsrail’e gireriz”
Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri de önemli bir boyuttur. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail’e gireriz” ültimatomu da Türkiye’nin İsrail’i destekleyen ABD emperyalizmine bağımlılığı bağlamında anlamsız ve de gereksizdir. Türkiye’nin İsrail ile tüm askeri, ticari ve diplomatik ilişkileri devam ederken bu çıkış daha önce de çok kez yaşadığımız “tribünlere yönelik” bir harekettir. Zaten dış politikasını, ekonomisini, hatta iç politikasını, kısacası tüm geleceğini ABD ya da AB Politikalarına bağlamış bir kadrodan farklı bir şey de beklenilemez.
“Biz de Sırada Olabiliriz”
Makalemin sonunu BTP Lideri Hüseyin Baş’ın Mayıs 2024’te yaptığı açıklamada bir bölümle bitirmek istiyorum:
“Uzakdoğu'da da yaşanan yine aynı Müslüman’ın başına geliyor. Myanmar’da böyle, Ortadoğu’da böyle, Balkanlar’da böyle. Dolayısıyla bunu biz de şu manada anlamamız lazım; biz de Müslümanların çok yoğun olarak yaşadığı bir ülkeyiz. Müslümanların yaşadığı bir ülke olarak o zaman sen de sırada olabilirsin. Bunu da bir yere not etmek lazım ve buna göre ahvalini hesap etmek lazım, olayın nereye gittiğini görmek lazım.”
Ya Rabbi encamımızı hayreyle!