Öncelikle hepinize teşekkürler. Birçok okurumdan geçen
yazımız için pozitif yorumlar almak beni çok mutlu etti.
Dedik ya geçen yazımızdan acaba neden bahsetmesek?
Bakalım bu kez, bilgisayar klavyesinden neler dökülecek?
Yine “göç” yazacağız. Bu belli de. “Göç”e bu kez hangi açıdan bakacağız. Dünyayı
birçok yazımda insan organizmasına benzetmişimdir. Takdir edersiniz tıp eğitimi
alınca bu doğal olsa gerek. Faydalı bir besinle beslenen bir insan nasıl
sağlığına sağlık katarsa, zehirli bir gıda alan insan da ölümlerden ölüm
beğenmek zorunda kalır. Tabii faydalı bir besin de olsa miktarınca yemek de önemli.
Sağlıklı bir gıdayı da fazla yerseniz fayda değil, zarar görürsünüz. Göç olgusu
da dünya için böyle aslında.
Göç hayatın esasıdır desek yanlış demiş olmayız herhalde.
Ruhlar aleminden dünyaya “göç” ile başlayan hayatımız, dünyadan ahrete “göç”
ile de sona ermemekte midir?
Gelelim dünya hayatına. Dünyanın gelişimi, inkişafı da
göçlerle olmuştur. Dünya tarihine baktığımızda göçlerin birçok medeniyetlerin
doğuşu, etkileşimi ve yok oluşunda ana etkenlerden birisi olduğunu görürüz.
Sadece medeniyetlerin mi? Hayır. Göçlerle devletler kurulmuş, devletler
yıkılmıştır. Yine bir Türk tarihçinin ifadesi ile, “Osmanlı göçlerle
kurulmuştur, göçlerle de yıkılmıştır.”
Dünya göç tarihini yazan eserlere baktığımızda dünyadaki ilk
göç ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva (a.s.)’ın göçüdür.
Yeryüzünde nimetlerle dolu, ruhları okşayan yemyeşil bir bağ olarak tarif
edilen alandan çıkarılıp, başka bir alana yönlendirilmeleri ile göç tarihi başlamıştır.Burada bir dipnot düşmek istiyorum. Bazı
kaynaklarda bu göç, cennetten dünyaya göç olarak tarif edilse de; “İmam Cafer
Sadık (as.s)’a Adem (a.s.)’ın cennetine ilişkin soru sorulduğunda “Dünya bağlarından
bir bağdı. Güneş de, ay da onun üzerine ışık saçardı. Eğer ebedi cennet
olsaydı, Adem kesinlikle oradan çıkarılamazdı.” diye belirtmiştir. Yine birçok tefsirde
bahsedilen yer iyi ve salih insanlara vaad edilmiş cennet olsa idi, kirli ve
imansız İblisin oraya giremeyeceği ifade edilmektedir (Ayetullah Nasir
Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune (özet) Mütercim : Alparslan Gürel, Cilt 1,
sayfa:50).
Gelelim biz tekrar “göç” konumuza. İslam takvimi olarak
kabul edilen Hicri takvimin başlangıcının Hz. Muhammed (s.a.a.)’in Mekke’den Medine’ye
Hicreti yani göçü olması da göçün dünya tarihindeki etkilerinin anlaşılması
açısından çok önemlidir. Bu göç, İslam dininin yayılması ve yükselmesinin ilk
adımı olarak kabul edilir.
Dünya tarihinde göçlerden bahsedilirken göçler, birçok
sınıflandırmalara tabii tutulmuştur. Bu sınıflandırmalar, her kaynakta farklı
standartlara göre yapılmıştır. Mesela zaman itibarıyla göçler birçok tarih
kitabında ikiye ayrılır. Birincisi sınırları belli olmayan devletler döneminde,
ikinci ise özellikle 18. yy’dan sonra sınırları belli devletlerin ortaya
çıkışından sonraki süreçte olanlar. 18. yy’dan sonra göçler, siyasileşmiş, hakimiyet
kurma aracı olmuş, büyük balığın küçük balığı yutması şeklinde olmuş. İlerleyen
yazılarımızda yine belirteceğiz gibi, sömürü düzeninin kullandığı bir suç aleti
olmuş göç. Dünyaya hakim olmak isteyenler, “göç” kartını çok kez kullanmışlar,
hala da kullanmaktalar.
Birinci süre göçleri incelerken 3. ve 11. Miladi yy’lardaki
göçlere bakalım. Gotlar ( Almanların ataları) özellikle bir kolu olan
Ostrogotlar ve Vizigotlar Roma İmparatorluğunun dağılmasında birinci derecede
rol oynamışlardır. Bir kısmı ilk önce Atilla’nın ölümüne 453 yılında ölümüne
kadar Hunlara tabii yaşayıp, ardından süreç içinde bugünkü İtalya, Fransa,
İspanya topraklarına yerleşerek Avrupa’nın etnik temellerini oluşturarak
kültürlerini tayin etmişlerdir.
Özellikle hayvanlarına otlak bulmak için yapılan göçler
sonrasında devlet kurmayı başaramayan gruplar, hareket eden diğer gruba
yenilmişler ve onun içinde eriyip gitmişlerdir. Örnek olarak, Batıya göç eden
dinleri İslam ve dilleri Türkçe olan Peçenekler ve Kıpçaklar, devlet
kuramamışlar, Rusların ilk ataları olan Kiev Prensliği ve Cengiz Han orduları
karşısında tutunamayarak Bizans’a veya Macaristan’a göç etmişlerdir. Zaman
içinde Hristiyanlaşarak bir süre sonra kimliklerini kaybetmişlerdir. Daha sonra
birçok örnekte de göreceğimiz gibi, göçlerde toplulukların varlıklarını devam
ettirmeleri ya da yok olmalarında din, ana kıstas olmuştur.
İsterseniz burada yazımıza son verelim. Ve bir sonraki
yazımızda kaldığımız yerden devam edelim.
Kalın sağlıcakla.
Dr. Öğr. Üyesi Ali Bestami Kepekçi