Küresel vatandaşlıktan bahsedince “kimlik” kavramından
bahsetmek istiyorum. Devletlerin parçalanmasında istismar edilen değerlerden en
önemlisi etnik farklılıklardır. Etnik farklılıklar, devletlerin iç
bünyelerindeki birlik ve beraberliğin zayıflatılmasında, iç çatışmalara zemin
hazırlanmasında hep alet edilmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş bu konuda “Halbuki “kimlik” kavramı etnik farklılıkların üstünde bir olgudur.
Kimlik, milletlerin sahip oldukları inançları, kültürleri, dilleri, tarihleri
ile şekillenmektedir.” diyerek; etnik farklılığın bir ayrılık sebebi
olamayacağının altını çizmiştir. Bir
kimlik etrafında bir ve beraber olan etnik kökenler milletleri oluşturmaktadır(Prof. Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli Sosyal Devlet Milli Devlet,
1. Baskı, İcmal Yayınları, İstanbul, 2018, s:458).
Haydar Baş Hocamızın sık sık ifade ettiği gibi, Türkiye bu
duruma iyi bir örnektir. Türki Kürt, Laz, Çerkez … gibi etnik çeşitliliği,
kardeşliğimizi, birliğimizi bozmamaktadır. Yıllarca bu vatanda Türk kimliği
altında aynı değerlerle yoğrulmuş ve aynı değerleri koruma sevdalısı olan
halklar, Türk bünyesini, yani Türk milletini oluşturmuştur. Bu sebeple, etnik
çeşitlilik, asla bir ayrımcılık sebebi değil, tam tersine bir zenginliktir.
Önemli olan etnik birlik değil; kültür birliği, siyaset birliği, inanç
birliğidir. Türkiye’deki vatandaşlarımıza bir bakalım. Etnik kökenleri ne
olursa olsun, örfleri, adetleri, gelenekleri birdir. Neden mi? Çünkü hepsi de
aynı kaynaktan beslenmektedir.
Küresel vatandaşlık safsatası ile güya insan hakları güvence
altına alınmakta, tüm insanlar eşit kabul edilmektedir.
Gerçekten böyle
midir?
Batı dünyasında İnsan Hakları ilk kez 1789 yılında Fransız
İhtilalinden sonra konuşulmaya başlanmış ve İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi 1948’de yayınlanmıştır.
Yani 20. Yy.’a kadar batı dünyasında insan hep homo sapiens olarak görülmüştür.
Batı medeniyetinin bu dönemde geldiği nokta insanı “bir meçhul” olarak
tanımlamaktır (Dr. Alexis
Carrel, İnsan Denen Meçhul).
632 yılında Veda Hutbesi’nde Peygamberimiz Hz. Muhammed
Mustafa (s.a.a.), insanın yaratılıştan gelen haklarını sıralayarak, bu hakların
korunmasının esas olduğunu ifade etmiştir.
İslamın güvence altına aldığı bu 5 mukaddes varlık nelerdir?
1. Can emniyeti
2. Mal emniyeti
3. Namus emniyeti
4. Din emniyeti
5. Akıl emniyeti
Dünya barışını sağlamanın yolu da işte bu 5 mukaddesin korunmasından
geçer. İslama göre milletler, kabileler, birbirlerine karşı iftihar etmek
değil, birbirlerini tanıyıp kaynaşmak için yaratılmışlardır. Bütün milletler
Allah nezdinde eşittir. Birbirlerine üstünlükleri ancak takva iledir.
Bahsedilen eşitliğin sağlanmasında kurallar ne kadar iyi konulursa konulsun,
asıl olan bu kuralları uygulayacak insandır. Demek ki, çözüm kamil insan
yetiştirmektedir (Prof. Dr. Haydar Baş, Veda Hutbesinde İnsan
Hakları, 3. Baskı, İcmal Yayınları, İstanbul, 1995, s:99-132).
.
Dolayısıyla, dünya
barışını sağlamanın yolu, küresel vatandaşlık değil, tam tersi kendi kültürüne
bağlı, kimlik sahibi, fakat diğer kültürlere saygılı olan; yetmedi bu 5
mukaddesi her koşulda tüm insanlık için korumayı boynuna borç bilen “insan”ı
yetiştirmektir.
Kimliksiz insanı ben köksüz ağaca benzetiyorum. Kimliği
olmayan insan, köksüz ağacın bir süre sonra kuruması gibi, yok olup gidecektir.
Ama kimlik sahibi insan -kökü olan ağacın yeşermesi, dal-budak, meyve vermesi
gibi- beraber yaşadığı insanlara bilgi becerisi ile katkıda bulunacaktır.
Kökü olmayan ağacı, her türlü rüzgârın ve selin bir yerden
başka yere savurması gibi kimlik sahibi olmayan insanlar da; dünya üzerinde
emelleri olan şer güçler tarafından kötü emelleri için çok rahat kullanılırlar.
Ama kimlik sahibi bir insan, bu güçler tarafından kolay kolay kullanılamaz.
Son yıllarda, “küresel vatandaşlık” adı altında sözde
“eşitlik” sağlanarak “kimliksiz insanlar” yetiştirilmeye çalışılmasının ana
sebebi, toplumlardaki birlik ve beraberliği engellemek, gerektiğinde toplumları
karıştırmak için kullanılacak piyonlar oluşturmaktan başka bir şey değildir.