Osmanlı Devleti’ni Türk asıllı kimseler kurmuşlarsa da
devlet kısa bir süre içerisinde çok dinli bir hale gelmiş, hanedan farklı
grupları bir araya getirerek kendi varlığının temeli yapmıştır. Bunu hanedanın
göç politikası belirlemiştir. Ertuğrul ve Osman Gazi’den sonra Osmanlının
başına geçen Orhan Gazi, Bizans İmparatorunun kızı Theodora ile evlenmiştir.
Ardından tahta geçen 1. Murat’ın annesi Theodora (Nilüfer)’dır. Hanedan
üyelerinin gayri-müslim kadınlarla evliliği bundan sonra da devam etmiştir.
Orhan Bey 1326’da Bursa’yı fethettiğinde kardeşi Alaeddin
ile birlikte, ticaret, sanayi ve maliyet dallarında yetenekli olduklarına
inandıkları Yahudilere özel bir ilgi göstermişlerdir. Şam’dan ve Bizans’tan
birçok Yahudi Orhan Bey’in çağrısı sonucu yeni devletin topraklarına göç ettirilmiştir.
Hayat Ağacı Sinagogu olarak da bilinen Ets Ahayim Sinagogu, Bursa’da
fethi gerçekleştiren Orhan Bey zamanında bir ferman çıkartılarak kurulmuştur. Osmanlı
Döneminde ilk yapılan sinagog olması nedeniyle önem taşımaktadır.
II. Mehmed, İstanbul’u fethettiğinde de nüfusu 50-60 bine
düşmüş olan şehre taşradan getirdiği Ermeni, Yahudi, Rum asıllı kimseleri iskan
ederek İstanbul’u bir metropolis yapmayı hedeflemiştir. II. Mehmed, ticari ve
teknik yeteneklerini takdir ettiği ve kendisine bağlılıklarından emin olduğu
Yahudi nüfusun sayısını artırmak için Fetih’ten üç gün sonra İmparatorluğun
Yahudi cemaatlerine bir mektup yollayarak onları İstanbul’a davet etti:
“Osmanlı
Padişahı Mehmed der ki: Tanrı bana birçok ülke bahşetti ve hizmetkarı Hazreti
İbrahim ile Yakub’un sülalesine sahip çıkmamı, kendilerine yiyecek vermemi ve
onları himayeme almamı bana emretti. Aranızda kim, Tanrı’nın yardımı ile
İstanbul’a, Başkente gelip yerleşmeği, incirin ve bağın gölgesinde huzur içinde
yaşamayı, serbest ticaret yapıp mülk sahip olmayı arzular?” (Galante A. Histoire des Juifs d'Istanbul, depuis la
prise de cette ville en 1453 par Fatih Mehmed II, jusqu a nos jours (1. cilt)
(İstanbul, 1941))
II. Mehmed, İstanbul kuşatması sırasında yayınladığı bir
fermanla da, “eski sinagogların
onarılacağını, yeni ibadethanelerin kurulması yasak olduğu için evlerin
ibadethaneye çevrilmesine izin vereceğini” bildirdi (Güleryüz, Naim A. (Ocak 2012), Bizans'tan 20. Yüzyıla
- Türk Yahudileri, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., İstanbul, ISBN
978-9944-994-54-5).
II. Mehmed bir süre sonra, Yahudileri normalde Osmanlı’da gayri-müslimlerden
alınan bir takım vergilerden de muaf tutmuştur. İstanbul’un fetih sonrası iskan
politikası, Osmanlının Türkmen hakimiyetinden uzaklaşmasının hızlanması açısından
dikkat çekicidir. Bazı tarihçiler bunu, Müslüman halkın Anadolu'dan göç etmek
istememesine bağlamıştır. Ama özellikle, Avrupa’daki Yahudilerin de,
fermanlarla vergi alınmayacağı vaatleri ile İstanbul’a davet edildiği
görülmektedir.
Yine o yıllara ışık tutan bir süreç. Osmanlının İstanbul’un
fethi ile parlayan yıldız olduğu yıllarda, Endülüs’te Müslümanlar, Hristiyanlar
tarafından yok edilmeye çalışılmakta idi. Endülüs Müslümanları, Osmanlı’dan yardım
talebinde bulunmuşlar, ama istedikleri karşılıkları alamamıştır. Osmanlının
Endülüse yardım etmemesi konusu birçok akademik makaleye konu olmuştur. Bazı
tarihçiler, II. Mehmed’i, “kral ve kraliçenin evliliği neticesinde birleşen
Kastilya ve Aragon Krallıklarının, Vatikan’ın da desteğini alarak ittifakla
Endülüs Müslümanlarının üzerine yürüyeceklerini biliyor olmalıdır ve tedbir
alabilirdi”, diye eleştirirken; bazı tarihçiler de “henüz o yıllarda Akdeniz’e
kuvvetli bir hakimiyet kuramamış olan Osmanlı’nın Endülüse yardımı imkansızdı”
diyerek Osmanlının tutumunu normal olarak değerlendirmişlerdir.
Endülüs tamamen yıkıldıktan ve Hristiyanlar Müslüman ve
Yahudilere asimilasyon uygulamaya başlayınca II. Beyazıt döneminde çok sayıda Müslüman
(Müdeccenler) ve Yahudi (Sefaradlar) Kuzey Afrika ve İstanbul’a taşınmıştır.
II. Beyazıt Sefaradların İstanbul’a yerleştirmeleri sırasında bir ferman
yayınlayarak ”… İspanya Yahudilerini geri
çevirmek şöyle dursun, tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket
ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet
vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını…” duyurmuştur (Franco M., Essaı Sur L'hıstoıre Des
Israelıtes De L'empıre Ottoman / 1 bs. Parıs: Lıbraırıe A.Durlacher, 1897).
İstanbul’da hatta tüm Osmanlı topraklarında ticaretin
tamamen “Onlar yetenekliler” gerekçesi ile gayri-müslimler üzerine kurulması
ciddi bir araştırma konusu olsa gerek. Nitekim Osmanlı'nın son yüzyılında
devlete büyük meblağlarda borç veren Yahudi bankerler meşhurdur.
İstanbul'un alınmasından sonra II. Mehmet, yetiştirdikleri
dört büyük sadrazam ile Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Döneminde gerek
askeri ve gerek idari ve siyasi alanda teşkilatlandırılmasında birinci
derecede rol oynayan Çandarlı ailesini, Osmanlı ailesine rakip görmüş, onları devlet
kademelerinden uzaklaştırarak yerlerine devşirme kökenlileri getirmeye başlamıştır.
Bu süreç hızla devam etmiş ve II. Bayezıd döneminden itibaren devlet yönetimi
tamamen devşirmelerin eline geçmiştir. Kendilerine rakip olmalarından
korktukları için kardeşlerini öldürmeyi mubah sayan Osmanlı Padişahları, devlet
yönetiminde de son ana kadar hep devşirmelere ağırlık vererek hiçbir Türk’ün ön
plana çıkmasını istememişlerdir.
Birçok tarihçinin Osmanlı Devletini bir Türk İmparatorluğu
olarak görmenin yanlış olacağını belirtmelerinin gerekçelerinden bazıları
bunlar olsa gerek.
Tarihte yolculuğumuz “göç” penceresinden bakışla bir süre
daha devam edecek.
Kalın sağlıcakla.