Son günlerde sosyal medyada karşıma sık sık çıkan bir
anlatımı sizinle de paylaşmak istiyorum:
Bir üniversite
öğrencisi mantık yürütme sözlü sınavına giriyor. Sınavı yöneten Profesör Hoca
bir soru soruyor:
- Uçakta 500 tuğla
var. Biri düştü, kaç tane kaldı?
Öğrenci:
- 499.
- Doğru. Peki, bir
fili kaç adımda buzdolabına sokarsın?
- Üç adımda.
Buzdolabını aç; fili sok; buzdolabını kapat.
Profesör:
- Doğru! Peki,
zürafayı kaç adımda sokarsın buzdolabına?
- Dört adımda.
Buzdolabını aç; fili çıkart; zürafayı sok; buzdolabını kapat.
- Doğru! Aslanın doğum
gününe tüm hayvanlar gitmiş, biri hariç. Hangisi?
Öğrenci:
- Zürafa. O hâlâ
buzdolabında.
- Doğru! Bir nine
timsahlı bataklıktan geçmek istiyor. Bataklıkta kaç timsah var?
- Sıfır. Onların hepsi
aslanın doğum gününde.
Profesör:
- Doğru. Nine
bataklığı geçmeye başlamış, fakat ölmüş. Neden?
Öğrenci:
- Kafatasının
çatlaması sonucu.
Profesör:
- Nasıl yani ya?
Oğrenci:
- İlk soruda ki tuğla!
Profesör:
- Hadi be !...
Şimdi gelelim “Hadi be!”, söylemi ile biten bu anlatımı sizlerle
neden paylaştığıma.
Eğer Hoca, art arda gelen soruları sorduğunda, öğrenci
soruları tek tek değerlendirmeye kalksa ise mantığı çözemezdi.
Yetmedi öğrenci, her soruda basit mantığı bırakıp, çok rahat
üretebileceği fikirleri, düşüncesinin önüne engel olarak koysa idi, bu mantık
sınavında başarılı olamazdı. “Buzdolabı küçüktür, fil ya da zürafa nasıl
sığacak?” tan başlayın; “benim fil ya da zürafayı yönetmeye gücüm yetmez” e
kadar birçok düşünce, çözümlerin önüne engel olarak konulabilirdi. O zaman da
öğrencinin doğru cevaba, çözüme ulaşması imkânsız olurdu.
Gençlerin düşünme
mantıklarını biraz irdeleyelim.
Unutmayalım ki, tüm yaratıcı süreçler insanın bir şeylere
merak duymasıyla başlar. Örneğin, okul öncesi çağda çocuklar etraflarındaki her
şeyi öğrenene kadar “Bu ne?”, “Nasıl?”, “Niçin?” vb. soruları çok sık sorarlar.
Gördüklerini ve duyduklarını bir kamera gibi kaydeder, bu kaydettikleri
bilgileri hiç beklemediğimiz bir anda kullanır, bizleri hayretler içerisinde bırakırlar.
Başka. Gençler felsefede “Holistik” ya da “bütünsellik”
adı verilen düşünme ile “ayrı ayrı parçaları bir araya getirip bir bütün
olarak” düşünmeyi çok iyi yaparlar.
Başka, özgür ve bağımsız düşünceyi tercih ederler. Yani
hayatın akışıyla ilerlerken, geçmiş ya da geleceği çok düşünmeden anı yaşarlar,
böylece de akıllarına gelen düşüncelerini “zihin
tutsaklığı”na uğramadan ifade ederler.
Bir de erişkinleri
düşünün!
Çoğumuz iyi ya da kötü “var olan durumumu” koruma adına
birçok söylemi direkt kabul ederiz. Halimiz kötü de olsa, ya daha da kötü
olursa düşüncesi ile var olan halimizi kabulleniriz. Hatta düşünmeyi bırakır,
başkalarının aklına teslim oluruz. Aklımızı başkalarına teslim etmenin
kolaylığına alışmış olmak, artık bir noktadan sonra kendi aklımızı kullanmaya
cesaret edememe noktasına gelir, düşüncelerimize “korkaklık” egemen olur. Alman
filozof Immanuel Kant bu durumu “ergin
olmama” olarak tanımlıyor. Ergin olmama, kendi aklını başkasının
kılavuzluğuna sokmadır. Bir başka deyişle kararları verirken özerk
davranmamadır. Bakın şöyle bir çevrenize. Kant’ın tanımına göre “ergin olan
kimse yok denecek kadar az” değil mi?
Yine çevremize baktığımızda çoğumuzun kendi zihinlerimizin
tutsağı olduğunu görürüz. Bu tutsaklık sonrası da çoğumuzun, adeta dünyada var
olan her şeyin, birbirlerinden ayrı ve tek başlarına olarak evrende yer
aldıkları algısına dayanan bir bakış açısı ile yaşadığımız bir gerçektir.
Başarılı kişiler ya da yeni fikirler ortaya atanlar;
· Merak edenlerdir.
· Neden, niçin, nasıl sorularını soranlardır.
· Bütünsel düşünmeyi başaranladır.
· Kendi zihinlerine tutsak olmayanlardır.
· Kant’ın ifadesi ile ergin olanlardır.
· Gençler ya da gençler gibi düşünmeyi
başaranlardır.
Ülkemizin ne kadar çok sıkıntısı olduğunu biliyoruz. Şimdi
bunları tek tek sıralamak bu makalenin konusu değil. Ama net olan, çözümü ancak kendi zihinlerine
tutsak olmayanların üretebileceğidir. Asırlardır, sömürülmeyi kabullenmiş zihin
tutsaklığı yaşanılan bir ortamda ancak özel kişilikler çözümü konuşabilirler,
yeni fikirler ortaya atabilirler. Bu yeni fikirlerin bir anda tüm kesimlerce
kabul edilmemesi, muhatapların zihinlerine tutsak olmalarından başka bir şey
değildir.
İşte Prof. Dr. Haydar Baş, bunu başarmış; hiçbir güç ya da
fikirden korkmadan 73 yıllık ömrü boyunca genç kalmayı başarmış, doğru
bildiklerini ifade etmiştir.
Kaleme aldığı “Milli Ekonomi Modeli” ile kapital sistemin
sömürüsüne başkaldırmıştır.
“Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’tir” diyerek İslam Âlemindeki
15 yıllık ayrılığa son vermiştir.
“Atatürk birleştirici harçtır” diyerek Milletimiz ile
Mustafa Kemal Atatürk’ü buluşturmuştur.
"Amerika'ya karşı çıkan Deniz Gezmiş ve arkadaşları
dinsiz! Onlara karşı çıkıp 6. Filo'yu kıble yapıp namaz kılan sağcılar dindar!
Ben bunu reddediyorum, kabul etmiyorum" diyerek tabuları yerle bir etmiş,
siyasette birliği sağlamıştır.
Şimdi de bu projeleri iktidar etmek için yola çıkan BTP
Genel Başkanı Hüseyin BAŞ, "24 yaşında kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına
adıyorum diyen Deniz Gezmiş gibi ben de kendimi 29 yaşında Türkiye
Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına adıyorum" demektedir.
“Var bi hayalimiz!”
diyerek zihin tutsaklığını reddetmektedir.
Düşüncesinde nasıl “ergin
olduğunu” tüm dünyaya haykırmaktadır.
Şimdi sıra halkımızın zihin tutsaklığına “hayır”
demesindedir.
Felsefe biliminde ünlenmiş bir ifade ile yazımızı bitirelim:
“Sapere Aude!”
("Bilmeye cesaret et!")
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi
Kaynak
1. 1. KANT, Immanuel. Was ist Aufklärung. Buchhandlung Nationalverein, 1910.
2. 2. https://www.edebiyatdefteri.com/205090-hadi-be/