Türkiye Cumhuriyetinin idarecilerimiz tarafından sık sık "Demokratik laik sosyal bir hukuk devleti" olduğu söylenir.
Doğrudur. Tam da anayasada böyle yazmaktadır.
Anayasanın 2. maddesi; "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir" şeklindedir.
Buraya kadar sorun yok. Ama bu sosyal devletten kim ne anlıyor? Esas önemli olan bu.
Sosyal Devletin tanımı
Sosyal devlet anlayışının temelini "Devletin, vatandaşları arasında sosyal adaleti sağlayarak tüm bireylere insan onuruna yarışır bir hayat sağlamayı garanti etmesi" oluşturur (1).
Bu anlayış temelinde sosyal devletin birçok kişi tarafından tanımı yapılsa da ortak olan ana başlıklar;
- Tüm fertlere eşit asgari koşulların sağlanması
- Vatandaşların tamamına mesleki tatminlerini sağlayacak yeterli ücretin temin edilmesi
- Vatandaşların sağlık güvencesi ve emeklilik hakkı tanınması hatta vatandaşa kendi istediği gibi değerlendireceği boş zamanlar oluşturulması olarak ifade edilebilir.
Türkiye'de Sosyal Devlet
Türkiye'de sosyal devlet uygulamaları, ülkeyi idare eden merkezi hükümetlere göre hep farklılık arz etmiş, hiçbir zaman standardize edilememiştir.
Cumhuriyet öncesi dönemde muhtaç kişilere kurulan vakıflar aracılığıyla yardımlar yapılması ve 19. yy.'da dul ve yetim maaşları sosyal devlet uygulamaları olarak ifade edilmiştir.
Son yıllarda ise kurulan halk arasında Fak-Fuk-Fon olarak bilinen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi, sosyal devlet uygulaması olarak tanıtılmıştır. Bu kurumun kendi resmi sitesinde de kurulma sebebi "sosyal bir hukuk devleti olması özelliği gereği" olarak belirtilmektedir (2).
Bir önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi; ülke yöneticilerimiz "Demokratik laik sosyal bir hukuk devleti olmanın gereği olarak kömür dağıtıyoruz, ders kitabı dağıtıyoruz, ihtiyaç sahiplerine gıda dağıtıyoruz, yiyecek dağıtıyoruz" (3) diyerek bu fonun faaliyetlerini anlatmışlardır.
Sosyal Devletin temel amacı adaletli gelir dağılımı ile asgari geçim koşullarının devlet tarafından garanti edilmesidir.
Türkiye'de son yıllarda her ne kadar yıllık gayri safi milli hâsıla değerleri artmış olsa da; bu rakamlar kendi öz kaynaklarımıza dayanan üretimle değil de ithalata bağlı olduğu ve hükümetlerin uyguladığı sosyal politikalardaki hatalar nedeniyle çok küçük bir mutlu azınlığın haricinde toplumun kahir ekseriyeti fakirleşmiştir. Ve çok ilginç bir veri 2002 yılı ile 2022 yılları arasında "Sosyal Yardım ve Primsiz Ödemeler" başlığı altında devletin vatandaşa dağıttığı paranın toplam yıllık gayri safi milli hasıla rakamına oranı tam 3 katına çıkmıştır (4).
İşte tam da işin bam teli bu noktadır.
Görüldüğü gibi ülkemizde son iktidar döneminde katlanan sosyal yardımlar, gittikçe daha da fakirleşen toplumda insanlar damgalanarak ve paternalist yaklaşımla verilmektedir. Bir önceki yazımızda da belirtiğimiz gibi paternalizmin ruhu "elinden ekmek yedirme" zihniyetidir. Ama ne var ki; esas sosyal devlet olabilmek için, hakların tüm vatandaşlara eşit olarak verilmesi gerektiğini daha önce ifade etmiştik.
Anne rahmindeki bebek anneye bağımlıdır
Anne rahmindeki bir bebeği düşünün, doğum vaktine kadar yaşamını sürdürebilmesi için tüm ihtiyaçlarını anneden sağlar. Bebek anneye bağımlıdır, yani. Anneden bebeğe gerekli olan vitamin, mineral ve besinler aralarındaki kordon denilen bir bağla sağlanır.
Eğer vakti gelmeden halk arasında eş denilen plasenta, anne rahminden ayrılırsa; bebeğin yaşamı imkansız hale gelir. İşte paternalist yaklaşımda; bebeğin yaşamı için anneye muhtaç olması gibi; vatandaş kendine yardım eden, ona destek veren iradeye kendini muhtaç hisseder. Hiç farklı bir düşünce aklına gelmez bile. Paternalist yaklaşımda bu irade hep hükümetler yani idareciler olur. Çünkü bu destekler, herkese verilmemektedir. Kendisi bir şekilde bu yardımlara ulaşmayı başarmıştır. Şimdi yapması gereken koşullarını korumasıdır.
Şimdi bir de düşünün bazı şartlarla değil, sadece o ülkenin vatandaşı olduğunuz için siz "tüm vatandaşlarla eşit bir destek alıyorsanız", mevcut hükümete ya da idarecilere bir göbek bağınız olmaz. Olsa olsa bu sefer bağınız sizlere vatandaşı olmanız nedeniyle bu hakkı veren devletle olur. Artık kordon bağı ile bağlı olduğunuz hükümet iradesi ya da bir şahsın, grubun iradesi değil, "devlet" denilen yüce kurumun iradesidir.
İşte o zaman, yöneticilerinizi de inandığınız fikir ve ideolojilere; aday siyasetçinin projelerine göre seçmeye başlarsınız. Ve size vatandaşı olduğunuz için destek olan, özet ifade ile "babalık" yapan devlete sadakatiniz, bağlılığınız daha da artar. Artık ana gayeniz, o devlete hizmet etmek olur. Ve artık siz devlet, devlet de siz olursunuz.
Türkiye Cumhuriyetinin tüm vatandaşlarını kapsayacak şekilde; bireysel ve eşit olmalı; özürlü ya da zayıf olup özel ihtiyaçları olan kişiler (şehit yakınları, gaziler, çocuklu anneler vs.) için ilaveler yapılmalıdır. İnsanlara rasyonel tercih yapma imkanı tanıyacak bir biçimde verilmelidir. İşte bu durum ancak BTP'nin parti programına dahil ettiği Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'nin devreye girmesi ile uygulanabilir.
Kalın Sağlıcakla...
Kaynaklar:
1. Karaca, C., & Çam, Y. (2019). Türkiye'de sosyal devlet anlayışının değerlendirilmesi. Maliye Dergisi, 176, 72-97.
2. https://www.aile.gov.tr/sygm/genel-mudurluk/sosyal-yardimlasma-ve-dayanismayi-tesvik-fonu/
3. https://www.haber46.com.tr/10-bininci-mikro-kredi-kahramanmarasliya
4. https://www.sbb.gov.tr Sosyal Harcamalar-Miktar-Tr-Ora