Göç küresel siyasetin önemli bir bileşenidir.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, göçmenlerin dünya nüfusuna
oranı 1990'da %2,9 iken, 2019'da %3,5'e yükseldi. Bu oran 2019’da 7,7 milyarlık
dünya nüfusunda yaklaşık her 30 kişide bir kişiye denk geliyor (1).
Sermayenin küreselleşmesi, küreselleşmeyle derinleşen yerel
ve küresel eşitsizlikler ve enformalleşmenin yanı sıra göçü sınırlayan ve
güvenlikleştiren politikalarla yakından ilintili olarak düzensiz göçmenlerin
oranındaki kayda değer artış da bir değer önemli yönelimdir.
Yerinden edilme ya da zorunlu göç kategorisi sadece siyasi
nedenlerle değil kentsel dönüşüm, iklim değişiklikleri, kalkınma projeleri
nedeniyle de hem ülke içinde yerinden edilenleri hem de ülkesini terk etmek
zorunda kalanların göçünü kapsamaktadır.
Bugün dünya üzerinde zorunlu göçe dayalı olarak yerinden
edilen 70,8 milyon insandan söz edilmektedir (UNCHR,2020) ve 2050 yılına
gelindiğinde bu sayının 405 milyona ulaşması beklenmektedir.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün Küresel Eğilimler
2019 raporuna göre Türkiye’de ise 2019 yılı itibarıyla kayıtlı 5 milyon 876 bin
829 uluslararası göçmen bulunuyor. Türkiye, son 5 ardışık yıldır dünyadaki en
büyük ev sahibi ülke konumunda. Türkiye’de mülteci ve sığınmacı olarak gelen
yaklaşık 3,7 milyon Suriye vatandaşı ve diğer milletlerden 330 bine yakın
kayıtlı mülteci ve sığınmacı mevcuttur.
Güvenlik
Göç, devletin iktisadi, askeri ve diplomatik gücünü etkiler
(2).
Göç hareketleri “sosyal kimliklere” gerçek bir tehdit
oluşturabilir (3).
Göçler “toplumsal güvenlik” sorunlarında artışlara yol
açabilir. Göçün ev sahibi toplumların
“toplumsal güvenlikleri” üzerinde yarattığı etkinin yanında, yabancı düşmanlığı
ve hatta ırkçılığa maruz kalma şeklinde göçmenlerin de “toplumsal güvenlikleri”
üzerinde etkileri olabilir. “Devletlerin
gereken işgücü yasal göç sistemleri oluşturamadıkları yerlerde çok sayıda göçmen,
ciddi ölçüde güvensiz koşullar altında hareket etmeye zorlanıyor. Kaçakçılık,
insan ticareti, borç karşılığında çalıştırılma (bonded labour) ve insan ve işçi
haklarının olmaması milyonlarca göçmenin kaderidir (4). Kayıtsız ve statü dışı
göçmen nüfusunun görünmezliği potansiyel terörist açısından savunmasızlığa yol
açmaktadır (3). Kayıtsız göçmenler, gerek göç edilen hedef ülke, gerekse kaynak
ülkeleri manipüle etmek için çok rahat kullanılabilecek piyonlar haline
gelebilmektedir.
Göç için “hedef ülke” statüsünde olan ülkeler, göç
hareketlerini etkilemek ya da kendi ülkesel hedeflerine ulaşmak için kullanmak
amacıyla;
a) Menşe
ülkeye göçü engellemesi için para ödeme,
b) Göç veren
ülkeyi toplu göçü önlemesi için tehdit etme,
c) Göç veren
ülkedeki siyasi koşulları değiştirmek için silahlı müdahalede bulunma (5) gibi
yollara başvurmaktadırlar.
Göç alan ülkeler, “güvenliğe ilişkin endişeleri” ile “göçmen
işçilere duyduğu gereksinim” arasında bir denge kurmak durumundadırlar.
Mülteciler ve
Sığınmacılar
Göç veren ve alan ülkelerin dış politika aracı olarak
kitlesel göç hareketlerini kullandıkları birçok tarihçi tarafından ifade
edilmiştir (6).
Göçler doğum, üreme, hastalık ve ölüm gibi hayatın bir
parçasıdır ve insan varoluşunun koşullarına ya da bu koşullardaki değişime
karşılık olarak ortaya çıkabilen toplumsal süreçlerdir (7).
1500’lerden itibaren Avrupa’da ulus-devlet yapılanması, sınırları
belli bir toprak parçasını denetimi altında tutuyordu. Devletler, bu toprak
parçasında gerektiğinde fiziki güç uygulama tekelini elinde bulunduruyordu,
merkezi bir yönetime sahipti ve böylece diğer örgütlenme biçimlerinden
ayrışmıştı (8).
Sınırları belli olan devletler oluşmaya başlasa da I. Dünya
Savaşı’na kadar olan dönemde pasaportun henüz ulus kimliği ile
ilişkilendirilmediğini ve zaman zaman aksi yönde uygulama ve gelişmeler
gözlemlense de, emeğin hareketliliğinin teşvik edildiğini söylemek mümkündür (7
). Sanayileşme göçmen emeğini çekerken, ekonomik güçlükler göçü azaltıcı rol
oynamaktaydı. Göç hareketinin yönünü belirleyen ana faktörün ekonomik fırsatlar
olduğu görülmüştür.
I. Dünya Savaşı’nın sona erişiyle birlikte üç imparatorluğun
dağılması sonrasında Avrupa’da siyasi düzende çok önemli değişiklikler meydana
gelmiştir. Bu imparatorlukların toprakları üzerinde 14 yeni devlet kurulmuş,
birçok ülkede azınlıklar çoğunluk, çoğunluklar azınlık haline gelmiştir.
Savaşın sona ermesi ve ateşkes antlaşmaları da zorunlu göç hareketlerini
durdurmamış, iki dünya savaşı arası dönemde Avrupa’da kurulan otoriter
yönetimler yeni siyasi mülteciler üretmiştir (7).
Göç, göç alan, göç
gönderen ve güzergah ülkeleri farklı biçimlerde etkilemektedir ve bu ülkelerin
farklı şekillerde birbirine bağlamaktadır. Göç gönderen ülkelerin, zamanla göç
alan ülkelere dönüşmesi (migration transition) gözlenir. Bu göçün küreselleşmeye
olan etkisidir.
Bu kadar ciddi etkileri olan, toplumların ana yapılarını
etkileyebilen göç hareketleri konusunda, ülkelerin kendi “milli göç” politikaları
geliştirmeleri şarttır.
Kaynaklar:
1. Birleşmiş
Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Organizasyonu DESA,2020)
2. Adamson,
Fiona B. "Crossing borders: International migration and national
security." International security 31.1 (2006): 165-199.
3. Rudolph,
C. (2003). Security and the political economy of international migration.
American political science review, 603-620.
4. Mitchell,
Matthew I. "Migration, citizenship and autochthony: strategies and
challenges for state-building in Côte d'Ivoire." Journal of Contemporary
African Studies 30.2 (2012): 267-287
5. Weiner,
Myron. "Security, stability, and international migration."
International security 17.3 (1992): 91-126.
6. Teitelbaum,
M. S. (1984). Immigration, refugees, and foreign policy. International
organization, 429-450
7. Bade,
K. (2003). Legal and illegal immigration into Europe: Experiences and
challenges. Wassenaar , the Netherlands: NIAS
8. Tilly,
C. (1975). Western state-making and theories of political transformation. The
formation of national states in Western Europe, 638.