Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde yayımlanan 14-12-2011 tarihli yazısıdır
Türkiye Suriye'ye karşı aldığı 9 maddelik yaptırım kararlarını uygulamaya koyuyor.
Suriye ise, sınır kapılarını kapattı, anlaşmaları da askıya aldığını duyurdu.
Bin yıllık kardeş iki ülke birbirine düşman edildi.
ABD'nin, Suriye'nin zengin petrol kaynaklarının peşinde olduğu biliniyor. Ancak Türkiye'deki iktidar hangi menfaat karşılığında bu işin içinde bu henüz belli değil.
İran, 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Anlaşması'ndan beri kardeşimiz. O tarihten buyana tek bir sorun dahi yaşamadık.
Bugün İran yetkilileri, İsrail ya da NATO kuvvetlerinin kendilerine saldırmaları halinde ilk olarak Türkiye'deki füze kalkanlarını hedef alacaklarını tekrar duyurdu.
Geçmişi yüzyıllara dayanan dostluk sona erdi. Türkiye'deki iktidar hangi menfaat karşılığında bu sınır komşusunu hiçe saydı ve ülkemizi savaşın eşiğine getirdi, bu da belli değil.
Bugün siyasi ayağı demokrasi söylemleri, ekonomik yönü kapitalizm, sosyal boyutu insan hakları ve inancı Hıristiyanlık olan bir küresel plan işliyor.
Ortadoğu kaynakları, "demokrasi, insan hakları ve özgürlük gelecek" diyerek Batıya aktarılıyor. Bugün Libya'nın petrolleri Fransa'ya akıyor. Irak'taki yeraltı kaynaklarını ABD kimseye bırakmadı. Afganistan da keza Birleşik Devletler'e çalışıyor.
Türkiye ise, bu paylaşım planından hiçbir şey elde edemediği gibi, tarihten gelen saygınlığını da yitirmiş durumda.
Çünkü, dış politikası kendine değil, adeta talimat aldığı ülkelere göre şekilleniyor; onların sözcüsü gibi hareket ediyor.
Son hac ziyaretimde Mekke'de kaldığım otelde beni ziyarete gelen Suriyeli iş adamları, sanatkarlar ve de devlet adamları: "Biz nerede ise sizin idarecinizi Emir'el Mü'minin diye ilan ediyorduk. Bir de gördük ki, el-Cezire, ABD ve İsrail ile kuşatma altına alındık. Başta gösterdikleri tavırlar nedeni ile onları tanıyamadık. Başkan Esad sınır kapılarını ardına kadar açtı. Bu dönem eğitilmiş ajanlar Suriye'nin rahatlıkla içine girdi.
Bir anda devlet güçlerine, polise ve askere saldırılar başladı. Nahak yere öldürülen, şehit edilen askerler sanki teröristlerin tarafı imiş gibi dünya kamuoyuna deklare edildi. Hayretler içerisinde kaldık, şaşırdık.
Biz Ümmeti Muhammed'in birliğinden bahsederek artık Müslümanlar da bir güç olacak derken, bir de ne görelim, bu bir tezgahmış, bunun altında ABD'nin eli varmış. Eyvah, Allah bizi affetsin, nasıl böyle yanıldık."
Söylenenler tamı tamına böyledir. Tunus'tan, Cezayir'den, Libya'dan, Suriye'den birlik ve beraberlik çağrıları yükselmeye başlarken, o dünyaya sıkça ziyaret yapan Sayın Başbakanımızın çok büyük işler başardığını kamuoyu söylemeye başlamıştı.
Artık İslam dünyası birleşecek, siyasi, ekonomik ve askeri dev bir birlik ortaya çıkacak.
İşte tam da bu ortamda hayaller suya düştü, demokrasi, insan hakları adı altında perdenin altındaki güçler meğer bizi de kullanmış, gündeme gelen menfur olaylar hayat bulmuştu.
Hangi düşünce ile bu işler yapıldı bilmem ama bildiğim tek şey, Müslümanların hayallerinin boşa çıkması, İslam dünyasının Türkiye'nin eli ile bu yanılgının acı lokmasını tatmasıdır.
Heyhat, ne diyelim ahir zaman fitnesi olayları zorluyor, birbiri ile kardeş olması gereken Müslümanlar, bizim ellerimiz ile gece karanlığı gibi fitne dönemlerini yaşıyor.