Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 07.08.2017 tarihli yayımlanan yazısıdır
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Gazi Atatürk'tür. Buna kimse itiraz edemez.
Hem ana, hem de baba tarafından İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e dayanan bir soyu vardır. Buna da kimse itiraz edemez.
Bugün, mevcudiyeti bir asra ulaşmamış genç cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, üniter yapıyı bu seçilmiş insana borçluyuz.
21. yüzyılın dünyasında globalizm rüzgârında, kapitalizmin sömürü düzeninde varlığımızı devam ettirebilmemizin yolu da herhalde 20. yüzyılın emperyalist devletlerine karşı Mustafa Kemal'in yaptıklarını yapmaktır.
Ülkelerin süslü söylemlerle kandırılarak kendi halkına parçalatıldığı, kaynaklar savaşının son sürat devam ettiği günümüzde onun ilkelerine bağlı kalarak bu devleti ayakta tutabiliriz.
Bazıları yeni devletler kurmaktan bahsetse de böyle bir durum, dünya genelinde yaşanan gelişmeler dikkate alındığında ya dış mihrakların 'böl, parçala, yut' siyasetinin gereğidir ve onun için lafzına izin verilmektedir ya da bunu diyenlerin dünya siyaseti ile zerre alakaları bulunmamaktadır.
Zira özellikle yer aldığımız Ortadoğu coğrafyasında küçük ve daha da küçük ülkecikler ile bölge ABD ve İsrail'e teslim edilmektedir.
Yeni bir devlet kuran Atatürk için tek adamlık değil, milletin sözü önemlidir.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'ndaki değişiklikler sonrasında,
"Madde 1. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.
Madde 2. Türkiye Devleti'nin dini İslam'dır, resmi lisanı Türkçedir.
Madde 4. Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur" şeklini almıştır.
Siz saltanatı ve hilafeti bir kenara atacaksınız, elinizde tek adam olmak şansı varken egemenliği millete devredeceksiniz, Meclis iradesini öne çıkaracaksınız. Bu büyük bir devlet adamlığı örneğidir.
Türk milletini bir ve beraber kılan etnik zenginlikler Kurtuluş Savaşı boyunca dış mihraklarca kışkırtıldığı halde Atatürk özellikle Kürtlerin ayaklanmamalarını temin etmiştir.
İngiliz ve Yunan ajanların Doğu ve Güneydoğu'daki faaliyetlerini, tüm etnik grupları Müslüman Türk çatısı altında toplayarak engellemeyi başarmıştır.
Bu sebeple Türk milletinin Kurtuluş Savaşı, örneği olmayan milletin tamamına mal olmuş büyük biz zafer olarak kabul edilmiştir.
Aynı gerekçeyle devletimizin tapu senedi olan Lozan görüşmeleri sırasında azınlıklar konusunda, Boğazlar konusunda ve diğer mali meseleler hususunda üç ayrı komisyon kurulmuş ve azınlık tanımı 'Müslüman olan ve olmayan' ayrımıyla sınırlı tutularak, etnik ayrımcılık oyunlarını bozan müthiş bir hamle olmuştur.
Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık yeni devleti modern devletlerin seviyesine çıkartırken, milli ve dini değerlerden tavize izin verilmemiştir.
1927'deki büyük nutkunda tüm yaptıklarında izlediği yolu özetler: "Biz fevkaladeden alınan ve kanuni olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir surette kanunun üstüne çıkmak için vasıta olarak kullanmadık."
Yani hiçbir hukuki gerekçeyi 'kendi adıma kullanmadım' demiştir.
O, bir dava adamı ve gerçek bir lider olduğu için,
Liderliğini tek adam diktasına dönüştürmediği için,
Memleketi ve insanını tanıyan bir asker olduğu için,
Milleti 'şucu bucu' ayrımı yapmadan kucaklayabildiği için,
Manda ve himayeyi reddedip, bağımsızlığı karakter olarak seçtiği için,
Türk milleti için "Türkiye Cumhuriyeti'ni; laik, demokratik, hukuk devleti"ni kurmuştur.