İmanın esaslarından bir tanesi de, mü 'minin öldükten sonra dirilmeye iman etmesidir. Kanaat–i şahsiyem o ki, günümüzde, aklı başında insanlarındahi unuttuğu tek şey ölüm ve ondan sonra devam edecek olan ahiret hayatıdır.
Akıllı insan odur ki, ölümden sonraki hayata hazırlığını yapar. Eğer yaşanılan inancın içerisinde ölüm diye bir realite, bir vakıa yoksa bunun adına İslam da dense, bu tam tersine dünyaperestliktir.
Dinin, insanı ahirete hazırlayan birçok yönü olduğu gibi dünya hayatını da fevkalade bir tarzda tanzim eden, insanların menfaatine sunan, takdim eden tarafı da vardır.
Maalesef, biz dinin hep bu yönüne bakıyor,"Dünya hayatımız şöyle olsun, böyle olsun" temennilerini ön plana çıkarıyoruz. Halbuki Kur'an'ın mantığına göre, dünya bir geçit yeridir. Aşık Veysel'indediği gibi, "İki kapılı birhanda/Yürüyorum gündüz gece."
Şimdi bir kapıdan hana girdik. Bunun bir de çıkışı var. İşte İslam'ın koyduğu mantık bu…
Sen bir yolculuktasın, bir dehlizdesin. Dünya dehlizindesin. Dünya hanındasın. Önünde sonunda bu handan çıkacaksın. O hanın çıkışına kendimizi hazırlayalım diye, Cenab–ı Hak,–aşağı yukarı– bütün ayet–i kerimelerin ruhunda bizi uyarıyor. Onun için, "ahirete iman, Allah'a imanın anahtarıdır" desek, sanırım yanlış bir tespit yapmış olmayız.
Kısaca, öldükten sonra dirilmenin insan tarafından kabullenilişi, esasen, Allah'ın varlığını kabul etmekle eş anlamlıdır.
Ahirete iman, Allah'a imandır
Bizim Allah'ı kabul etmemiz, böyle bir iradenin, böyle bir gücün varlığını kabul ettiğimizi ifade etmemiz için mutlak surette ahirete inancımızın tam olması lazım. Yani,"Ben Allah'a inandım" diyen bir mü'min–i kâmil, hakikatte, ahirete de çok mükemmel inanmıştır.
Ahiret inancı zayıfolan bir insanın, –beş vakit namazda kılsa– ne amelinden, ne de imanından bir fayda gelir. Esas olan, insanın ukbaya hazırlanmasıdır, ahirete hazırlanmasıdır. O bakımdan, dikkat ederseniz, Kur'an–ı Kerim'de, "İman edenler", "Ahirete inananlar" ile başlayan ayetler hep ardı ardına gelir.
Kıyametin vukuundan, mutlaka zuhur edeceğinden, hem de çok yakında olacağından ve insanların ömründen bahisle, o an geldiğinde bir nefes alacak kadar dahi insan hayatının gecikmeyeceğinden bahsedilir.
Böyle mahdut sınırlar içerisinde yaşadığımız bir hayat var ve bunun mutlaka bir sonu var.
İnsanın, bu sonu düşünerek hayatını tayin ve tanzim etmesi lazımdır. Onun için Allah, kullarına devamlı ikazda bulunmakta,"Ahirete inanın!"ayetleriyle, bu hakikati açık ve seçik olarak bizim dimağımıza nakşetmekte...
Nefsin en fazla itiraz ettiği konu
Nefsin en fazla itiraz ettiği konu, ölümden sonra dirilmektir. Aslında ölümden sonra dirilmeyi kabul etmek insanın kendi menfaatinedir. Dirileceksin, daha ne arıyorsun?
Fakat nefis bu vadide o kadar enteresan bir yokluğa mahkum ki, şeytanla işbirliği yapar ve "Canım! Nasıl dirileceksin ki?" şüphesini insanın kalbine sokar.
Bir gün Hz. Fahr–i Alem Efendimiz'in huzuruna müşriklerden bir tanesi geliyor. Yerden bir kemiği alıyor, ufalıyor."Ya Muhammed! Şu, ufalmış kemik, un haline gelmişşu parçalar mı dirilecek? Bunu mu demek istiyorsun?"diyor.
Sûre–i Yâsin'de Allah, o kadar çarpıcı bir mânâyla yüklü bir ayetle o inkara cevap veriyor ki... "Ateşle odunu bir arada tutan Rabbinin mi seni diriltmeye gücü yetmeyecek?"
Odunun bünyesinde ateşde var, su da var… Yaktığın zaman ondaki su yanmasına mâni olmuyor. Durduğu zamanda onu yakmıyor. "Bu iki zıt kutbu bir araya toplayan Rabbinin mi öldükten sonra seni diriltmeye gücü yetmeyecek?" Bu mantığa havale ediyor…
Bu ne muazzam bir hakikat… Allah, öyle zıt kuvvetleri bir araya getiriyor ki, buna vâkıf olan insanın, o yüce iradeye,"Sen benim Rabbimsin" dememesi mümkün değildir. Bir başka ayetinde, "Şu devenin yaratılışına baksana" diyor Cenab–ı Vacibu'l–Vücud Hazretleri...
Peki, ne var bu devedeki? Devenin ayaklarına bakın… Bir ineği çöl şartlarında yürütemezsin. Devenin ayakları öyle bir tarzda halk edilmiştir ki, kuma bastığı zaman batmaz koskoca bir hayvan. Allah onu şamar gibi yaratmış. İneğin ayakları aynı tarzda olsa idi, ayakları kan içerisinde kalırdı. Şu nükteye bakın! O şartlarda, o hayvana nasıl bir ayak lazımsa, Allah onu öyle yarattı. Sırtındaki nedir devenin? Hörgüç…
Allah, ona öyle bir sevk–i tabii ikram etti ki; bir hafta yol yürüyecek, o yolda su yok. Gıdasını ve suyunu o hörgüce stok eder. Bir hafta boyunca yolda onu kullanır... Bakın, yalnızca bir deveden hareketle konuşuyoruz.
Bütün bunlar bir tesadüfün neticesi olabilir mi? Bunu yapan yüce bir irade, bu iradenin de bir hesabı var. "Ölecek ve de dirileceksiniz."Müslüman, ahret gününe inanacak. Bu imanı taşıyacak ki, Müslümanın imanı, iman olabilsin.
Karıncayı bile incitemezsin
Ahirete imanın insan psikolojisine, karakterine olağanüstü bir etkisi vardır. Düşünelim ki, yapacağımız her işten hesaba çekileceğimizi kabul ediyoruz. Yürüdüğümüz toprak üzerinde bir karıncayı bile incitmek istemeyiz.
Yine düşünelim ki, yaptığımız hiçbir şeyin hesabını vermeyeceğiz. İşlemeyeceğimiz cinayet, yapmayacağımız haksızlık kalmaz. Kısaca, ahirete iman, aynı zamanda toplum hayatının da teminatıdır. Bunu kaybettiğimiz zaman, toplumdaki ahenk, düzen, nizam da kaybolur. Aslında, biz yaşadığımız topluma sadece ahrete imanı nakşedebilsek, insanımızın Allah'a itaati daha fazla olacak ve hayatını ona göre tanzim edecektir.
Bundan dolayı da yanlış yapmayacaktır. Şer işlerden kaçınacak, güzele talip olacaktır. İnsanların arasını bulacak, onlara hayırla yaklaşacak, yanlışlardan uzaklaşacaktır. Özetle, olması gerekenleri yapacak, olmaması gerekenlerden kaçınacaktır.
Sonuç olarak deriz ki; ahiret inancının hayatımıza yansımasından, gerek fert olarak, gerek aile olarak, gerek cemiyet ve millet olarak büyük faydalar elde ederiz. Ama ne hikmetse, insan kendi lehine olan şeyleri terk eder de, aleyhine olan yanlışların ardından koşar. Maalesef, tarih boyu böyle olmuştur.
Allah bize nasip etsin de ayıkalım. Doğrunun, gerçeğin, hakkın, hakikatin peşinde koşalım..."
(Prof. Dr. Haydar Baş İcmal Dergisi Nisan 2012)