Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde yayımlanan 22-05-2011 tarihli yazısıdır
Bir milletin inancını, örfünü, adetini, geleneğini topyekün kültürünü meydana getiren unsurları serbestçe hayata geçirebilmesi için kültür hayatında bağımsız olması lazımdır.
Milletlerin tarih boyunca bu kulvarlarda birbiriyle devamlı surette mücadele ettiklerine şahit oluyoruz. Esasen harp meydanlarında çarpışan kalkanlar, kılıçlar, tüfekler, bombalar değil, o milletin ruhu, inancı, kültürü ve imanıdır.
Nitekim Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington şöyle ifade ediyor: "Artık milli devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü kaynağı olacak. Fakat global politikaların asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında olacaktır."
Yani global dünya insanlığı tek aile ilan ederek, "İnsanlık tek bir ailedir. O bakımdan onun kültürü birdir. Siyaseti birdir. Dini birdir. Dili birdir. Tarihi birdir" demek suretiyle kendi istediği tarz ve şekilde bütün dünyayı yönetmeye talip olmuştur.
Global dünya bu anlayışı, 2. Dünya Savaşından sonra, İngiltere'nin hakimiyetini ABD'ye devretmesinden itibaren seslendirmeye başlamıştır.
Eskiden işgal edilen milletlerin toprakları artık askerler tarafından, toplar, tüfeklerle işgal edilmiyor.
Siyasi görüşler, iktisadi, hukuki, ahlaki görüşler ile işgal ediliyor. Bugün dünya kültürel işgaller altındadır.
Şayet insanımız kendine değerlerini değil de başka milletlerin değerlerini müdafaaya kalkıyor ve ifade etmeye çalışıyorsa bilelim ki insanımız gönlünü başka insanların, başka milletlerin medeniyetinin odağı haline getirmiştir. Bence kaçılacak, utanılacak en büyük manzara da budur.
Tarih boyunca inançlar etrafında kültürel savaşların olduğunu bütün tarih sahifeleri belgeleriyle ortaya koyuyor. Bu savaşlarda en kuvvetli etken olarak, maalesef Türk-İslam dünyasına karşı misyonerlik faaliyetlerini görüyoruz.
Buraya gelmişken şunu söyleyelim: Biz, misyonerlik derken bir insanın Hıristiyan olmasına, Musevi olmasına, Mecusi olmasına vs. zerre kadar karşı değiliz. Kendi dininin icaplarını sonuna kadar yerine getirmesine de tarafız.
Bizim inancımız bunu emretmektedir. Bu manada biz Hz. İsa'nın, Hz. Musa'nın, Hz. İbrahim'in ayağının tozu olmaya hazırız.
O bakımdan Türkiye Cumhuriyetinin hudutları dahilinde hangi dine mensup olursa olsun bir insanın zerre nispetinde zarar görmesine, şahsen nefsim olarak her şeyimle karşıyım.
Ancak, dini telkin edeceğim diye vatan topraklarına göz dikerek, "Karadeniz bölgesi benimdir. Marmara bölgesi benimdir. Ege bölgesi benimdir. Akdeniz bölgesi benimdir" diyen misyoner zihniyetine karşıyız.
Marmaralılar, Egeliler, Karadenizliler, Doğu Anadolulular, İç Anadolulular, Güneydoğulular diye topyekün bir millete şu mesajı vermek istemektedirler: "Sizin aslınız Rum'dur, sizin aslınız Sırp'tır, sizin aslınız Ermeni'dir.
O halde kendi etnik dininize dönün, Rum olduğunuzu hatırlayın, Ermeni olduğunuz hatırlayın. Topraklarınıza böylece sahip olun" diyerek bu millete, bu devlete, bu vatana ihanet etmektedirler.
İşte biz buna karşıyız. İşte biz bunu eleştiriyoruz. Bu gerekçeyle misyonerlerce, din hürriyetinin istismar edildiğini iddia ediyoruz.