Halkımız arasında sahipsiz görünen, yalnız yaşayan,
anlaşılmayan, alay edilen gizem dolu kimseler mevcuttur. Bunların sayıları
eskiye nazaran gayet azalmaktadır.
Bu gariplere halk arasında deli denir. Genellikle bunları
anlayan, kadrini kıymetini bilen kimseler de gayet azdır.
Çocukluk yıllarımızda genellikle sokakta oynamaktan ziyade
nerede bir yaşlı görsem tecrübelerinden, nerede halk arasında deli olarak
adlandırılan birini görsem onu anlamaya çalışırdım.
Çocukluk yıllarım Kilis’te geçti.
Kilis’te eskiden çayhaneler vardı. Buralarda sabah namazını
kılan yaşlılar önce bir kelle paça yerler, ya da kahvaltı türü bir şeyler
yerler, sonrada çay ocaklarında çaylarını yudumlarken muhabbetler ederlerdi.
Buralar çayhane denip geçilecek yerler değildi. İlim, kültür,
tecrübe ocaklarıydı. Sözü sohbeti dinlenen büyükler olurdu, geçen gün ve
gecenin değerlendirmesi yapılırdı. Akşam kim ölmüş, kim kalmış memlekette neler
olmuş herkes kendi dağarcığındaki bilgileri aktarırdı. Bilge insanlar gayet
çoktu...
Ben bu meclisleri çok severdim. Yaşlı dedeler amcalar da
benim gibi bir gencin aralarında sohbet dinlemeye iştirak etmesinden memnun
olurdu.
Benim çocukken yaşlı dostum, gençlerden fazlaydı desem
abartmış olmam.
Ayrıca sokaklarda gezen gizemli adamlar da olurdu. Bunları
takip edip neler söylediğini, neler yaptığını, maksatlarını anlamaya
çalışırdım.
Kilis sokaklarında bu tip insanlar benim çocukluk yıllarımda
çoktu. Ama şimdi bunların nesilleri kesildi sanki!
Kendi kendime şu düşünceye kapılırdım: “Madem Allah hiçbir
şeyi boşuna yaratmadı, bunları da bir maksatla yaratmıştır, bir görevleri
vardır.”
Bu gizemli adamlardan birkaçının hayatını analiz ettiğimizde,
gönül dünyalarımızda farklı ufuk kapılarının aralandığını göreceğiz.
Yaşanan her olayın insana bakan bir yönü Allah’a bakan bir
yönü vardır. Biz, bize bakan tarafını anlamaya çalışarak gerekli dersleri
çıkarmayı murat ederiz.
Şemsettin Baba:
Kilis’te yaşayan Şemsettin isminde bir gizemli adam vardı.
Bu kişi her gün takım elbise kravat, taranmış saçlar, sinek kaydı tıraşla,
güzel kokular sürünerek halk arasında gezerdi.
Nerede ne şekilde karşınıza çıkacağı bilinmezdi. Dükkanları
gezer, konuşmayı sevmezdi sadece birkaç cümle ile maksadını anlatır, işini
görür giderdi.
Kendine para vermeye kalkışanlara kızardı ve asla kabul
etmezdi. İstediği zaman bir dükkâna girer “bana yemek yedir” der. Dükkân sahibi
de hemen Şemseddin efendinin arzusunu yerine getirdi.
Bir dükkâna girer; farklı davranışlar sergilerdi. “Bana bir
mendil al” diye seslenir. Dükkân sahibi kendinde varsa verir yoksa da hemen bir
mendil alır Şemseddin efendiye verirdi.
Aldığı mendili bir başka dükkâna giderek “al şu mendili bana
bir kravat al” o kişi hemen mendili alır, varsa dükkânda kravat, onu verir
yoksa da hemen temin ederdi.
Bir başka kişiyle irtibata geçer “al bu kravatı, bana ekmek
al” bu iş ne kadar sürer, sonunu nereye bağlar bilinmez ama meydanda göründüğü
zamanlarda yaptığı buydu. Zaten ancak onu birkaç günde bir görürdük. Diğer
zamanda ne yaptığını bilmem.
Aslında Şemseddin Efendi sanki insanları hediyeleşme
kültürüne davet eder; sanki Allah için almanın, Allah için vermenin eğitimini
veren bir veliydi.
Çok kimseye sesli dua ettiğini görmedim çünkü sessiz bir
kişilikti. Ama kendinden dua talep eden insanlara yapığı duaların çoğunun
kabulüne ben şahidim. Şemseddin Efendi vefat etmiştir. (Devam edecek)
Uğur Kepekçi